Vipassana Yazı Dizisi 4
Bu yazı dizisinin her bölümünde konu biraz daha yoğunlaşıyor ve okuyucu sayısının yarısı uçup gidiyor :D Galiba sonunda birkaç kişi kalacak... Ya da tek kişi
. Aşk olsun. Tek bir kişiye bile bu bilgileri aktarabilirsem kalbim
neşeyle dolar. Hatta şimdiden doldu bile.
Annem okuyormuş. Çok sevindim. :)
Önceki yazının özetini bir de bu yazının başında
hatırlayalım:
“Zihinsel olarak yarattığı kimliği; yani bir rüya olan Ego
benliğini gerçek sanan, onu korumak ve genişletmek için sürekli
bir şeyleri reddeden ve sürekli bir şeyleri arzulayan; sürekli
arzuladıklarını kovalayan-tutan ve reddettikleri’yle savaşan,
reddettiklerinden kaçan insan, bunu fark edene ve içinden çıkmak
için doğru araçları kullanmaya başlayana dek acı içinde
yaşar. EGO(rüya) düzleminde, tepkisel yaşam acı vericidir ve bu
uyku halindeki her insanın realitesidir. Tüm insanlar daha sığ ya
da derin bu uykunun ve rüyanın içindedir; öyle ya da böyle acı
çekerler. Zenginler, fakirler; hastalar, sağlıklılar; güzeller,
çirkinler; materyalistler, ruhaniyetin farklı derinliklerine dek
her kes... Ruhani arayıştaki bir kimse için Yaradan’ın
ulaşılmazlığı da asla bitmeyecek bir acıdır mesela. İnsan
egosu ister ruhani ister materyalist bir şekil almış olsun, asla
tatmin olmayacak, asla dolmayacak ve doymayacak bir boşluktur. Bir
problemimiz olduğunu kabul etmeden onu çözmek üzerinde
çalışamazdık: İnsanlık olarak ortak problemimiz, bir
rüya olan egomuzu korumaya ve sürdürmeye çalışırken
verdiğimiz tepkilerdir ve tepkilerin yarattığı
içsel acı katlanarak çoğalır.
Hele de her birimizin tepkilerinin yarattığı etkiler, birbiriyle
karışıp dünya realitesini yarattığında... Onun adı kollektif
acı.
Dünyanın sonu gelmiş gibi hisseden ve böyle konuşan çok insan
var. Çünkü ortak yaratımımız olan dünya realitesi alabileceği
en çirkin, en kötücül, en karanlık, en hastalıklı halleri
aldı. Düşülebilecek kadar derine ve dibe düşüldü. Çoğunluk
kendi dışında birilerini işaret etmeye çalışıyor: “O
sorumlu” demek için. “O ülke, O insan ya da gurup, o karanlık
ya da şeytanlar; o acı kader ya da şanssızlık sorumlu”, demek istiyorlar.
Bütünün pozitif dönüşümü için kendi pozitif dönüşümü
üzerinde çalışanlarsa bir avuç insan. Dünyanın bütün
nüfusuyla kıyaslandığında, evet bir avuç. Bu hiç kimsenin
moralini bozmasın. Çünkü bir avuç bilinçli insan yeter bu
dünyayı dengeye geri getirmek için; bütün yapılmış zararları
dünyanın bedeninde ve kolektif bilincinde onarmak ve şifalandırmak
için. Bu 10 yıl mı alır artık, 100 yıl mı, 300 mü? Süreç
başladı. Yıl 1. Olumlu işaretler her yönde göründü.
Bir avuç bilinci uyanmış insan yeter çünkü, dünya denilen
ruhlar okulu bilinçlerin uyuduğu karanlık bir çağı arkasında
bıraktı; bilinçlerin uyandığı bir çağa doğru da geçiş
aşamasında. Bu büyük geçiş evrensel bir karar ve evrensel
destek bizlerle. Bunu yıldızlara bakanlar biliyor. Daha da önemlisi
bunu kendi kalbine bakanlar biliyor. O bir avuç insan evrensel bir
orkestra tarafından yürütülüyor. Evet içinde bulunduğumuz
dünya realitesine baktığımızda acı, acı, acı görüyoruz ama
geçiyor, dönüşüyor. Eski ve hizmetini doldurmuş sistemler,
düzenler yıkılıyor ve kolektif bilinç üzerindeki kontrolünü
kaybediyor. Tekrar söyleyelim, bu bir kitap bilgisi değil. Bu
yıldızlarda da kalplerimizde de böyle yazıyor.
O büyük evrensel destek aslında günümüzden yüzlerce-binlerce
yıl önce gelmeye başlamış. Peygamberler, rahipler, keşişler,
mistikler olarak binlerle gelmiş ve kolektif bilincimize uyanışın
tohumlarını bırakmışlar. “Cennet içinizdedir, kendinizi
bilin” demişler. Ahlaklı ve vicdanlı olmanın öncelikle insanın
kendine yaptığı bir iyilik olduğunu anlatmışlar. Namaz, zikir,
sema, mantra, nefesle ve sesle içsel yolculuk gibi insana kendini
bilmesi için araçlar, yollar yordamlar iletmişler; hepsi
meditasyonun bir hali. Meditasyon zihni susturmanın ve Tanrısal
olana-bütüncül hayra-hakikate-ışığa içsel olarak yönelmenin
yolu. Bütüncül olan hayra içsel olarak yönelmek, egosal
benlikten vazgeçemektir - ölmeden ölmektir. Bu yaşam eğitimini
almak, bu içsel araçları kullanmak egonun insan varlığı
üzerindeki kontrol gücünü giderek zayıflatır. İşte böylece
ego kaynaklı tepkisellik acısı azalır ve bütüncül hayra
yaklaşmanın içsel mutluluğu yükselir.
Buddha o evrensel desteği getiren kutsal hizmetlilerden biri. Onu
içsel aydınlanmaya ulaştıran teknik Vipassana meditasyon. Bu
teknik insanlığa Buddha aracılığıyla iletilen bir kendini bilme
aracı.
Onun tanıttığı, acıdan çıkış yolunu ve vipassana
meditasyonu az çok kendi içinde deneyimlemiş biri olarak naçizane
anladıklarımı yazıyorum:
İnsanın her bir zerresi (kalapa: atomdan da kat ve kat küçük)
saniyede trilyonlarca kez yanıp sönen, bir an var olan, o aynı
anda geçen ve yok olan bir doğaya sahip. Yani doğamızda geçicilik
var. (O zerrelere kalapa; her şeyin sürekli geçici olan doğasına
ise Anicca deniliyor.)
Bütün deneyimler, bütün hisler, düşünceler, duygular, olaylar,
oluşlar hepsi ortaya çıkıyor; zaman algımızda bir saniye ya da
saat, gün ya da seneymiş gibi bir anlayış bırakarak geçip
gidiyor.
Örneğin çocuklukta yediğiniz bir dayak... O geçmedi mi? O şimdi
ve burada olamaz. O olduğu an, oldu ve geçti. Devam eden ise dayak
esnasında otomatik olarak ortaya çıkan tepkimizin, duygusal ve
düşünsel titreşimi. Yani devam eden şey TEPKİMİZ. Peki bu
tepki frekansını saklayan şey ne-neresi- o nerede? O ruhta bir
boyut. Ana arşiv diyelim. Peki o enerji paketini
görmemize-duymamıza-hissetmemize yarayan düzlem ne-neresi?
Kalapalar; adeta bir ekran görevi yapan Zerreler-Beden-Zihin.
Her kalapa yanıp sönüyor, geliyor gidiyor, var-yok. Bir an var
olan ve aynı an yok olan o zerreleri, yayınla bağlantı kurmamış
bir televizyonun karıncalı ekranı gibi düşünün. Yayın bir
frekans bandıdır. Televizyonunuza bir yayının frekansıyla
bağlantı kurma emrini verdiğinizde-yani kanalı açtığınızda,
seçtiğiniz kanalın resimleri gelip görünür oluyor. Nerede? O
karıncaların üstünde. Ruhsal bir kanalı açarsanız huzurlu,
sevgi dolu, bilge bir varoluş yayını ve Egosal kanalda ise hep
drama.
İnsan, günlük bilinçsiz yaşamını sürerken, egosunu tetikleyen
bir olayla karşılaştığında o tetikleyicinin frekansı Arşiv
odasından eski bir tepki-acı kaydını yayına sokuyor. Örneğin
arkadaşını küçük düşüren, onunla alay eden bir kimseyi
görüyor ve çocukluğunda yaşadığı benzer bir olayda ortaya
çıkan tepkisi ve acısı canlanıyor. Nerede? Öncelikle karıncalı
ekranın üğüstünde -kalapalarda. Bedeninde yanıp sönen
kalapalar bedenin belli bölgelerinde arşivden inen bu hisleri
canlanmasına, duyulmasına yataklık ediyor ve kişi fiziksel,
duygusal, zihinsel tepkiler yaratıp yaşıyor. Mesela içinde öfke
ve belki korku beliriyor. Hiç farkında değil ama tam
çocukluğundaki o vakada yaşadığı nefes hızlanmasını, boğaz
daralması, sırtının üşümesi, parmaklarının titremesini
yaşamaya başlıyor. Gördüğü sahne kendisine değil, tamamen
başka birine gerçekleştirilen zorbalık olmasına rağmen
kendisine yapılmış gibi içinde acı yaşıyor. Buna benzer
deneyimden doğan empati de denilebilir. Egoyu tetikleyen her bir
olay insana varlığında tutup biriktirdiği duygusal, zihinsel,
bedensel enerjileri bildirmek için var.
Başka bir örnekte, çocukluğunda çok fazla anne baba kavgası
görmüş yetişkin bir kimse, kaldığı otelde yan odadaki kavga
eden çocuklu çifti duyuyor. Bir süre sonra dikkat kesilip
dinliyor. Nefesi sığlaşıyor, eli kolu üşüyor, göğsünde bir
batma hissi, kalbinde bir sıkışma... Kalapalar arşivden gelene
yataklık ediyor. Kalapanın tek görevi bu. Sorumlu o değil. O bir
araç.
Dahası, bu andaki gösterilen tepkinin frekansı ve geçmiş
tepkinin frekansı kalapalar üzerinde birleşip büyüyor-çoğalıyor
ve olay sönmeye başladığında tepkinin yeni ve çoğalmış
enerjisi arşivde yeni kayıt oluyor. Geçmişin tepkisel enerji
birikimi, bu anda uyumlandığı yeni tepkisel acı enerjimizle
birleşip, çoğalıp geri çekiliyor-saklandığı boyuta.
Böylece öfke daha alevli, üzüntü daha soğuk, korku daha korkunç
bir hal alıyor; insanı adeta bir deliliğe sürüklüyor; bir
kırılma, bir parçalanmaya doğru. Geçmişten bu ana ve geleceğe
doğru katlanarak çoğalıyor tepkiselliğin acı birikimi. Bu
vakitte gördüğümüz kolektif deliliğin sebebi de bu. Dünya
okulunda dönem sonu olduğu için herkes kendi tepkisellik-acı
birikiminin en zorlayıcı hallerini deneyimliyor.
Hani her şey geçiciydi, her şey geçiyor da acı birikerek kalıcı
mı oluyor?
Acı da geçici. Bir insanın egosal tepkimeyi bırakıp,
varlığındaki geçmiş tüm tepkisel enerji birikimini arındırması
ve aynı anda tepkisel olmayan, pozitif eylemsel bir yaşam tarzını
yaşamaya başlaması ile bu acı da geçecek ve evrensel zamanda -bu
ister bir hayat ister 500 hayat olsun, gelip geçen bir an.
Diğer yandan bu muazzam devre sonunda, mezuniyete
yakın bir avuç öğrenci olduğumuzu yine hatırlayınca; egosal
varoluş acısının bu hayatlarımızda sona ereceğini de umut
ediyor insan. Bu uyanış üç-beş-on yaşam sonunda olmak zorunda
değil. Gerekli evrensel destek bizimle ve çağlar boyunca hiç
olmamış bir bilinç zıplaması şansına sahibiz ve aslında
zıpladık şimdi havadayız...
Nerede kalmıştık... Biliyorum, iki ileri bir geri gidiyor yazım.
Bazı şeyleri tekrar tekrar söyleyerek ilerliyorum. Herhalde öyle
gerekli.
Şuradan tekrar alıp öyle devam edelim:
“...insanın egosal tepkimeyi bırakıp, varlığındaki geçmiş
tüm tepkisel enerji birikimini arındırması ve aynı anda tepkisel
olmayan pozitif eylem halinde bir yaşam tarzını yaşamaya
başlaması...”
Buna ruhsal uyanış ya da aydınlanma denir.
Vipassana’yı anlatabilmem için Buddha’nın aydınlanma yol
haritasındaki üç temel değerine de değinmem gerekli. Sila,
Samadhi, Panna.
Aydınlanma yolunun 3 değeri:
Not: İlk iki öge olan Sila ve Samadhi birlikte var olmadığı
sürece insan içsel aydınlığa yaklaşamaz. Birinden birinin eksik
olması buna sebep olur.
1. Sila(Ahlak):
Doğru söz, doğru eylem, doğru yaşam!.
Sila’nın gerekliliği:
Doğru söz: Abartı ya da yalana kaçan her söylem aslında
egomuza hizmet eden bir tepkidir; dolayısıyla bitmelidir.
(Hatırlayalım: Bitirilmesi gereken şey acıların kaynağı olan
TEPKİLER.)
Doğru eylem: Yanlış eylem nedir diye soralım önce. Yanlış
eylemler bencillikten ve umursamazlıktan doğan eylemlerdir ve
bütünsel hayrın zıttınadır. Öldürmek, çalmak, tecavüz
etmek, maddi manevi zarar verici söz ve eylemler, zihni bulandıran,
bedeni zehirleyen maddeler kullanmak...
Bu sayılan en temel yanlış eylemlerin hepsi ya egomuzun arzularına
yenik düşmemiz, ya egomuzun reddettikleriyle savaşmamız ya da
umursamazlık ile kaçmamızdan doğan tepkilerdir.
Dolayısıyla bitmelidir.
Doğru eylem ise kendine yapılmasını istemeyeceğin her şeyi
yapmaktan kendini alı koymak ve bütünün hayrını gözeten ve
bilinçli seçimler ile yapılan eylemlerdir.
Doğru yaşam: İşi alkol
satmak olan biri, işinin bağımlılık, hastalık, mutsuzluk,
huzursuzluk yarattığını bile bile mutlu olabilir mi? Egosal
tepkilerden ve çekimden doğmuş
yanlış bir meslek-yanlış bir yaşam.
Arşivde tepkisel acı
biriktirmemenin yoludur Sila bu yüzden gereklidir.
Sila’nın tek başına yetersizliği:
Ruhsal bir yaşamı seçmek ve yaşamak yönünde kalpten istek
duymak ve bunun için zihinsel-bedensel bir efor göstermek çok önemli ve
gerekli olmakla birlikte, kalapaların mikro kozmosuna inilip
bilinçaltının oradaki yansımaları izlenmezse; geçmiş acı
birikiminin arındırılması daha zor-daha zaman alıcı hatta
imkansız... Buna insanın karanlığını görmek için aynaya
bakması denilebilir. Kalapaların mikro kosmosuna inmenin, orada
aynaya bakmanın yolu ise Samadhi’dir.
Sonuç: Aydınlanmak için tek başına iyi ahlak ve vicdan
yeterli değil ve bir yardımcı araca ihtiyaç var. O araç Samadhi.
2. Samadhi (Zihnnini kontrol edebilmek)
Samadhi: Doğru konsantrasyon (Anapana ve Vipassana meditasyonu)
Diyor ki Buddha ruhsal arayışınızda en doğru, en net, en güçlü,
en hızlı yolları kullanın ki bu acı dolu düzlemden o kadar
hızlı özgürleşin.
Mesela mantra okunarak zihnin boşaltılması ve belli bir yüksek
frekansın açılması kişiye ruhsal bir gelişimin ilhamlarını,
şifalarını veriyorsa da bir vipassana meditasyonun sunduğu arınma
ve dönüşüm hızını veremiyor.
Hızlı, net, güçlü bir arınma ve yükseliş için doğru
konsantrasyon-doğru zihin-doğru meditasyona gelin diyor.
Bu sebeple ki 10 günlük vipassana inzivasına gittiğinizde sizi
uyarıyorlar: sakın sakın sakın tekniği başka tekniklerle
birleştirmeyin. Sakın sakın dini her hangi bir öğeyi içine
katmayın. Bırakın teknik orijinal saflığında kalsın ve gerçek
gücünü size sunabilsin, deniyor.
Aynaya bakmanın tekniği burada başlıyor:
Öncelikle kalapaların mikro kosmosuna inebilmek için dikkatin
keskinleştirilmesi gerekiyor.
Dikkatin keskinleştirilmesi amacıyla önce Anapana meditasyonu
öğretiliyor.
Gözleriniz kapalı, sırtınız dik, dikkatiniz burnunuza giren ve
burnunuzdan çıkan nefeste. Nefes içeri girerken burnun altındaki
alanı serinletiyor, dışarı çıkarken içerinin sıcaklığını
taşıyor ve orayı ısıtıyor. Bu meditasyon boyunca sürekli
odaklandığınız iki şey:
1-Nefesin içeri girişinin farkındalığı + üst dudakta yarattığı
his.
2. Nefesin dışarı çıkışının farkındalığı + üst dudakta
yarattığı his.
Dikkatinizi pergel gibi düşünün. Bir ucu burnun hemen altında ve
sabitlenmiş; oradan hiç kopmayacaksınız. Diğer ucu ise bir içeri
bir dışarı doğru nefesin hareketini takip ediyor.
Bunu yaparken zihniniz hemen düşünceler üretiyor. Bir bakmışsınız
3-5 dakikadır aslında meditasyonda bile değilmişsiniz. Ya geçmişe
dair ya geleceğe dair bir şeyler düşünmekteymişsiniz.
Nasıl olur diyorsunuz, tekrar ciddiyetle dönüyorsunuz... Ah bi
süre sonra bir bakıyorsunuz yine kayıp gitmişsiniz... Uyuyanlar,
horlayanlar, rüyalar görenler, derin düşüncelere dalanlar...
Olmuyor olmuyor olmuyor başta. Bir türlü şu basit görünen şeyi
yapamıyorsunuz; otuz saniye bile. Zihin bir türlü odaklanmak
istemiyor. Siz de defalarca kez bunu farkedip ısrarla onu geri
getiriyorsunuz. Yapmanız gereken de bu. Kendinize kızmadan,
zihninize küfür etmeden, gülümseyerek, şefkat ve sevgiyle
dikkatinizi geri o noktaya getiriyorsunuz. Sonunda zihniniz eğitimi
almaya başlıyor. Sonunda dikkat gücü kazanıyorsunuz. Dinlemekte
olduğunuz yer başta üst dudağın daha geniş bir alanıyken yavaş
yavaş daha daha küçük bir noktaya iniyor dikkatiniz.
Anapana yalnızca dikkatinizi keskinleştirmek için yapılan bir
meditasyon.
Dikkatinizi bileyleyip bir ameliyat neşterine dönüştürebilmeniz
için. Çünkü vipassanada kendinize adeta bir ameliyat
yapacaksınız; dikkatinizin neşteriyle. Dikkati bir lazer atışı
gibi başınızın üstünden ayaklarınızın altına dek, derinizin
yüzeyinden iç organlarınıza dek gezdiriyor ve kalapaları
üstlerine yansıyan geçmişin acı frekansıyla görüp kabul
ediyorsunuz. Bu dönüşümü başlatıyor.
Bu yazıda vipassana tekniğinin kendisine yalnızca bukadar
değineceğim. Çünkü bu yine bir dahaki yazının konusu olarak kaldı; öyle oldu. Yine
varamadık oraya... Belki bir daha ki yazı gelene dek ihtiyaç varsa
biraz Anapana yapar ve dikkatinizi keskinleştirirsiniz(?)
Samadhi’nin gerekliliği ve tek başına yetersizliği:
Samadhi, yani zihninizin kontrolü tabii ki gerekli. O eğitimsiz
maymun oraya buraya zıplarken, sizi bu anda var olmaktan alı
koyarken, bu andaki hislerinizin farkında olmadan yaşarsınız. Bu
da arşivden gelen tepkilerinizi fark edemeyeceğiniz ve bunun sonucu
olarak fark etmeden ahlak ve vicdanınıza ters düşen şeyler de
yapabilirsiniz demek.
Diğer yönden tek başına samadhi de aydınlanmak için yeterli
değil. Ahlaksız ve vicdansız ve ama zihnini kontrol edebilen bir
kimse dünya ve bütün varlıklar için çok tehlikeli biri olur. Tarihte örnekleri var.
3. Panna: İçsel bilgelik
Ruhsal-ahlaklı-vicdanlı yaşamın
zihinsel ve bedensel gayretle seçilmesi (+)ARTI
kalapaların mikro kosmosunda acı birikimlerinin izlenmesi (=) tepkisellikten kurtulmuş bir varlığın İçsel bilgelik &
kendini biliş hali (Panna)
Burada çok çok çok önemli bir not: O kalapalardaki yansıyan acııların izlenmesi, sıradan bir izleme değil: O herşeyin geçiciliği farkındalığıyla yapılan bir izleme.
Yani kalapalarda beliren fiziksel acı ve duygusal acı, herşeyin geçiciliği farkındalığı ve kabulüyle izlendiğinde çözülüyor ve serbest kalıyor.
Bunun nasıl yapıldığı bir sonraki yazının konusu!
---
Vipassana öğretisinden ayrıldığım nokta:
Vipassana topluluğunun bugünkü
öğretisiyle ters düştüğüm yere geldik. Evet aynaya bakmadan
arınmak da yok, şifalanmak da yok, dönüşüm de yok, yükseliş
de yok... Ama aynaya bakmanın tek yolu vipassana meditasyon tekniği
değil. 2500 yıl önce
bile,
Buddha asla tek yol bu
dememiş ama vipassana 10
günlük inzivasında biraz bu his var; sanki tek yol vipassana
gibi...
Ben mucizelerle sonuçlanan şamanik şifa çalışmaları gördüm.
Şifacı, hastaya farklı ruhani araçlarla öyle net bir ayna oluyor
ki, kişi varlığında tuttuğu geçmiş birikimlerin acısını o
an duyumsamaya, kabul etmeye, bağışlamaya ve bırakmaya başlıyor.
Bunu bedensel, zihinsel, ruhsal bir şifalanma ve dönüşüm
izliyor.
Doğru zamanda ve yerde, doğru niyetle alınan Ayahuasca ya da
DMT5MEO insanın bilinçaltına öyle temiz bir ayna oluyor ki, insan
bilinçaltının tüm acısına şahit oluyor. Şahit olmak, kabul
göstermek ise geçmişin birikimini arındırmaya başlıyor.
Bugün dünyada öyle üstatlar var ki, bir tanesinin karşısına
otursak ve gözüne baksak, belki içimiz dışımıza çıkana dek
ağlarız; Öyle güçlü bir ayna; bize bir bakışıyla hem egomuzu
hem ruhumuzun ışığını gösterir.
Dünya dönem sonlarına mahsus olan ruhani uyandırıcı ve
arındırıcıların bolluğunu yaşıyor.
Vipassana’nın anlatım şeklinden ötürü bu gün 10 günlük
vipassana meditasyona giden kimselerde fark etmeden büyük bir stres
oluşuyor. “Aman bu tek şansım, çok iyi kullanmalıyım.”
Evet 10 günlük vipassana inzivasına gidebilmek çok özel bir
deneyim dönüşüm için ama asla son bir şans değil ve tek yol da
değil. Onun için on günü atlatan bazı kişiler sevinemiyor.
“Başarabildim mi? Oldu mu? Başaramadım galiba...”
Onlardan biri bu satırları okuyorsa, İan ve Cameron’a söylediğim
gibi: Başardınız bile. Kendinizi kutlayın. Yükseliş on günle
sınırlı bir tek sınav ve şans değil. Kalbinizin çağırdığı
her yönde ilacınız sizi bekliyor.
Tekniği anlatan Goenka Hocamızın (Rahmetli) bir tavsiyesi var. Bu
tavsiyeyi minik bir hikayeyle anlatmış:
Annesi çocuğa bir kase sütlaç yapıp vermiş. Tatlıyı yerken
çocuk içinde siyah küçük ve sert birkaç minik şey bulmuş. Bu
ne demiş annesine; taş mı? Annesi onun lezzetli bir baharat
olduğunu, onunla birlikte yemesinin iyi olduğunu söylemiş.
Çocuksa asla yemem o taştır diye direnmiş.
Annesi bunun üzerine, iyi madem öyle o siyah taşları çıkar da
öyle ye; ziyan etme; geri kalanı saf sütlaç demiş.
Goenka ji hikayeyi anlattıktan sonra şöyle tavsiyede bulunmuştu:
Bu tekniği size kazandırabilmek için burada size bir sütlaç
pişirdik, sunduk. Onun içinde bir taş bulduğunuzu düşünüyorsanız
tekniğin hepsini çöpe atmayın. O taşı kenara çıkarın ve
Vipassananın geri kalan saf tadını alın.
Ben öyle yaptım; gitmiş ve gidecek olan herkese de aynı şeyi
tavsiye ederim. Teknik çok saf, güçlü ve gerçek lakin
anlatım-sunum şeklinde gördüğüm ve belki de benim henüz
anlamaya yetecek kadar bilincim olmadığı için böyle
yorumladığım- taş sandığım bir durum oldu(tekniğin tek yol
olduğunun verilmeye çalışıldığı hissi).
Onu kenara ayırdım, vipassanayı sunulduğu kaptan çıkartıp
içime aldım hem de sonsuz bir şükran hissi ve göz yaşıyla.
----------
Beşinci yazı kısmetse bir hafta içinde.
Auroville hakkında da yazmak istediğim şeyler var ve sırasını bekliyorlar.
Mathrimandir
Aşk olsun Hu.