Friday 24 November 2017

26. Kutsal Ağaç - Budist rahiplerle seremoni




Ateş, su, toprak, hava Tanrımdır ve ben onların Tanrısı,
Yer, gök, dağlar, denizler, ağaçlar ve kayalar Tanrımdır ve ben onların Tanrısı,
İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler, canlılar ve cansızlar, yıldızlar, gezegenler, güneşler, Tanrımdır ve ben onların Tanrısı,
Hepsinin sonsuz birliği Tanrımdır
Ve ben Tanrımın sonsuz birliği...

İnsan varoluş perdesinin arkasındaki bu kutsal gerçeği unuttuğu için kendine ve diğer varlıklara zarar verebiliyor.

Japonya'nın Chichibu ismindeki ufak bir dağ kasabasında, bir ruhaniyet tüccarı,   belki yaşı bir kaç bin yıl olan, yaklaşık 7-8 metre çapında, devasa bir Bodhi ağacını kesti. Bu çok ender rastlanan ağaç türü Buddha'nın altına otururken aydınlandığı Bodhi ağacı.
Ağacı kesen adam, bu ağacın enerjisini şişe sularına yüklemek ve 'kutsal suyun' ticaretini yapmak istemiş. Hatta ağacın her küçük parçacığını "kutsal ağaç" adı altında, kolye, heykel, totem olarak şekillendirip pazarlamayı istemiş ve kutsal ağacın canına kıymış.

Bir damlası yetecekken doyamayıp, gençlik ve ölümsüzlük iksirini kana kana kana içen bir adama ne olur?

Ağacı kestikten sonra hayatı gerçek bir cehenneme dönüşmüş. İyi giden işleri ve aile hayatı bozulmuş. Çocuklarının işleri bile kötü gider olmuş. Ağacın ruhuyla arasını bulması için Chichibu dağ budistleri tapınağına gelmiş ve yalvarmış. "Kurtarın beni, çok pişmanım"

"Ağaçlar kızmaz ki be adam... seni rahatsız eden duygu, vicdanındır. Peşini bırakmayan, boğazını sıkan vicdanındır. Ve gerekli olduğu kadar, gerekli olduğu sürece sıkmaya da devam edecektir. Cehenneme dönen yaşamının mimarı, mühendisi, tek sorumlusu sensin. Git ve karanlığında boğulmadan geri gelme. O boğuluştan taptaze, saf bir sen olarak çık da öyle gel. "

Budist rahipler bu vakayı, varlığın içindeki, ardındaki, derininde ki, yüzeyindeki, her zerresindeki Yaradanı unutmuş insanlığın eylemlerinin en sembolik ve acı bir örneği olarak görmüş, bütünün hayrına, bütün insanlığın bilincine uyanış olacak bir seremoni yapma isteği duymuşlar. Bu seremoninin amacı insanın ve doğa varlıklarının bilinçlerini, birbirlerinin Tanrısal ışıkşarını görebilecekleri bir boyutta buluşturmakmış.
Tek yol budizmdir demeyecek kadar egosuz olan bu insanlar, seremonide kendileriyle birlikte, kendi yol ve yordamlarıyla dua edecek, ilahi ışıklara kanallık edecek başka insanların arayışına geçmişler.
1 kaligrafi ustası, 2 Quanyin dansçısı, 2 ruh dansçısı, 2 evrensel kanal olarak da Yuuka ve beni davet ettiler.

Seremoni öncesinde kesilen ağacın ufak bir parçasına dokunma şansım oldu. Küçük bir ağaç parçasının içinde binlerce doğa ruhu var. Bu güçlü enerjiyi kısa süre elimizde tutup dinledik. Doğanın insanlara öfkesi yok.
Doğanın enerjisi, Yaradanın koşulsuz sevgisi.
İnsanlar başlarına gelen fırtınaları,selleri, yanardağ patlamalarını ve depremleri, doğanın öccü sanmayadursun.
Doğa koşulsuz sevgidir. Koşulsuz hizmet edendir.

Gök delinmişçesine yağmur yağdı sabah boyu. Seremoni vaktinden 2 saat evvel yağmur durdu, güneş açtı. Ruhun saflığını sembolize eden mochi (beyaz pirinç keki) pişirildi, gelenlere sunuldu.
Kare bir seremoni alanı içinde, yakılmaya hazır geniş bir ateş alanın etrafında yerlerimizi aldık. Rahiplerin dua ve chantingleri ile seremoni başladı, alan tutuldu.
Kaligrafi sanatçısı spiritist, en büyük fırçasını siyah mürekkebe bandırdı, önünde duran dev beyaz tahtaya karşı ayakta durdu. Gözleri kapalıydı. Ruh geldi. O anda fırçasını neredeyse zıplayarak tahtanın üst bir noktasına vurdu. Alana inen enerji her yöne doğru, mürekkebin beyaz tahtaya yayılışı ile aynı anda yayıldı. Bedenim titredi. Her fırça darbesinde Tanrının insana olan koşulsuz sevgisi, doğa kimliğiyle ifade buldu. Doğa ruhları adama ve fırçaya yazdırdı, çizdirdi.

Sonra beyaz tüller giyinmiş 2 Quanyin Dansçısı kadın kalktı ve dansetmeye başladı. Elleri, yüzleri, bedenlerinin her parçacığı kutsal, şefkatlı bir anne gibi gülüyordu. Beyaz ışık toprağın derinliklerine kadar indi. Tam önümde danseden Tanrıçayı izlerken ağladım. Bedeni beyaz ışık ile buğulu bir perdenin arkasındaydı sanki.
Sonra yine budist rahiplerin dua ve chantingleri başladı. Bu esnada ortadaki dev ateş yakıldı. Tam sunağın yanında ayakta duruyordum. Koca ateşin ısısı iç organlarımı bile yakıyordu. Adeta kanım kaynıyordu, cildim cayır cayır yanıyordu. 2 ruh dansçısı ateşin etrafında, budist chantingleri eşliğinde dansetmeye başladı. Güneş tam karşımdaydı, ateş de öyle.
Alevler 4 metreyi buluyordu. Ateşin üzerine zaman zaman atılan bir kova su güneşin önünde bembeyaz bulut gibi duman oluşturuyordu. Elimdeki rattle'ı çalıyordum. Rattle'ın içindeki küçücük parçacıkların çıkarttığı binlerce küçük çıt sesi, ateşin içinden gelen milyonlarca cız sesi, rahiplerin chantinginden yayılan hipnoz eden mırıltı, bedenimin yanan trilyonlarca parçacığı, beyaz dumanın arkasından kıpkırmızı gözüken güneş, gözbebeklerimin kontrolüm dışında içe dönüşü, varlığımın derinliklerindeki sonsuzluğun şamanını ortaya çıkardı.
Zaman zaman göz bebeklerim geri gelip dünya sahnesinde yaşanmakta olanı gördü. Öylesine kuvvetli bir enerji bütün varlıkları ve maddeleri delip geçiyordu ki her şeyin bir olduğunu hissetmek o kadar doğaldı. İnsanlar tüm varlıklarla bir olduklarını görüyordu, biliyordu. Yeryüzündeki cenneti deneyimliyordu bedenlerim.
Belki 1 saat geçmiş böyle. Gözlerimi tamamen açabildiğimde baş rahibin ateşin içinden yürüyerek geçişini gördüm. Alevler söndüyse de ortadaki köz belki birkaç karış vardı ve yürünen ateş alanı 3 metre genişliğindeydi.
Onu diğer 3 rahip takip etti.
Sonra rahipler bize döndü. Gelin dediler, siz de yapabilirsiniz.
Sanki hayatımın her günü ateş üstünde yürüyormuşumcasına , bunu yapabileceğime dair hiç şüphem yoktu. Ben ateşle birdim.
Önümden Yuuka gitti. Adeta ateşin orta yerinde yavaşladı. 
Sıra bana geldi. Baş rahip ateşin diğer ucunda büyük bir tuz kümesinin üzerinde durmuş çağırıyordu. Ayaklarımı yere iyice bastırarak 4-5 adımda karşıya geçtim. Hiç bir acı duymadım.
Seremoni gurubundaki herkes tereddütsüzce geçti.
Sıra Yuuka ve benim yapacağımız son chantingteydi.
Başladık davulumuzu ve rattle'ı çalmaya.
Bu arada ortadaki közleri dağıtarak közün kalınlığını incelttiler ve seyirciler arasından gelmek isteyen var mı diye sordular.
Biz chanting yaparken belki 30 kişi ateşin üstünden yürüyüp geçti. Aralarında 10 yaşlarında çocuk da vardı, 80'li yaşlarında ihtiyar da vardı. Bu insanlar günlük hayatın normal insanlarıydı ve ateş üstünde yürümek onlara çok normal gözükmüştü o an.
Onların geçişi esnasında ateşin suyun, toprağın, havanın sesi olmaya niyet ettik.

Seremoni sona erdi.

...

Hepimizin şifası olsun
Ve öyledir şükürler olsun.

---



---

Hatırlatma:

Türkiye'den 13 kardeşim ile 21 gün sürecek kutsal bir yolculuğa çıkıyorum. Biletlerimizi aldık, hazırlıklarımızı yaptık. Aralık başında Peru'nun Lima kentinde buluşacağız. Kutsal yolculuğumuzun son gününde bize kısmet edildiyse, 21 Aralık (güney) yaz gündönümü seremonisini Titicaca Gölü'nün Amantani adasında gerçekleştireceğiz.
Bu vesileyle sizleri bizimle birlikte orada olmaya davet ediyorum. Bu bir uzaktan niyetle katılım gurup meditasyonu.
Seremonide toprağı kazıp 13 kristal gömeceğiz. Sizlerinde niyet edip katılmanızla birlikte evrensel uyanış enerjisine kanallık edip, bu enerjiyi dünyanın kalbine ve insanlığın kollektif bilincine bütünün en yüksek hayrına hep beraber ekeceğiz.
Tüm yapmanız gereken 21 Aralık gecesi 21:00'da, Amantani adasında 13'ün gerçekleştirdiği seremoniye katılmaya niyet ediyorum demeniz ve  "Yaradanım beni yükselişin kanalı eyle"  şeklinde dua etmeniz..
Biz ise13 kişi ve 13 kristal, saat 13:00'da (Peru saatiyle) inecek olan enerjinin topraklayan ekibi olacağız.
Meditasyon 21 dakika sürecek, Türkiye saatiyle 21:21 de bitecek.

Kavuşmamız bütünün en yüksek hayrına olsun. Ve öyledir, şükürler olsun.

Katılmak istediğinizi lütfen aşağıdaki etkinlik sayfası linkine tıklayarak belirtin.

Fb etkinlik sayfasına gider


Paylaşmaktan ve bu mutlu haberi uzaklara ulaştırmaktan geri durmayın. Vakit bu bakit.


Ocak ayında İstanbul, İzmir, Antalya ve Ankara'da vereceğim evrensel kanallık kursu ve ses şifa çemberleri hakkında bilgiyi aşağıdaki fb etkinlik linkine giderek bulabilirsiniz:



https://www.facebook.com/events/348057162321764/?ti=cl






Saturday 18 November 2017

25. Kafedeki çıplak sörfçü...

Düşüncesi yok denecek kadar azdı.
Hisleri duyamayacağı kadar sığ ve monoton...
Bukalemun gibi, içine girdiği yeni ortamın bu gri rengi oluvermişti.
Buna rağmen yazmak istiyordu.
Kalemi elinde, elini defterin üstünde tutuyor, bir mucize olmasını bekliyordu.
Belki kağıt ve kalem kendi kendine yazardı...
Sıkıntılı bir sessiz bekleyişti. Oturmakta olduğu kafenin, bininci kez tekrar ettiği 1945  Amerikan Jaz'ını işitiyordu. Kazağı terletmiyor ama boğuyor ve rahatsız edici derecede sıcak tutuyordu. Evet, teri bile akmıyordu. Öyle kör, öyle sağır bir andı. Bu griliği paylaşan kırk, belki elli kişi vardı masaların etrafında. Hiçbiri kendi arasında iletişim kurmuyordu istisnai anne-çocuk dışında. Rüzgar yoktu, his yoktu, bağ yoktu; adamsa kalemi ve kağıdı arasında bir fırtına doğmasını bekliyordu. Fırtına bir çıksın, sörfünü çıkarıp içine dalacaktı...

Birden bire kafenin kapısı ışıklar saçarak ardına kadar açılmadı.
Herkesin yüreğine neşe getiren, periler diyarından inmiş, kanatlı bir misafir içeriye girip masaların etrafında uçuşmadı.
Herkes ağır çekimden tam donuşa doğru yavaşlamadı; zaman duruvermedi.
Kimsenin görmediği üzere, adam ve peri göz göze gelmedi.
Kimsenin duymadığı üzere, adam, "Sen de neyin nesisin, kimsin ve ne de sevimli bişeysin...", demedi.
...ve Peri de adama "ben senin ilham perinim, senin için geldim", demedi.

Böylece kalem ve kağıt arasında beklenen fırtına başladı. Bu olmamış olaylar zincirini adamdan başka kimse duymamış ve görmemişti. Adamsa bütün bunları başka bir ilahi boyutta olur görmüş ve deneyimlemişti.
Kazağını, atletini, pantalonunu, çoraplarını ve en son donunu çıkartıp sörf tahtasıyla birlikte dalgalara doğru koştu.

Kağıt ve kalem kendi kendine yazdı. Adamın parmakları onlara kendi kontrolü dışında hükmediyordu. Kalem kalem olduğunu, parmak parmak olduğunu, adam adam olduğunu bilmiyordu. Her şey otomatikmişçesine, programlanmışçasına oluveriyordu.
Artık boğulur gibi de gözükmüyordu; kalbinden boğazına doğru serin rüzgarlar esiyordu, oradan da kollarına, parmaklarına, kaleme ve kağıda doğru.

O sörf yaparken, yazı kendini yazdı. Kendini bilen yazı, kendini yazması gerektiği kadar yazdı.
Adam yazılanı bilmedi, o yalnızca sörf yaptı.

Yazı şöyle yazdı:

" Kafanızı bir kaldırıverin sevgili insanlık, birbirinizin gözlerine bir bakıverin. Hemen anlayıvereceksiniz eksikliğini duyduğunuz şeyin ne olduğunu. Gözleriniz yaşarıverecek. Bu gerçek, insani sevgi bağını her insanla kurma isteğinizi nasıl unutuverdiğinizi, hayatınızın amacının bu bağı yeniden kurmak olduğunu hatırlayıvereceksiniz.
Gözlerinizi birinin gözlerinden başka birinin gözlerine, istek ve cesaretle çevirecek, orada da o tarifsiz kavuşma mutluluğunu duyacaksınız.
Bir kişi, bir kişi ardına, daha fazla insanın gözlerine bakacak, aşktan ağlayacaksınız.
Baktıkça gözleriniz büyüyecek delice. Kollarınızı da açacaksınız her şeyi içeri alabilmek için. Gel gel kardeşim, sana da sarılayım diyeceksiniz. Hayvanların, ağaçların, taşların, toprağın, suyun, ateşin, havanın gözlerine bakacak, onları da içinize alırken onların içinde kaybolacaksınız.
Kalbiniz ekmek mayası gibi kabarıp, daha fazla kutsal sizi sonsuz gönlünüzden doğuracak. Sonsuz çeşit renk olarak mayalanmaya, genleşmeye devam edeceksiniz. Renkler spiral spiral, birbirine simetrik, iç içe ama birbirine değmemecesine , sonsuzca yakın ama sonsuzca erişilmez... Böyle bir aşk fırtınasından çiçek olarak açacaksınız. Bir çiçeğin göbeğinden bir çiçek, birbiri ardına, ölüm ve doğum dolu anlar boyu, sonsuza doğru çiçek açacaksınız.
Öyle açacaksınız ki, Ahhhhhhhhhhhh.
Öyle açacaksınız ki, Ahhhhhhhhhhhh,
Öyle açacaksınız ki , Ahhhhhhhhhhhh...

Kafanızı kaldırın ve gözüne bakacağınız her varlıkta kendi sonsuzluğunuza çökün, devrilin, bitin, ölün; ve aynı anda genleşin, evrilin, doğun, olun... Uyanın."

Kalem, kağıt ve adamın bedenine kumanda eden, sarhoş edici, bedensiz, hacimsiz, ağırlıksız,  İlahi Aşk, şiddetini bir anda nasıl arttırdıysa, bir anda da azalttı.
Adam kafasını kaldırıp, çevresinde oturanları izledi.
Az evvel sıfır noktasından geçmiş, birbirlerine erimişlerdi; bunun farkında ve bilincinde değillerdi.
Adam anadan doğma, oturduğu koltuktan ayağa kalktı.
Saçlarını savurduğunda tuzlu ve soğuk deniz suyu çevre masalardaki insanları ıslattı ve insanlar korku ve şaşkınlık sesleri çıkartarak yerlerinde doğruldular. Bir anda sörfçünün ve birbirlerinin farkına varmışlardı.
Sanki hipnoz halinde izledikleri tv programı biranda kesilmiş ve test yayını başlamıştı.
Gözlerinde bir perde yırtılmıştı belki de...

Adam ıslak ayak izlerini bırakarak ve poposunun özgürlüğünü ifade ederek, kapıdan sörfüyle çıktı.

Uzun süre kapıya bakar kaldılar.
1945 Amerikan Jaz işitilir oldu.
Bir süre sonra başlarını masalarına geri gömdüler. Onların bu rüyası böyleydi.

Derinliklerinde bir yerde ise kıyafetlerini çıkartıp sevişmeye başlamışlardı. Bu da aynı anda gördükleri başka bir rüyaydı.

....


----

Mucizeye yolculuk bitmez...

AŞKLA...

---

Bir kafe... Japonya


Saturday 4 November 2017

24. Mucizeye Yolculuğun son sayfası, SEDONA, SHASTA,




Küçük bir sınır kasabası olan Nogales'ten Amerika'ya gece yarısına doğru giriş yaptık. Seattle-Tokyo uçuşumuza 13 gün kalmıştı. Geceyi bize lüks sayılacak türde bir yol üstü pansiyonunda geçirdik. Bunun eve varana kadar yaşayacağımız son konforlu deneyim olduğunu biliyorduk. Geri kalan günlerimizde çadırda ve ya kiralayacağımız arabanın koltuklarında uyuyacak, kamp gazı ve küçük tencerelerle yemek yapıp, kağıt tabakla ve bardaklardan yiyip içecektik. O gece küveti sıcak köpüklü sularla doldurup oyunlar oynadık. Geniş, yumuşak, tertemiz yatağın içinde baygınca uyuduk.

Sabah Arizona güneşiyle uyandık. Sedona'ya 4 saat uzaklıktaydık. Geçmiş zaman yerli kabilelerin dağda taşta, toprakta bıraktığı enerjileri seziyor ve kendimizi iyi hissediyorduk. Yuuka da ben de Amerikan yerlisi geçmiş hayatlarımız olduğunu meditasyonlarımızda ve bazen rüyalarımızda görmüştük.  Çok sevdiğimiz eski bir evimize dönmüşüz gibiydik. Dünyanın her yeri bize evdi ama burası bir nedenle özeldi. Belki pek çok geçmiş hayat deneyimi içinde en huzurlu, doğa ve evrenle en kuvvetli bağlantıda olduğumuz bazı deneyimlerimiz bu topraklarda olmuştu.

 Sınıra 3 saat uzaklıktaki Phoenix şehrine ulaşmak için minibüse bindik. Uyuyup uyanışlarım arasında gördüğüm rüyalarla bir mesaj aldım.
"Sedona, Yellow Stone,  Sand Point ve Shasta dağında benim kanallığını yapacağım, bir toplu enerji aktarımı meditasyonu düzenleyecek, Türk kardeşlerim ve Sedona arasında köprü olacaktım. Bunun tam olarak neye hizmet edeceğini, neye sebep olacağını bilmiyor ama bütünün hayrına olması gerektiğini seziyordum. İlk fırsatta fb etkinlik sayfasını oluşturup paylaştım. Beş yüz'den fazla kişi etkinliğe katılacaklarını beyan etti.
Bu çok büyük bir sorumluluktu, çünkü, 13 gün içinde birbirlerinden yüzlerce km uzaklıkta 4 mekana erken erken varıp, meditasyon için uygun yeri bulup, tam söz verdiğim saatte kanallığa başlamalıydım ve en son 5. durağımız olan Seeatle havaalanına varıp uçağa binmeliydik. Meditasyonlar Türkiye saatiyle gece 10, Amerika saatiyle öğlen 12'de olacaktı.
Yaradanım içime bu isteği veren sensin, yolu da gösterir, Hızır'ı da yanıma verirsin elbet, diyerek, teslim oldum.

Phoenix'ten kiraladığımız arabaylayla, Arizona'nın dev kaktüslü tepeleri arasında sürerek Sedona'ya vardık.
İlk gece kamp yapacak yer bulamadığımız için, yeşil bir park alanına arabanın önüne çadırımızı kurduk. Gece çok soğuktu. Birbirimize sıkı sıkı sarılarak uyuduk. Maya çadır hayatını çok seviyor. Çadırda yattığımız için çok neşeliydi.

Sabahın 7si gibi, çadırın dibinden gelen polis aracı sireniyle uyandım. Polis çalacak kapımız olmadığı için sirenini kullanmıştı.
Kafamı çıkarttım. Gözümün biri açılmıyordu bile.
Burada çadır kurmak yasak cezası var, dedi polis.

"Öyle uykulu ve saf konuştum. Gerçek şu ki, kalacak başka yerimiz olmadığı için çadırımızı kurduk, 4 yaşındada kızımız var. Çok yorgunduk ve uyumaya ihtiyacımız vardı."

Çadırın kapısını hafif aralayıp içeriyi gösterdim.

"Tamam o vakit, ceza yazmıyorum. Parkın girişindeki ofise gelin uyandığınızda. Size çadır kurabileceğiniz yer göstereyim", dedi.

Çadırı onbeş dakikada toplayıp ofise gittik. Park polisi, şeker gibi insanlardı. Bize daha uygun bir yer gösterdiler.

Sedona'yı keşfe çıktık. Kırmızı kayalıklar, kırmızı toprak ve mavi gökyüzü büyüleyici şekilde buluşuyor birbirini kucaklıyordu. İnsana başka bir boyuttamıyım diye düşündürten, süreeal bir resim gibi Sedona. Aynı zamanda sizi dünyanın kalbine kuvvetle topraklayan ve nerede olduğunuzu hatırlatan güçte...  














Sedona bilinen 4 vorteks (enerji girdabı)'den oluşan yaklaşık 30 km karelik bir yer yüzü çakra alanı. Çakranın genel yönü saat yönünün tersinde. Bu, alanın emme etkisi yarattığını, evrenden dünyaya doğru enerji çekimi olduğu anlamına geliyor. (Uyuni tuz çölündeki gibi)
Çok kuvvetli evrensel enerjilerin ve belki ana gemi sayılacak büyüklükteki uzay gemilerinin dünyanın eterik bedenine tutunmak-demirlenmek için seçtiği alanlardan önemli bir tanesi burası.
(Daha önceki bir blog yazımda kısaca adını andığım, Derryl Anka'nın medyumluğunu yaptığı, 20 küsür yıldır insanlığa ışık mesajları ileten Essassani gezegeninden gelmiş olan Bashar ismindeki ışık varlığın ana uzay gemisi Sedona'ya tutunmaktadır. Kanallık etkinliklerini çoğunlukla Sedona'da yapan Derryl aracılığıyla Bashar bunu pek çok mesajında iletmiştir. Sedona psişik enerjinin insan aklına en yakın olduğu, perdenin en ince olduğu bir alandır.
Kısa bir süre gözlerinizi kapatıp iç sessizliğe ulaşmanız vizyonlar görmenize, ruhlar aleminin mesajlarını duymanıza, boyutlararası yolculuk yapmanıza olanak verebilir. Yolculuğumuz içinde burası beni en çok heyecanlandıran yerdi. Her yer kendine has ve çok özeldi ama burası, sanki yolculuğumun as amacıydı. Sanki bir ömür boyu buraya varmayı beklemiştim.
İlk 2 gün boyunca 4 vorteks alanına yolculuk yapıp, Türk kardeşlerimle birlikte yapacağım toplu meditasyon çalışmasının yerini tespit ettim.
Oraya vardığımda, kuvvetli rüzgara karşı, kırmızı koca bir kayanın üstünde durmuş, altımdaki vadiye doğru bakıyordum. Enerji, bedenimin her iki yarısında kuvvetle ve denge içinde akıyordu. Mutlulukla iç geçirdim.
" Ahhhh... burası hiç şüphesiz orası."

Bell Rock ismindeki vorteks alanıydı.  Dakikalarca davul ve flüt çaldık. Kayanın üstünde yattık, meditasyon yaptık, uyukladık. Son bahar güneşi de iliklerimize kadar işledi.

Vorteks alanındaki bütün ağaçlar girdabın etkisiyle resimdeki gibi bükülmüş, spiral şeklini almıştı. Sanki sonsuzluğun kenarıydı burası.

Üçüncü gün son günümüzdü. Maya ve Yuuka'yı kasaba'da bırakıp, Bell Rock vorteksine gittim.

Meditasyon vakti geldiğinde katılmaya niyet edenlerin enerjilerini birer birer üstüme damlayan yağmur damlaları gibi hissettim. Sonra damlalar birleşti göl olduk. Sonra evrensel enerjiler aktı, okyanus olduk. Türkiye ve Sedona arasındaki 'lay lines' denilen dünya çakralarını birbirine bağlayan enerji hatları üzerinde şifalanmaya neden olduk. Bu vesileyle bizler de ayrı ayrı, ve ihtiyacımız olan enerjilerle doyurulduk. Meditasyonun son dakikalarında bedenimin ve varoluşumun yaşadığı hazzı ve sonsuz mutluluğu tarif edemem. Yaradana şükran. Onun sonsuz gücü, her şeyi oluşu ve bilişi içinde mükemmel zaman ve makandayız. Pusulası bütüne hizmete dönmüş bütün varlıklar, yaşadıkları tüm ruhla uyumlanmış anlarda bunun farkındalar. Gördükleri, duydukları işaretlerin ne demek istediğini anlıyorlar.
"Her şey yolunda, rahatlayın; tam olmanız gereken yerde tam yapmanız gereken şeyi yapıyorsunuz."

Özellikle Sedona'da ne vakit saate bakmak aklıma gelse ve baksam ya 4:44 ya 9:44 ya 10:44 ya da 11:44. Aramızda konuştuğumuz bir şeyi az sonra önümüzde vukuu bulurken görüyor, aklımızdan geçen bir şeyi başka birinin söylediğini duyuyorduk.  Sedona'da uyuduğum gecelerde dünyasal şifalanmaların rüyalarını gördüm. O rüyalarda, Dünyanın daha önce görmediğim gitmediğim yerlerinde, tanımadığım varlıklarla görevler yaptım.

Bu satırları okumaya çekildiyseniz, okurken tarifi zor bir mutluluk ve heyecan duyuyorsanız siz o 144,000 insandan biri olabilirsiniz. Gece rüyalarınızda ve meditasyonlarınızda bedeninizden ayrılıyor, şifanın ve yükselişin elçisi olarak dünyanın herhangi bir yerinde ışık işi yapıyor olabilirsiniz.
Bir Hopi kahanetine göre dünyanın yükseliş çağına başlangıcında 144,000 ışık işçisi ruh görev alır... Bu gerçek ve şu anda olmakta.

Garip bir dünyayı kurtarma oyununa soyunmuş değiliz. Yaradanın yaşattıklarını bizzat yaşıyor, görüyor, anlıyor ve onu konuşuyoruz.

Meditasyonu bitirdikten sonra yaklaşık 4 saat uzaklıktaki Grand Canyon'a gittik. Büyüleyici bir güzellik. Nefes kesici...













Grand Canyon'a yalnızca bir kenarından 2 saat kadar bakma fırsatımız oldu.
Akşam 7de yola devam ettik. Yuuka'nın Japon Ehliyeti latin alfebesinde olmadığı için yalnızca benim ehliyetim geçerliydi. O sebeple de yalnızca ben araba sürüyordum. Akşam 7 idi. Ertesi gün saat 12'de Yellow Stone'da olmalı ve toplu meditasyonun merkezi olmalıydım. Sürülecek mesafe 1125 km idi. Yani saatte 100 km ile hiç durmadan gitsem 11 buçuk saat.
Ki kimi yollarda çok geyik olduğu için yavaş gitmek gerekti.
Gece 3 defa geyik guruplarını gördüm yol kenarında. Bir defa da tilki geçti önümüzden. İlahi yardımı çağırdım ve sürdüm.

Sabah Salt Lake ismindeki bir şehrin ana yolundan 100kmnin biraz üstünde ilerlerken önümde yavaş giden bir aracı solladım ve dikiz aynasından baktığımda o araç sirenlerini çevirip arkama takılmıştı. O uykusuzlukla yolun sağına çekeceğime aracı yolun solundaki emniyet şeridine çektim.
Amerikan filmlerinde gördüğüm bir sahnenin bir gün işime yarayacağını tahmin edemezdim. Yan aynadan gördüm ki bir kadın polis eli silahında dikkatli şekilde kapıma doğru yaklaşıyor. Ellerimi yan aynamdan görebileceği şekilde direksiyonun üstüne koydum. Ben öyle yapınca o da rahatlayıp elini silahından çekti.
Ne diyim şimdi? Neden hızlı gidiyordun derse, toplu bir meditasyon var da , Türkiye'den katılacaklar, onun için tam vaktinde Yellow stone parkında olmalıyım mı, deseydim...
Alkol testi yapar, bişey çıkmayınca hastaneye uyuşturucu testine gönderirler herhalde...

Mümkün oldukça basit ve sade konuşmaya karar verdim.
Yuuka ve Maya arka koltukta uyuyorlardı ve karanlık arka cam nedeniyle görünmüyorlardı.

Belgeleri istedi, verdim.

Neden yolun soluna çektin. Sağına çekmen gerektiğini bilmiyor musun? Diye sordu.

Dudaklarımı ısırarak, haklısınız özür dilerim, dedim.

Hız limitinin 10 km üstündeydin dedi...

Haklısınız özür dilerim, dedim.

Arabanın arkasında kim var dedi.

Eşim ve kızım uyuyorlar, dedim.

Emniyet kemersiz oturamazlar, dedi.

Haklısınız efendim özür dilerim, dedim.

Nerden geliyorsunuz diye sorunca ve cevabı duyunca bu sarhoş vari halim bir nebze olsun anlam kazanmıştı sanırım.

Dinlenmelisin, dedi.

Haklsınız, dedim.

Ceza yazmıyorum, uyarı belgesi düzenliyorum, dedi ve bıraktı.

Derin bir ohh çektim. Takip eden 2 saat hız limitlerinin üstüne çıkmadım.
Gece bir yerde durup 3 saat kadar uyumuştum. 3 bardak kahvenin yardımıyla yellow stone parkına saat 11 gibi vardık.

Park kilometrelerce geniş bir alan. İç güdülerimi dinleyerek parkın bir ucuna doğru sürdüm.

Yellow stone dünyanın en büyük en güçlü aktif yanardağlarından biri. Patlaması halinde dünyanın dengelerini alt üst edecek güçte, süper volkan sınıfına alınmış bir yanardağ. Etrafındaki çok geniş bir alan yeraltı suları fokur fokur kaynıyor ve metrelerce yükseğe fışkırıyor. İçinde türlü türlü mineraller ve metaller bulunan su buharı yer yüzü sisi oluşturuyor. Kaynamış yumurta gibi kokuyor. Kaynayan göllerin arasında yürürken meditasyonu yapacağım yeri buldum. Yerin altında dalgalar vardı, suyun yer altındaki fokurtusunu ayağınızdaki titreşimlerle duyabiliyordunuz. Meditasyon saatine 10 dakika kalmıştı. Şükranla sisin içinde oturdum. Ayakkabılarımı çıkartıp ayaklarımı toprağa değdirerek oturdum. Bütün yorgunluğum uçup gidiverdi. Rehber ruhlarımın, koruyucu meleklerimin şifalı, rahatlatan, dinlendiren dokunuşlarını duydum. Sonra meditasyon başladı. Türkiye ve Amerika bir kere daha birbirine sevgi dolu bir meditasyon bağıyla bağlandı. Şükürler olsun.
Meditasyon sonrasında parktan ayrılırken bu bufalo ailesi ile karşılaştık.
Başka hiç bir hayvan beni böylesine duygulandırmaz. Onları görmek gözlerimi yaşarttı. 









Geceyi arabanın koltuklarında geçirdik ve sabah 4'de Sand Point'e doğru yola çıktık. Yol 750 km idi.
Sand Point'te Amerikalı Thomas ve Kayako dostlarımızın evine gittik. Bizi sıcacık karşıladılar. Banyo yapmak, sobalı bir salonda, leziz ayurvedik yemekler yemek çok dinlendiriciydi. Hava burada buz gibiydi. Bu kadar soğuğa hazırlıklı değildik. Thomas bana eski bir ceketini hediye etti. Bir ikinci el dükkanına gidip hepimize ayakkabı ve giyecek takviyesi yaptık. 


Sand point doğa ruhları ve perilerin bolluk içinde ve insanlara çok yakın olduğu ruhani enerjisi yüksek bir alan. Gurup ses şifa çalışmamıza 2 ay öncesinden talip olmuşlar, biz gelene dek hazırlıklarını yapmış, dostlarını davet etmişlerdi. O ses şifa çemberinin ikinci saatinde ise Türkiyeden toplu meditasyona katılacak olan dostlarımız ile buluşacaktık.
Ses çemberi için bir doğa tapınağında yerimizi aldık. Katılımcı Amerikalı kardeşlerimize, toplu niyetle Türkiyeli kardeşlerinin katılacağını söylediğimizde gözlerinin nasıl parladığını, nasıl büyük bir mutluk yaşadıklarını anlatmak zor.
Hele katılımcılardan bir tanesi, ney'ini çıkartıp, bu şifa flüdünü üfleyecek bir türk bekliyordum, sense şimdi 300-500 kişiden bahsediyorsun, şaka mı bu, dedi. Türk meditasyoncuların katılım vakti geldiğinde Ney üfledi. Onu bir derviş olarak gördüm anadolu topraklarında... böyle bir buluşma, böyle bir kavuşma, böyle bir karşılama rüya gibi değil mi.... Mucizeye Yolculuğa hakkını veren bir mucize. Bir kere daha Türkiye, Amerika ve evren arasında aşk köprüsü kuruldu.







Sandpoint'ten bir sonraki durağımız olan Shasta'ya 1150 km kadar sürdüm. 
Shasta'ya ayırabildiğimiz 3 günümüz vardı. Toplu meditasyon 3. Günde yer alacaktı.
Sahasta.... Shasta....
Saat yönünde gür bir mor alev iniyor. Dağın üstündeki tüm bitki örtüsü şarkı söylüyor. Madde ve ruh buluşuyor. İlahi, evrensel sevgi yayınlanıyor. Burası dünyanın taç çakrası.
Shasta'ya tam güç, gece gündüz chemtrails - uçaklardan püskürtülen kimyasallarla saldırıyorlar.  Yapılan ölçümlerde bazı maddeler normalin 60 bin katı üstünde bulunmuş.
Yine de ışık tam gücüyle, kutsallığıyla orada. 

Kimi kişiler Shasta'nın dünyanın kök çakrası olduğunu söylüyor. Bizim deneyimimiz öyle değil. Şüphesizce taç çakrası. 
Shasta'dan bir şaman davulunun ve bir Amerikan yerli flüdünün çağrısını duyduk. Çağrıyı dinledik, ve onlarla yoldaş olduk. Kalp çakrasına uyumlu o flüdü Shasta dağı üstünde çaldım. Dinleyenlere şifa olsun.
(Aşağıdaki video)














Toplu meditasyon tarifsizce güzel, ve güçlüydü.

860 km daha araç sürerek hayatımın araç sürme rekoruna ulaştım sanırım. Arabayı teslim etmemiz gereken saat sabah 9'du. Sabah 4'de Seattle havaalanının araba teslim deposuna girmiştik. Sabah, bir bacağım vites üstünden Yuuka'ya doğru uzanmış, bir ayağım direksiyonun üstünden ön panele çıkmış, boynum kopacak gibi bükülmüş, ağzımın sularını toplayamayacak kadar dağılmış halde uyandığımda etafımızdaki hareketliliği farkettim. Hayat çoktan başlamış. İnsanlar araç teslim ediyor, alıyor, çalışıyor, koşturuyor. Sanki derenin ortasındaki küçük kayalık gibi öyle kalmışız ortalarında. Halimizi görüp dokunmamışlar herhalde.

Arabayla da dost olmuşuz. Vedalaştık.

Sonra biletimizi aldığımız Çinli uçak şirketinin ofisine geldik.
Bana sen uçamazsın dediler. "Senin Çin transit vizesine ihtiyacın var".

Bileti satarken söyleyecektiniz onu...

Bir şekilde uçabileceğime ikna ettim. Onlarda bana, Çin beni geri gönderecek olursa bütün masrafları kendim karşılayacağıma dair kağıt imzalattılar.
7 ay mucize-i yolculuğu yürümüşüm, eve mi dönemeyeceğim... aşkolsun. Ev benim, yol benim... ben yol.

Stressizce uçağa bindik ve ne olacağını hiç düşünmeden uçtuk. 12 saat uçmak iyi geldi, dinlendim resmen... Oh 2 öğün yemek verdiler, film izledim, uyudum..
Çine vardık, daha uçaktan iner inmez güvenlik geldi ve bizi aldı. Özel bir odaya götürdü. "Gelmişsiniz hoşgelmişsiniz ama siz buradan Japonya'ya uçamazsınız. Eşiniz ve kızınız uçabilir, onlar Japon ama Türk olarak siz uçamazsınız. Transit vizeniz olmalıydı."
İşte duvara tosladığım andı.
Eee dedim, ne olacak?..
Siz Amerikaya geri döneceksiniz...

Ne..... NE.... NE DİYORSUN ARKADAŞIM...

Burası Çin, sizi hapise atma hakkımız var. Burada oluşunuz yasal değil.
Ve biraz daha tartışırsak eşiniz ve kızınız da uçuşlarını kaçıracaklar....

Dedim ki, Yuuka, siz gidin. Ben başka ülkeye uçmaya çalışacağım.

Yuuka ve Maya ayrıldılar. Ben de uçak biletimi Tayland'a almaya ikna ettim.

Tayland Türklerden 3 ay vize istemiyor. Oradan kolaylıkla uçarım diye düşündüm.

Öyle olmadı. Çin beni resmen kovarak göndermiş. Üstümde büyük şüphe var.
Nakit param yok, otel rezervasyonum yok diye Tayland'da girişimi kabul etmedi.
Şu pasaporttan bir geçeyim, çantamı bir alayım da ülkenizde kalmaya meraklı değilim, hemen uçak bileti alacağım, havaalanından bile ayrılmayacağım dediysem de sözümü dinletemedim.
Resmen kertenkele kılığında kalpsiz insanlar önümde duvar ördü. Eve gidemiyorum. Ve sadece fiziksel değil her yönden ruhuma saldırıldığını hissediyorum...

Pasaport noktasını geçemezsin, biletini internetten şimdi al dediler.
Tablette kalan son şarjla bin güçlükle internete bağlandım, bin güçlükle bileti buldum, bilgileri yazdım....
Yok, kredi kartı para vermiyor... cebimde ne nakit var, ne de kredi kartı işe yarıyor.

Dedim ki kredi kartı post makinasında çalışacaktır. Bırakın geçeyim şu pasaporttan, biletimi alayım... yok geçemezsin.. nezaraethaneye gideceksin. Sabah olduğunda uçak şirketi yetkilileri yardımcı olur da biletini alabilirsen uçarsın.. yoksa sonun belli değil...
O gece kapalı bir odaya koydular, yanyana yataklarda stresli birkaç kişi dönüp duruyor.. belli ki benzer durumlardayız.

Günlerce yolculuk ve araç sürüşün üstüne, bu yaşadıklarım inanılmaz stresli ve yorucu gelmişti. İçimden ağlamak geçiyordu. Üstüme oturan karanlık resmen beni yere bastırmıştı.
Karanlıktan aydınlığa doğru küçük adımlarla geçtim.
Önce yüzümü yıkadım. Çoraplarımı çıkardım ayaklarımı yıkamak için. İki ayağımında topuğunda nasıl olduğunu açıklayamacağım, gizemli ve saçma bir siyah şerit oluşmuş. Resmen zift gibi. Çok uğraştım tamamını çıkarabilmek için. Islak ıslak oturdum yatağa, derin nefesler aldım.
Dua ettim. Dua ettikçe aydınlandım. Lütfen etrafımı saran bu karanlığı arala, önümü görmeme izin ver Yaradanım dedim.
Gece 3de sokulduğum bu odada sabah 5e kadar meditasyon yapmış, 6ya kadar 1 saat uyumuştum. Sabah Japonya'ya uçakları olan bir şirketin yetkilileri geldi. "Durumunuzu anlıyoruz. Size yardımcı olmak istiyoruz" dediler. Kredi kartımı ve şifremi alıp gittiler.
Gerçekten banka hesabımda para mı kalmamıştı? Ya öyleyse...





Düşünmedim artık. Çıkarttım flüdü çalmaya başladım. Çaldıkça ışık geldi, çaldıkça kim olduğumu hatırladım. Sanki bir kabustan uyanıyordum. Çaldıkça kahkaha atar gibi melodiler çıkmaya başladı ve içimden de kahkaha atıyordum.
Sonra biletim geldi. Bu gün pek çok uçak tayfun nedeniyle iptal. Bizim pilotumuz uçma kararı aldı, dediler.

Bilet çok pahallıydı. Şükrederek bindim ve uçağın en sonundaki koltuğuma oturdum. Yanıma oturan kadınla yaptığım kısa sohpetde , kız kardeşinin iptal ettiği bilet sayesinde orada oturabilmekte olduğumu anladım.

Uçak havalandı. İlk 2 saat iyiydi. Son 1 saat tayfunun içinden geçiyorduk. Uçak metrelerce aşağıya hava boşluğuna düşüyor, metrelerce yukarı zıplıyor, sola sağa inanılmaz sert hareketlerle canımıza okuyordu.
Çok ilginç bir deneyim yaşadım. Meditasyon halinde oturmuş her sallantıyı kabulle dinliyordum. Sonra topraklanma hattım kopmuşçasına zayıfladı ve bedenimden çıkıverdim. Kontrolsüzce evrenin karanlığına doğru öldüm. Bu toad'da yaşadığım gibi bir ölüm hissiydi. Bütün ruhum çekildi.. Nice sonra geri dönebildiğimde bedenimi farkettim. Zangır zangır titriyordu ve yüzümden soğuk terler damlıyordu.
Mükemmel zamanda, tam olmam gereken yerde olup, tam deneyimlemem gerekeni deneyimlediğime olan inancımla şükrettim.

O gün gece yarısını az geçe yatağımıza, Maya ve Yuuka'nın yanına uzandım. Yuuka gözlerini açıp, hoşgeldin dedi.


Mucizeye yolculuk arınma ve şifa doluydu, deneyim doluydu.

Yaradanın iradesine teslim olmak, olanı olduğu gibi kabul etmek, Yaradandan olan ışığını bilmek ve ona sahip çıkmak, Yaradandan olan aşk ile süzülmek...

Hepsi bu.

Brezilya
Sao paulo - Brasilia uçuş
Brasilia - abadiania 120 km
Abadiania - brasilia 120 km
Brasilia - Alto Paraiso 242 km
Alto paraiso - Brasilia 242 km
Brasilia - Corumba 1450 km (bolivya sınırı)

Bolivya
Sınır kapısı Corumba -Santa Cruz 658 km (tren)
Santa cruz - Sucre 483 km
Sucre - Potosi 156 km
Potosi - Uyuni 205 km
Uyuni - La paz 541 km
La paz - Copacabana 148 km
Titicaca, Sun island, Moon island
Copacabana -Puno 143 km

Peru
Titicaca, Amantani Adası
Puno - Arequipa 294 km
Arequipa çevre kasabalar - 150 km
Arequiopa - Cusco 484 km
Cusco - Calca 50 km
Calca - Machu Picchu ~120 km
Machu picchu - Cusco 74 km
Cusco-Lima 1100 km
Lima - cancun (meksika uçuş)

Meksika
Cancun -Tulum 131 km
Tulum - Palenque 707 km
Palenque - San Cristobal de las casas 219 km
San Cristobal - Oaxaca 599 km
Oaxaca - Tepoztlan 480 km
Tepoztlan - Mexico city 81 km
Mexico - hermodillo uçuş
Hermosillo - Nogales 282 km

America
Nogales - Phoenix 288 km
Phoenix - Sedona 187 km
Sedona - Grand Canyon 175 km
Gramd Canyon - Yellow stone 1125 km
Yellow stone - Sand Point İdaho 725 km
Sand point - Shasta 1192 km
Shasta - Seattle 963 km
Seattle-Cin, tayland, Japonya Uçuş

Toplam karayolu yolculuğu: 13,934
Hesaba katmadığım ince yolculuklarla 15,000 km.


Fuji eteklerinde 21 haziran,
Ruh kardeşim Ryu-kun ile Ağır yağmur altında Hakusan tırmanışı, vorteks ve Bansai, bansai, Bansai...
Kutsal şifacı John of God ve kanallığını yaptığı üstad ruhlar,
John'un izniyle Abadiania'da sunduğumuz ses şifa çemberi,
Alto Paraiso'nun kristal yatakları ve kutsal şifacı şelaleleri,
Brezilya sınırından Bolivya sınırına geçişimizde bizi bir an bırakmayan, "Amor Amor, Amor, Universal amor" diyen insan melek Davit,
Bolivya-Sucre'de kaybolan büyük sırt çantamız,
4,090 metre yüksekte Potosi şehrinde daralan akciğerlerimiz,
Bizi dizlerimizin üzerine çöktürüp ağlatan, haykırtan,dünyayı arındıran Uyuni Tuz çölü,
Titicaca gölünde Kutsal Güneş Adası ve Kutsal ay adası, ikisi ortasındaki Lemuria Güneş diski,
Güneş adası ve Ay Adasından yaptığımız toplu meditasyon,
Kaybolan çantanın mucizevi geri dönüşü,
Puno'da yediğim şifalı balık
Titicaca kasabası Puno'da evrensel şaman Ernesto ile sunduğumuz 21 haziran kış gündönümü seremonisi,
Peru-Arequipa'nın akbabaları,
Kutsal Vadi de ölüm ve yeniden doğum,
Calca'da Vamoss Türk evindeki güzel insanlar,
Kutsal bitki ilaçları Rapé ve Ayahuasca,
Toad elçisi Prem ve birliğe eriyiş,
8-8 aslan kapısı seremonisinde buluşan şifacı dostlar,
Machu Picchu'ya giden tren yolundaki uzun yürüyüş ve yardımcımız insan melek Martin,
Machu Picchu'yu çıplak ayakla yürüyüşümüz ve havadaki sihir
Lima'da Pasifik okyanusunun özlediğim kokusu,
Meksika Tulum'un tropikal sıcağı ve beyaz kumsalı,
Maya tapınakları, ve güneş piramidi,
7.1 ve 8.2
Kaybolan pasaport, değişen planlar,
Luz, Heno, Love ve karavanları,
Tepoztlan'da yarılan yerde 23 eylül sonbahar ekinoksu seremonisi,Budist tuzu ve ses şifa çemberi,
Amerikan vizesini 3 günde alışım,
Nogales sınır kapısında yoldaşımız ve yardımcımız olan insan melek Angel,
13 günde 4655 km yol araba sürüşüm ve Amerikan polisiyle sınavım,

Thomas ve Kayako'nun mutlu sıcak yuvası,
Sedona vorteksi, Yellow stone, Sand point ve Shasta Dağı toplu meditasyonlarımız,
Çin'den kovuluşum, Tayland'da nezaret gecesi, karanlıktan aydınlığa adım adım..
Tayfunda kopan topraklanmam ve evrende serbest düşüş,
Ağır yağmurun altında eve varışım, sıcak banyo ve yanına uzandığım meleklerim,
Yuuka'nın hoşgeldin deyişi...

Bu nasıl bir rüya
Nasıl mükemmel bir rüya...

Ahhhhhhhh, ilahi bir rüya,
HEPSİ İLAHİ BİR RÜYA

Yaradanım şükürler olsun.

Mucizeye yolculuk bitmez.
Hayatın her anı mucizeye yolculuk
Kutsallığımıza olan yolculuğun her anı mucizelerle dolu.

Bu yolculuğun hayalini kurup, oluşuna niyet ettiğim andan itibaren, yanımızda olan, bu hayalin gerçekleşmesine maddi manevi yardımlarda bulunan Türk ve Japon bütün kardeşlerimin varlığına ve ruhuna şükranlarımı iletiyor önlerinde saygıyla eğiliyorum. Teşekkürler. Arigatho Gosaimasu.

Yazılarımın takipçisi olmuş, okumuş, içten sözleriyle doğru yolda olduğumu bana anımsatmış bütün güzel varlıklara ve ruhlarına şükrediyorum.


Yolculuk boyunca karşımıza çıkmış, yoldaşımız, öğretmenimiz, öğrencimiz, yardımcımız olmuş bütün kardeşlerimin varlıklarına ve ruhlarına şükrediyorum.

Yolculuğun her anında rüyalarla, işaretlerle, ve bazen direk mesajlarla yol göstermiş, şifamız olmuş bütün rehber ruhlarımıza ve koruyucu meleklerimize şükrediyorum.

Ruh eşim, yoldaşım, dostum, kardeşim, eşim, çocuğum, sevgili ailemin varlığına ve ruhuna şükrediyorum. Yuukam ve Mayam.

Dünya Annem varlığına ve ruhuna şükran. Evimsin, bedenimsin, annemsin.
Güneş babam, hayat gücümsün, özümsün, varlığına ve ruhuna şükran.

Annem ve babam varlığınıza ve ruhunuza şükran.


Mucizeye yolculuğun bu ilk kitabının son sayfası kapanıyor.

(Bu arada Mucizeye yolculuğun kitap haline getirilmesi teklifini aldım. Çok sevdiğim dostlarım bunun öncülüğünü yapmaya niyet ettiler. Kısmetse, bütünün en yüksek hayrına...

Türkiye'den 13 kardeşim ile 21 gün sürecek kutsal bir yolculuğa çıkıyorum. Biletlerimizi aldık, hazırlıklarımızı yaptık. Aralık başında Peru'nun Lima kentinde buluşacağız. Kutsal yolculuğumuzun son gününde bize kısmet edildiyse, 21 Aralık (güney) yaz gündönümü seremonisini Titicaca Gölü'nün Amantani adasında gerçekleştireceğiz.
Bu vesileyle sizleri bizimle birlikte orada olmaya davet ediyorum. Bu bir uzaktan niyetle katılım gurup meditasyonu.
Seremonide toprağı kazıp 13 kristal gömeceğiz. Sizlerinde niyet edip katılmanızla birlikte evrensel uyanış enerjisine kanallık edip, bu enerjiyi dünyanın kalbine ve insanlığın kollektif bilincine bütünün en yüksek hayrına hep beraber ekeceğiz.
Tüm yapmanız gereken 21 Aralık gecesi 21:00'da, Amantani adasında 13'ün gerçekleştirdiği seremoniye katılmaya niyet ediyorum demeniz ve  "Yaradanım beni yükselişin kanalı eyle"  şeklinde dua etmeniz..
Biz ise13 kişi ve 13 kristal, saat 13:00'da (Peru saatiyle) inecek olan enerjinin topraklayan ekibi olacağız.
Meditasyon 21 dakika sürecek, Türkiye saatiyle 21:21 de bitecek.

Meditasyonun etkinlik sayfasını İngilizce ve Japonncaya'da çevirerek duyuracak, katılma görevini hisseden diğer dünya vatandaşlarına da ulaşacağız.

Kavuşmamız bütünün en yüksek hayrına olsun. Ve öyledir, şükürler olsun.

Katılmak istediğinizi lütfen aşağıdaki etkinlik sayfası linkine tıklayarak belirtin.

Fb etkinlik sayfasına gider


Paylaşmaktan ve bu mutlu haberi uzaklara ulaştırmaktan geri durmayın. Vakit bu bakit.


Ocak ayında İstanbul, İzmir, Antalya ve Ankara'da vereceğim evrensel kanallık kursu ve ses şifa çemberleri hakkında bilgiyi aşağıdaki fb etkinlik linkine giderek bulabilirsiniz:



https://www.facebook.com/events/348057162321764/?ti=cl


------