Monday 20 February 2023

67. Acının, İhanetin, Şifanın boyutları ve Cennet Dünya




 Acının boyutları, İhanetin boyutları, Şifanın boyutları ve Cennet Dünya


Pek çok boyutu olan bu büyük konuyu 3 bölüme ayırdım. Böylece her bir bölümü bitirdiğinizde duraklayıp, içinizde dokunduğu noktaları ve notaları hissedip, yazının gerçek amacına varmasına izin verebilirsiniz. 



Bölüm 1

------------


Ölenlerimize de kalanlarımıza da hakikat diliyorum, ilahi aşkın şifasını diliyorum.

Vefat edenler ve hayatta kalanlar için sanskrit dilinde bir dua, bir mantra:


Asato ma sadgamaya / Om Yaradan, götür buradan

Tamaso ma jyotirgamaya / Rüyadan hakikate, Karanlıktan aydınlığa

Mrtyorma amrtam gamaya / Ölümden ölümsüzlüğe

Om shanti shanti shanti. / Om Huzur huzur huzur ...Huuu


---

Bu yazı illüzyonun ötesine birlikte geçişimiz dileğimdir.

Bu yazı illüzyonun ötesine geçişimiz için duamdır.

Anlamak özgürleştirir. Neleri anlamamız mümkün bütün bu yaşananlardan?


Hala yaşıyorsak, hayat denilen bu rüya bizim için devam ediyorsa o zaman yaşananların özüne bakabilmek, oradan bilgelik kazanabilmek, bu kazanımlarla dönüşebilmek, yeni bir ben olarak yola devam edebilmek güzel olmaz mı? Tabii ki güzel olur. 

Her birimiz farklı yollardan-yaşamlardan-karmadan bu ana varmış sonsuzluk yolcularıyız. Her birimiz farklı duygusal ve düşünsel yüklerle yüklüyüz ve bilinç açıklığımız da birbirinden farklı. Bu sebeple yaşananlara derince bakabilmek ve illüzyonun ötesine geçebilmek hepimiz için benzersiz bir süreç. 

Kimi için aylar, kimi için günler yeterli olacak; kimi için de ömür yetmeyecek.

Bu yazı dileyenlerle, arayanlarla, hazır olanlarla birlikte kuş uçuşu uçmak ve yaşananlara hem yukarıdan-uzaktan, hem içeriden-merkezden, hem illüzyonun ötesinden bakabilmek için bir davet, bir araç. Bu daveti kabul edenlerle birlikte devam edelim bu cümle itibariyle. Evrensel kanunları hatırlayarak başlayalım.


1- Her şey sürekli değişir; doğar, büyür, geçer, dönüşür. Kalıcı olan ve asla değişmeyen hiç birşey yoktur Kutsal Ruh'dan başka.

       Acımız var, acı. Öfkemiz var, öfke. Doğduğumuz andan beri nice zorluk, nice duygu doğdu, büyüdü, geçti, dönüştü. Bu da geçecek. En karanlık an dahi geçecek. Ne kadar sonsuzluk gibi gelse de bu dünyada duyulabilen sonsuzluk ve zamansızlık bile geçici.

Bu duyguları duyumsadıysak bu iyi bir işaret. Demek ki depremde zarar gören tüm insanları çocuğumuz, kardeşimiz, annemiz, babamız, bizden bir varlık, ailemizin bir ferdi gibi görebildiğimiz ve ya buna yakın bir bilinçte olduğumuz için. Kendimizden başka varlıkları umursadığımız, onların başlarına geleni bir aile problemi gibi sahiplenebildiğimiz için. Evet üzgünüz ve öfkeliyiz. Çünkü insan ailemizin fertleri adeta bir cinayetle hayatından sökülüp alındı. Büyük bir ihanet, büyük bir günah söz konusu. 

İhanet günahı, yaşanan realitenin o kadar çok boyutunda mevcut ki... İnsanın kendine ihaneti, İnsanın doğaya ihaneti, İnsanın Bütüne ihaneti... Olmakta olana en yüzeysel boyutundan bakmaya başlayıp içe doğru hareket edelim. Önce yüzeye bakalım, görelim, anlayalım, sonra içe doğru bakalım ve görünenlerin bizdeki kaynağını bulalım. O en yüzey-dış boyutta, neredeyse her kesin görebildiği bir gerçek var: İnsanın bütüne ihaneti. 

Binaları yapanlar malzemeden çalmışlar. Binaları yapanlar adeta fabrika bandından markete sürülen ürünler gibi üniversitelerden toplumun içine pompalanmışlar. Birilerine, insan yaşamına kutsal yuva olacak evleri yapma izni satılmış ve diplomalarıyla da belgelenmiş. Belki bazısı da o izni bir okul bile bitirmeden satın almış. Kutsal meslekleri icra etme hakkı parayla alınıp satılır olmuş. Okullu ve ya okulsuz herhangi birinin layık olmadan din görevlisi, öğretmen, doktor ya da devlet başkanı olmasına izin verilmiş.

İnsanın hizmet halinde olduğu her meslek kutsaldır ve liyakat ister. Layığıyla mesleğini icra edenler kutsal birer görev gerçekleştirmiş olurlar ve bütüne faydaları dokunur. Bu ister çöp toplayıcısı olsun, ister bir zanaatkar, ister pilot ve ya mimar...  Hizmetinin gereklerini yerine getiremeyenler ise bütüne zararlar verirler. Günah diye birşey varsa bu büyük bir günahtır.

Bir de mevkilerini-mesleklerini kendi bencil çıkarları uğrunda kullanarak göz göre göre bütüne zarar verenler vardır. Mesela çürük bir binaya sağlam raporunu satan bir denetçi ve onun rüşvetle beslediği piramidin tepesine dek uzanan amirleri. Yukarıdan aldığı emirlerle suçları örten bir polis ve ya hakim. Kazandığı parayla körleşmiş ve ilaç firmalarının sözcüsü haline gelmiş bir doktor...Bunlar ise şeytana ruhunu satmış olanlardır.

Ortada günahkarlar, küçük şeytanlar ve büyük şeytanlar var. Ortada hayatlarını yitirenler, akrabalarını yitirenler, evlerini, yurtlarını yitirenler, ortada aklını yitirenler, toplu depresyona giren bir millet ve dahası ve dahası... Bunların hepsi ortada duruyor. Herkesin görebildiği bir yerde; hakikati ararken bulabileceğimiz en dış çemberde; öyle derinlere bakmadan hemen görüverdiğimiz şeyler... Tabi bunu bile göremeyenler var ama onlar bu yazıyı da göremezler ve şimdi burada değiller.

 Onlar olanları bizler gibi sahiplenmedi de zaten.  Onlar toplu bir hipnozun içindeki en derin uyuyanlar, en hissizleşmiş olanlar. 

Sözüm bize. Olan olduğu gibi oldu ve şimdi buradayız. Şimdi hem acı, keder hem de öfke var ve biz tutundukça var olmaya devam edecek. Yas türlü duygularıyla bir tutma, tutunma ve bırakma süreci. 

Göçüp gidenler o kadar değerli ki onların gidişiyle ortaya çıkan duyguları bırakmak onlara ihanet sanki.

Evet fark ettiniz. Uyumak ihanet gibi geldi. Yemek yemek, gülmek ihanet gibi geldi. -Bir insan ailesi ferdi- binlerce ton molozun altında can savaşı verirken başka türlü olamazdı sizler için. İlk andan itibaren harekete geçtiniz. Elinizden gelen neyse onu yaptınız. Kim ne yapabiliyorsa, gücü neye yetiyorsa kader planının en onurlu yolunu yürüyerek üstüne düşeni yaptı ve hala yapıyor.

Kimi taşları kaldırdı, kimi vatanından binlerce kilometre uzaklara gelip karanlık dehlizlerde hayatını tehlikeye atarak süründü; karanlıkta ışık oldu, umut oldu. Kimi gece gündüz yardım merkezlerinde çalıştı, kimi deprem bölgelerinde kendi aracıyla yardımları ulaşılamayan yerlere ulaştırdı, kimi bağış yaptı, kimi bağış toplayıp toplumun içinde bir dayanışma köprüsü oldu, kimi kaosun hakim olduğu alanlara gidip organizasyon getirdi. Kimi bedeninden savrulmuş kayıp ruhları bedenlerine geri getirdi, kimi göçüp gidenleri ruhlar aleminin kapılarına kadar geçirdi ve uğurladı. Kimi deprem alanında oluşan negatif enerji vortekslerine gece gündüz ışık demirledi. Dualar, meditasyonlar...Kimileri bilmeden gece uykusunda bile çalıştı ve sabah bitap uyandı. 

Hem maddi hem manevi olarak, onurlu yolun yolcuları olan sizler neyi yapabiliyorsanız üstünüze düşeni yaptınız. Hala yapılacak çok şey var, farkındasınız. Ama bir durup nefes alın. Bir an dinlenin. İnsansınız. Kendinize iyi bakmazsanız kutsal olan hizmetlerinizi yarıda bırakıp bu bedenlerinizden uçup gidebilirsiniz de.

Evet insanız ve Yaşananları sahiplendik. Yaşananla ortaya çıkan toplu acıyı ve öfkeyi hep birlikte tuttuk. Ama yavaş yavaş tutuşumuzu gevşetelim, yavaş yavaş bırakalım. Yavaş yavaş. Biliyorum kiminiz çok erken diyor içinden. Bu senin hissinse senin için öylesi daha hayırlıdır kardeşim. Şimdi öyle hissedenler olarak o ağır duyguları yavaş yavaş bırakalım göğsümüzün ortasından ve ışığımızla dolduralım göğsümüzü her nefesimizde. Işığımız parlasın dünyada. Gülümseme dönsün dudaklarımıza. İşte o zaman toplumsal acının, kaosun dönüşümünde yine kritik bir görevi bilmeden yerine getirmiş olacağız. Bu tutuşu bırakmak ihanet değil. Bu tutuşu bırakmak evrensel yasanın gereği. Her şey doğar, ilerler, geçer. Bu acı da doğdu ve geçiyor ve yeni bir şeye dönüşüyor. Dönüştüğü şey ise tüm varlıkların hayatını önemseyen, umursayan yeni bir insanlık. İnsanlık hep acı halindeydi. Bir yerlerde hep açlık vardı, hep savaş vardı, hep acımasızlıklar, felaketler, kazalar vardı. Birçok kimse bu deprem vesilesiyle acıyı fark etti, ilk kez bu derece umursadı. Evet insanlığın kollektif bilincinde tutulan acıyı duyumsamak, yaşamak yükselen bir bilincin şefkatli enerjisinin doğası. Bu tutuşu, bu sahiplenişi bırakmak ve yasın içinden bilgeliğinle ve öz ışığınla çıkmak seni umursamaz değil daha gerçek bir anlamda her şeyi derinlemesine umursayan kutsal bir varlık haline getirecek.

Bu tutuşu bırakmak gerçek ihaneti ve günahı unutacağız demek hiç değil. Onlar dünya yasaları gereği vakti geldiğinde yargılanacak ve hakkettikleri cezayı alacaklar. Bilelim ki işledikleri suçlar ne kadar büyük olursa olsun hepsinin sebebi bir ve aynı. Kendilerini bilmemeleri, özlerini bilmemeleri. Yoksa her zerrenin Yaratan'dan olduğunu, Her zerrenin Yaratan'ın sevgisi olduğunu anlamış, kavramış ve bilmekten de olmaya yükselmiş olsalardı nasıl olurdu da diğer insan kardeşlerinin ve dünya annelerinin canını yakmak uğruna bencil amaçlar güdebilirlerdi?

Çarmıha gerilmek üzere olan İsa kardeşimin sözü şöyleydi: "Bağışla onları Baba, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar."

Ve bu söz şimdi buna dönüşüyor:  "Bağışla onları kardeşim. Onlar kim olduklarını bilmiyorlar. Onlar nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini bilmiyorlar." 

Ah bir bilseler...

Ah! Onlar için de acı yükseliyor kalbimizden. Onlar kendilerini cezalandırdılar bile. Kader denilen şey, özgür irade ile yaratılan seçimler silsilesinin sebep olduğu sonuçlar silsilesinin başımıza gelişidir. Acı doğuran kimse tatlı tadamaz. Acı doğuran acıyı yaşayacaktır. Ki sonunda tattığı acılar insana gerçekten ne olduğunu, nereden geldiğini ve nereye doğru gittiğini öğretir. O zaman vicdan gerçek acıyla kavrulur, en samimi şekilde af diler ve kollektife verecekleri gerçek hizmetlerle zararı tersine döndürme yolunda aktif görev yaparlar. Ama o vakit gelene dek yaşayacakları çok büyük acılar vardır. 

Acılardan geçtikçe gelip geçici olan şeylere tutunuşunu, bencilliğini, umursamazlığını ve bunun sonuçlarını fark eder insan. Sonra bunun bir rüya olduğu farkındalığı uyanmaya başlar. Sonra Rüyanın ötesinde Tanrısal bir zerre olduğunun farkındalığı doğar. Sonunda  Tanrısallığını görüp, Tanrısallığından bir yaşam doğurmaya başlar insan. Bağışlanma ve bağışlama gerçekleşir. O zaman birliğin ve aşkın yaşamı başlar. 

Acını gevşet kalbinden kardeşim. Bu ihanet değil. Çeneni gevşet. Bırak gözlerindeki ve boğazındaki düğümler çözülsün. Aşkın sıcak suları damlasın yanaklarından, kalbine. Yaşananı olduğu gibi kabul et. Yaşanan olduğu gibi yaşandı.

Sahiplendin dedik. Sen de gelip geçen bir şeysin bedeninle, zihninle, hikayenle... Gerçek olmayan birşey nasıl olur da gerçek olmayan başka birşeyi sahiplenebilir.

Bırak tuttuğun her şeyi. Hepsi bir rüya. 

Tuttuklarını bıraktığın ölçüde gerçek sen çıkar ortaya. Daimi olan, Yaşamın Aşk Halidir O. Gelip geçenlerin, gelip geçici dünyasında daimi olan tek şeydir O: 

İlahi Aşk 


Bu bölümü 9 yaşındaki Maya'nın geçen gün yazdığı şiirle noktalamak istiyorum ki bu yazıya da ilham olanlardandır...


"Her şeyin rüya olduğunu anladığım gün hayatım çok değişti

Ben çok şanslıydım

Sevildim ve sevdim de

Onun için teşekkürler

Teşekkürler"


Not: Maya'ya sordum: Maya ne zaman farkettin ki yaşamın rüya olduğunu.

Maya dedi ki: Galiba doğduğumdan beri biliyorum. Yani fark ettiğim zaman başka bir zaman. 


Bu şarkıyı tutunduklarımızı bırakabilmemizde bir araç olması niyetiyle yazmıştım. Siz de o niyetle kendi içinize bakarken dinlerseniz size hizmet eder. Ve öyle olsun.

Aşk olsun

Link: https://soundcloud.com/gokhan-atis/birakmakletting-go



Bölüm 2

-------------


Daha iç bir çembere girelim hakikati arayışımızda. İnsanın kendine ve doğaya ihaneti. Dünya ve ülke nüfusuyla kıyaslanırsa pek az sayıda insan bu daha iç çemberin farkındadır.

Depremden sonraki 4 ve ya 5. gündü. Sosyal medyada bir kardeş acı içinde veda ediyordu dostuna. İsmini arattım, profil sayfasını buldum. Bunu yapmak için içimde büyük bir çekim gücü duymuştum. Sayfasına vardığımda çoktan kalbim acıyla dolmuştu. Onu uğurlayanlardan olmak istemiştim. Adını andığımda tanıdıklık duygusu geldi. Yaşamı ruh bilgeliğiyle, sevgiyle, şefkatle süren insanlara has olan bir tad-bir koku vardı onda. Son paylaşımına baktım; depremden yaklaşık 5 saat önce yapmıştı. Şöyleydi:

"Bana ne olursa, kayıtsız şartsız ne olursa, bundan ben kendim sorumluyum. Ben sorumluyum, kesinlikle” diyebildiğin anda, kendi özünün hakimiyetini eline geçirirsin.-Osho."

Sena Özlem Atahan dünyadan ayrıldığı güne dek ruhundan gelen bilgeliği aktarmış, ışıkla çalışmış bir şifacı ve yol göstericiymiş. Bir kere de buradan huzurlarınızda, dünyada aşkla yaptığı tüm hizmetler için kendisine, ruhuna, ışığına teşekkür ederim. İyi ki olduğu kişi olmuş ve bizimle hayat denilen o bir An'ı paylaşmış. 

    Getirdiği, ilettiği bu son mesaj üzerinde düşünmemiz gerek.

    Biliyorum ki O da bunu yapmamızı istiyor. Hayatının bize iletebildiği son mesajı üzerinde düşünmemizi, hissetmemizi, derin sezgilere varmamızı diliyor. 

"Bana ne olursa, kayıtsız şartsız ne olursa, bundan ben kendim sorumluyum. Ben sorumluyum, kesinlikle” diyebildiğin anda, kendi özünün hakimiyetini eline geçirirsin."


Bir başka evrensel yasayı hatırlayarak devam edelim.

2- Yansıma yasası


Dışımız diye gördüğümüz yer içimizin yansımasıdır. İçimizden dışımıza yansıyabilecek çok şey vardır. Bütün geçmişin bir toplamı vardır orada. Dışımızda gördüğümüz güzellikler içimizdeki parlak enerjilerin, güzel değerlerin bir yansımasıdır bize. Dışımızda gördüğümüz ve kabul etmediğimiz -edemediğimiz her karanlık-her kötülük- her olay ise içimizdeki parlaklığını yitirmiş, sıkışmış, kararmış enerjilerin -değerlerin bir yansımasıdır.

Baktığımız bakabileceğimiz her yön bir aynadır bize. Böylece insan ne olduğunu ve ne olmadığını anlayabilmesi için sonsuz aynayla çevrelenmiştir. İşte bu nedenle yalnızca ilahi adalet vardır her yönde.

İnsan kendi içinin yansıması olmayan hiç bir şeyi yaşayamaz. Bu bir felaket bile olsa... Bu bir cinayet bile olsa... Ne olursa olsun yaşadığın her şey senin gelmiş geçmiş tüm seçimlerinin bir son sonucudur. Seçtiğin yollar seni bir katilin silahının önüne getirdiyse bunda suçlu katil değildir. Suçlu sen de değilsin. Suç da yok zaten daha yüksek bir pencereden bakıldığında. Saf deneyim var yalnızca. Kurşunun silahtan çıkışını gördüysen bunda bir tesadüf yoktur. Soğuk gerçekler vardır. İçindeki hangi değerler -hangi enerjiler seni o kurşunun karşısına getirdi. Birçok geçmiş hayatımız var. Olabilir ya biz de geçmişte bir noktada belki birine silah doğrultmuşuzdur... Olur ya belki biz de görevimizi bilerek ve ya bilmeyerek kötüye kullanmışızdır ve bu birilerinin hayatına mal olmuştur. Olur ya belki biz de hakketmediğimiz bir devlet-yönetim mercinde bulunarak maddi manevi zararlara sebep olmuşuzdur. Bilmiyoruz. Geçmiş yaşamlarımızda neler yaşadık, neler doğurduk bilmiyoruz.(Burada insan bedenine gelerek büyük toplumsal acıyı kendi karması olmadığı halde bizlerle birlikte gönüllü olarak taşımı-yaşamış, bu yolla insanlığın toplu karmasının bırakılmasında rol oynamış belki yüzlerce görevli ruhu tenzih ederim. Onlar çok büyük hizmette bulundular tüm acıları göze alarak.)

Bu AN geçmişten getirdiklerimizin önümüze döküldüğü bir kapı. O zaman bu anda yaşananlar, geçmişimizdeki seçimlerimizin bize bir aynadan geri yansıyışı gibi ters istikametten gelip önümüze dikiliyor. 

Bu andaki içinde bulunduğumuz realiteyi anlayabilmek için tüm geçmişimize bakmamız gerek.

İnsanın belki en büyük günahı umursamazlıktır. Yalnızca kendisini düşünürken insan birlikten kopmuş bir parça gibidir ve bu hem kendisini hem de parçası olduğu topluluğu zayıflatır. Zayıflayan bireyleri ve toplulukları bölüp, parçalara ayırıp kendine köle eder şeytani aklın hizmetkarları.

Geçmişteki umursamazlığımızın doğurduğu bir sonuç var. İnsanlık ailesi olarak din-dil-ırk-millet gibi parçacıklara böldürttük kendimizi. Tamam, haksızlık da yapmayalım geçmiş benlere. Bilincimiz ancak o kadarına yetti o vakit. Benden başlayıp bize doğru gider evrim yolu. O vakit bendeydik, bencillikteydik.

O şeytani aklın hizmetkarları, efendileri adına biz insanlığı perdenin arkasından yönete durdu. Bizim güçlerimizle beslendiler maddi ve manevi. Bizleri korkuyla yönettiler. Gerçek yüzlerini de hep sakladılar.

A, B ve ya C partisine oy verdik ve özgürce seçtiğimizi sandık. Oysa A, B ve ya C'ye de nüfus etmişti karanlık. Bazen isteyerek-bilerek, bazen istemeyerek, bazen çeşitli tehditlerle mecbur bırakılarak o şeytani aklın emirlerini yerine getirdi ulusların yöneticileri. (Burada yine görevli olarak gelmiş acı ve ölüm pahasına da olsa hakikatten şaşmamış liderlere ve Atamıza, Mustafa Kemal Atatürk'e de sonsuz şükür.) 

O şeytani aklın hizmetkarları insan ve toplum psikolojisine, duygularına, iradesine ne kadar nüfus ediyor olsalar da yetmiyor ve daha fazlasını istiyorlar. 

İradenizin tamamını istiyorlar. Bu güne kadar televizyonuyla, müziğiyle, kitabıyla sübliminal mesajlar ve büyüler yoluyla, düşünce akımları ve inanç sistemleriyle ve sayısız başka araçlarla kısmen kontrol edebildilerse de insanlığı artık tam kontrol gücünü istiyorlar. Artık bir kumandanın düğmesine basarak diledikleri varlığın hayatını bitirip, bir düğmeye basarak dilediklerini yaptırabilmeyi istiyorlar. Tabii binlerce yıl süren bu planı fark edenler oldu, karşı duranlar oldu, ona karşı organize olan, ona karşı toplumları uyarmaya çalışan, ona karşı maddi manevi mücadele veren gruplar oldu. Ve hala sürüyor bu mücadele. Hala buradalar, hala buradayız. Hedeflerine çok yaklaştılar.

(Hayır kaybolmadık yazının içinde. Hatırlatma: Bu anda içinde olduğumuz dünya realitesini anlayabilmek için geçmişe bakıyorduk.)

Ne kadar yaklaştılar hedeflerine anlamak için dönüp bir bakalım yakın geçmişe.

Virüslerle oynayıp, diledikleri kadar insanı öldürüp, bu da ilacınız deyip insan bedenine ve çakralarına zarar verip, yarattıkları korkuyla insanlığı dijital bir kimlikle bir sisteme bağlamayı denediler-deniyorlar.

Öyle bir sistem ki o dijital kimlik sizin dijital paranızı da tutsun, kan basıncınızdan kan tipinize, hastalıklarınızdan psikolojik durumunuza dek tüm bilgilerinizi içerip, üzerinizde tam kontrol kurabilecekleri bir dijital kölelik sistemi. Uyumakta olan toplumlara bilimi yeni bir din gibi kabul ettirip, görevini tamamlamış eski dinleri de yavaşça ortadan kaldırmak... 

Bu planın bir parçası olarak, son yüz yıl boyunca insanın doğadan kopmuş bir yaşam sürmesi için şekillendirildi toplumlar; şehirler öyle, yiyecekler öyle, eğitim öyle, sağlık öyle...

Daha farklı olamaz mıydı? Mesela Nikola Tesla'nın sıfır noktası enerji jeneratörü dünyaya yayılsaydı bugün nasıl bir dünya olurdu? Bu gün her teknoloji bedava sonsuz sınırsız bir enerjiyle çalışıyor olsaydı, o enerji ile çalışan robotlar çalışıyor, üretiyor olsaydı ve insan tüm hayatını bağlantı halinde olmaya adasaydı... Doğayla, sevdikleriyle, kendiyle, ruhuyla bağlantıda...  O zaman köle gibi yaşar mıydı faturaları için?

İnsan kendisine dayatılan bir toplum düzeninin içine hapsolmuş üstelik bunun için sürekli vergi ödüyor, kira ödüyor, fatura ödüyor, sonunda canını ödeyip çıkıyor...

Enerji bedava ve sonsuz olsaydı paraya ihtiyaç da olmazdı. O zaman Her kes sadece sevgiden ötürü gerektiği yer ve durumlarda birbirlerine hizmetlerini sunarlardı. 

Öyle bir toplumda insanlar kibrit kutusu gibi dizilmiş dairelerde, hapsedilmiş varlıklarının sembolü olan, hapishaneyi andıran bina ve evlerde yaşamazlardı. O zaman insanlar değerli oldukları bilincinde, kendilerine bu değeri yansıtan evlerde yaşarlardı. Bunlar insanla ve doğayla dost, bağlantılı, güvenli, konforlu, sevgi hissi uyandıran, şifalı evler olurdu. Kenevirden olurdu mesela...

Dünyanın ve galaksinin döngüleriyle uyumlu evler olurdu... 

Bu büyük şeytanlara kontrolü kim verdi?  Ben sadece 30-50-70 yaşında bir insanım.. Bu binlerce yıl sürmüş hikayede benim payım olmuş olamaz, demeyin...

Reenkarnasyon var. Bizzat yaşadığım içsel-meditatif deneyimlerden biliyorum.  Bu büyük karanlık oyunun kurulmasında bu anı paylaşan bizlerin, umursamazlığımızın, bencilliğimizin payı var. Diyorsanız reenkarnasyona inanmıyorum, kollektifin sadece bu hayatlarımızda yarattığı umursamazlık bile yeterli belki...

Bugün olan bu felakette bir yanımız suçluluk duyuyor. Çok sübtil, çok derinde bir enerji... Duyabiliyor musunuz? Eğer bu dünyada gördüğümüz her şey bizim bir yansımamızsa o zaman önce bir kabul edelim yaşananlardaki sorumluluğumuzu. İşte o zaman umursamaz-bencillikten çıkmış oluruz tam olarak. İşte o zaman benden bize doğru bir zıplama yapmış oluruz.

Sayısız varlığa acı veren bu deneyimdeki kendi payımızı bilmek, kabul etmek ve şimdi bunu değiştirebilmek için ne yapabilirim kardeşim diye sormak, yapabileceğimiz en hayırlı şey olur doğrusu.

Bunu değiştirebilmek için ne yapabilirim?

Öncelikle kendimi bağışlıyorum. Yaşananlardaki kendi payımdan ötürü kendimi bağışlıyorum. Bütün günahkarlar gibi benim de yaptığım tüm günahların tek sebebi kendimi bilmeyişimdi.

Ben şimdi Yaratan'dan bir ışık hüzmesi, bir bilinç kuşağı olduğumu içsel olarak hissetmeye ve sezmeye başlamış, bütün varlıkları kendime aile kabul etmiş bir varlık olarak kendimi bağışlıyorum ve bize soruyorum:

Ne yapabilirim bu gidişi değiştirmek için?

İşte bu şekilde kendi özümün hakimiyetine yaklaşıyorum. Ben kutsal Ben , An Bu An. Ve hazır olan bütün kardeşlerimi de dönüşüme davet ediyorum. 


Gelelim Doğaya ihanetimize... Bizleri yöneten o akıl bizleri doğadan ve doğal olan herşeyden koparmaya çalıştı dedik ya... Yepyeni teknlojilere ihtiyacımız var. Ve biz değiştikçe ve talep eder oldukça gelecek de.

Dünyanın bağırsaklarını boşalttık ve arabamıza yakıt , sobamıza yakacak ettik. Her bir varlık dünya Annenin bir hücresi. Ölen hücreler bedenlerini bırakıyorlar aldıkları yere, Dünyaya. Geçmiş varlıkların bedenleri ve hikayeleri Dünyanın fiziksel ve bilinçsel sindirim sürecine giriyor. Sonra insanlık o sindirim sürecine müdahele edip fosil yakıtları çıkarıyor. Atmosferi kirletiyor, onunla plastik üretiyor, plastik tüketiyor, plastik tüm dünya sularını kirletiyor, kirlenen nehirler, denizler dünyanın kanı gibi; sular kirlenince yükselen sular atmosferi de zehirliyor, asit yağıyor, Dünyanın eti kemiği yanıyor, dünya toprakları verimsizleşiyor. Dünyamızı hasta ettik. Çok şey söylenir ama bu özet.

 Dünya annenin kendini iyileştirmeye gücü ve yeteneği var. Ama şeytani akıl ona da müdahele ediyor. Ayrıca içine hapsolduğu zindana aşık olmuş olanlar da çok. Konfor alanı deniliyor o alana. Acı dolu bir konfor ama.

Konfor alanında durup birgün dünya değişirse ben de değişirim diye bekliyor bazıları. Ya değişim sert gelirse? Ya dünya anne öksürürse mesela... Dağları yerinden oynar...

Kusarsa mesela? 

Dünya üstündekileri silkeleyip atmış daha önce.  

Dünyanın manyetik kutupları en son 42,000 yıl önce kayarak yer değiştirmiş. Ve Şimdi de manyetik kutuplar kayıyor ve son safhaya gelindi.

(Ben denizciydim 2002-2011 arasında. Gemideki sorumluluklarımdan biri de  manyetik pusulaların hatalarını düzeltmekti. Her geçen sene yaptığım düzeltmenin mikratı büyüyordu. Daha o sene bile manyetik pusula sapması 30-35 derecelere varmıştı belli enlem-boylamlarda. Bu da kabul edilebilir anomalilerin çok üstündeydi.)

Kuzey-güney manyetik kutupları kayıp yer değiştirdiğinde bir manyetik fırtınaya sebep olur. Bütün teknolojiler kullanılamaz hale gelir. Fırtınalar, depremler, denizlerin yükselişi vb.

O küresel karanlık akıl şimdi de dünyanın bu manyetik değişimiyle ortaya çıkan atmosferik olayları bahane göstererek küresel ısınma adı altında bir felaket senaryosuna inandırıp o korkunun gücüyle de toptan bir yönetim elde etmeye çalışıyorlar. Kaçacakları delikleri yer yer dünyanın derinliklerinde ve ya Mars'ta hazırladılar.  Tabii diğer taraf da boş durmayıp bu delikleri bir bir yok ediyor.

Dünyanın gerçek problemine değinmiyorlar. Ortadaki semptomları kendi ajandalarının bir aracı olarak kullanıyorlar. Tıpkı hastanelerde insanlara da yaptıkları gibi. (Öğretilmiş bilginin ötesine geçebilen, doğadaki ve varlıklardaki kutsal şifalanabilme gücüne saygı duyan, özüyle ve doğayla gerçek bir bağlantı halinde olan görevi hakikate ulaşmak olan kutsal bilim insanlarını tenzih ederim.)  

Sürekli hedef şaşırtıyorlar. İnsanlığın dikkatini yalnızca istedikleri noktada tutuyorlar.

Doğaya ihanetin boyutu öyle büyük ki... 

Havaya sıkılan ve uzun saatler iz bırakan kimyasalları hiç merak ediyor musunuz? Neye hizmet ediyor? Neden Güneşle bağlantımızı kesmeye çalışıyorlar? 

Neden insanın doğayla bağını geliştirecek türde bir wi-fi  geliştirmiyorlar da insan beynini yakacak bir 5g geliştiriyorlar? Doğayla barışık teknoloji mümkün mü değil?

Neden yediğimiz içtiğimiz herşeye  kimyasallar karışmış? 

Neden bilgisayarınıza da bedeninize de antivürüs üretiyorlar sürekli ve bunlar virüsleri üretenlerle aynı mı? 

Neden sevgi duygusu hissettiren 432 hrtz olan müzik entrüman frekans standartı, kaos duygusu yaratan 440 hz ile değiştirilmiş? 

Neden sularda ve diş macunlarınızda florür var? 

Neden Florür'ün insan bedenine özellikle de epifiz bezine zararları anlatılmıyor?

Neden hayvan dostlarımız çipleniyor?

Neden Tarım toprakları dev şirketlerce satın alınıyor? Neden çiftçiler ve küçük esnaf bitiriliyor?

Neden deprem yaratabilme gücüne sahip sismik silahlar geliştiriyorlar? (Bakınız Haarp)


Dünya annemizi yaraladık yaşam biçimimizle. Onu hasta ettik. Ve O şimdi kendini iyileştiriyor. 

Bazen kırılan bir kol, bacak ya da arıza yapan bir kalp büyük bir duygusal enerjiyi dönüştürmemize yardımcı olur. Dünya için de bu böyledir. Fayları kırılıyor. Biz neredeydik evlerimiz fayların üstüne yapılırken:

Çaresiz duygulardaydık. Hayatın mecbur bıraktığı bir vatanda, ailede-düzende-sistemde, mağdur hissettiğimiz, başka türlü bir hayatı hayal bile edemediğimiz, borçlandırılmış, yorulmuş, doğadan kopmuş, minik bir konfor alanına -bir yuvaya sığınıp hiç bir dünya problemine samimice bakamadığımız bir yerdeydik. Sakın yanlış anlaşılmasın: Bunları depremde yaralanan, vefat eden kardeşlerimize ithafen söylemiyorum.  Bunu hepimize söylüyorum. 

Bu yaratım hepimizin, tüm insanlığın ortak yaratımı aynı zamanda. Bugün oradaki kardeşlerimizin başına geldi felaket, yarın başka bir yerde, ondan sonraki gün bizim başımıza gelebilir. 

 Bencillikten bize doğru giden yolda, Biz'e-Bir'e en yakın noktadayız şimdi. Biz olmak üzereyiz. Bir olmak üzereyiz.

Bu öğrenilmiş çaresizlikten çıkma, silkinme , uyanma ve biz için ne yapabilirim diye sorma vaktindeyiz.

Evet şimdi depremde incinen kardeşlerimizin acil ihtiyaçlarının giderilmesi zamanı. Ama aynı zamanda biz için ne yapabiliriz diye düşünme zamanı. Ki o Biz: Ben, ailem, tanıdığım tanımadığım tüm insanlar, tüm hayvanlar, tüm taşlar ve bitkiler, Dünya anne ve Galaktik aile...

Bir insanın bütün için yapabileceği en iyi şey kendi içine bakması, olan herşeydeki sorumluluğunu alması, kendini bağışlaması ve içsel bir yürüyüş ile kendi özüne doğru yaklaşmasıdır.

O yürüyüşle çaresizlik ve mağduriyet duygularını da, kederi, acıyı ve öfkeyi de fark edip, kabul edip, bağışlayıp ilahi gücümüze, Aşk'a dönüştürme zamanı. Bu ana kadar ertelediğiniz kalbinizden gelen ne varsa yapın. Gördüğünüz gibi tutunduğumuz her şey geçici. Belki o ertelediğiniz şeydir Birliğe olan kutsal hizmetiniz.

Kutsal hizmet Öz'de -Öz'le- Öz'den olmaktır. O Bildirir ne zaman harekete geçip ne yapmamız gerektiğini ve aşk olur.

Şimdi dünyanın her yerinde büyük acılardan uyanmaya başlayan insanlar Özlerine doğru , birliğe doğru yürüyorlar.

O şeytani aklın asla durduramayacağı, planların üstündeki plan bu. Uyanan insanların yeni bir bilinçle, yeni bir teknolojiyle, yeni bir dünya yaşamı kuracağı, yeni çağın kapıları önümüzde ardına kadar açık.

Ve biz binlerce yıldır içinde yürüdüğümüz, karanlık, soğuk bir tünelin sonundayız. El ele, göz göze, kalp kalbe, Aşk ile... 

Acını gevşet kalbinden kardeşim. Bu ihanet değil. Çeneni gevşet. Bırak gözlerindeki ve boğazındaki düğümler çözülsün. Aşkın sıcak suları damlasın yanaklarından, kalbine. Yaşananı olduğu gibi kabul et. Yaşanan olduğu gibi yaşandı. Şimdi yepyeni, şifalı, ışık dolu bir an doğuyor.


İkinci bölümü bitirirken hala okumaya devam eden sana kardeşim, yine sesle ulaşmak isterim. Bu şarkıyı "Aşk olsun Kardeşim" diye diye yapmıştım. Belki bugün içindir. 

https://soundcloud.com/gokhan-atis/ask-olsun-kardesim 



3. bölüm 

---------




3. Evrensel yasalardan Titreşim ve Çekim yasaları

Hani sormuştuk, Nikola Tesla'nın sıfır nokta enerjisi o zaman dünyaya yayılsaydı nasıl olurdu diye. Böyle bir şey olamazdı. Çünkü insanın bilinç frekansı henüz o teknolojinin frekansıyla, o olasılıkta bir dünyanın frekansıyla uyumlanamayacak derecede düşüktü. O, bütün varlıklara hakkettiği kıymeti veren dünya üstündeki cennetin realitesi. Oysa değersiz köleler gibi karın tokluğuna çalışan toplumlar ve materyale tapan efendiler öyle kutsal bir hayatın enerjisel frekansıyla uyumlanamazdı. Nikola Tesla bunu biliyordu yine de tarihte görünen bir iz ve ilham bırakmak için, temiz, sınırsız bir enrjinin mümkün olduğunu kanıtlamak için itibarsızlaştırılmayı, kaybetmeyi, yaralanmayı, yok edilmeyi bile kabul ederek görevini yerine getirdi.

Gözlerimiz kuantum altı parçacıklara dek görebilecek olsaydı katı bir bedene sahip olmadığımızı, özümüzde titreşen ışıklar olduğumuzu görürdük. Titreşim halindeki bir enerji frekansıyız. Ve bir enerji frekansı yalnızca uyumlanabildiği enerji aralığındaki olaylarla, insanlarla, koşullarla buluşabilir. Her bir bilinç bir mıknatıs gibi çalışır ve tuttuğu enerjiyi kendisine yansıtabilecek olan enerjilere-olaylara-kimselere doğru çekilir.

O cennet dünya hayali o vakit gerçekleşemezdi. Çünkü titreşimimiz buna izin vermedi. Daha yaşanacak savaşlar vardı. Daha dünyaya ve kendimize yapılacak zararlar vardı. Acı öyle yükseldi öyle yükseldi ki uyku halindeki varlıkları öyle sert sarstı ki, galaksinin merkezinden gelen foton ışınları öyle bombardıman gibi yağdı ki, Güneş patlamalarıyla gelen galaktik enerjiler öyle içten nüfus etti ki, Planlar üstü olan İlahi plan gereği insanlık uyanmaya başladı. Uyanan insanlık olarak herşeyin geçiciliğini, anın sorumluluğunu, değişimin sürekliliğini, Tanrı'nın ışığı olduğumuzu, tüm varlıklarla bir büyük aile olduğumuzu-bir olduğumuzu anlamaya doğru yükseltildik. Her birimizin bilinç frekansı büyük yükselişler yaşadı. 

Büyük yükselişler demek büyük kırılımlar demek. Bizi bir olduğumuz bilincinden, bizi koşulsuz sevgi olduğumuzu bilme halinden alı koyan duygularımız, düşüncelerimiz ve o tıkanıklıkların etki ettiği bedenlerimiz, evlerimiz ve fiziksel çevremiz hepsi kırılmak zorunda kaldı. Ekonomi kırıldı, eğitim kırıldı, sağlık sektörü kırıldı, sonunda yerleşim yerleri kırıldı. Kırılmayan , parçalanmayan birşey kalmadı. Çünkü biz insanlık olarak yumuşak bir geçişi yaratmayı başaramadık.  Böylece fiziksel zorluklar, kırılımlar bilinçlerdeki potansiyel ışığı ortaya çıkarmak üzere vukuu buldu. Dibin dibine inmiş durumdayız insanlık olarak.  Şimdi hepbirlikte o dipten yukarı doğru, ışığa doğru bakıyoruz... ne yarattığımızı fark edip sorumluluğunu almaya başlıyoruz. Birlik olmaya başlıyoruz.

Kalplerimiz tüm insanlık olarak ülke-din-ırk sınırları olmaksızın birbirimiz için atmaya başladı. Dünyadan çığ gibi yükselen maddi manevi yardımlara bakın. Bu bunun işareti. Dünyanın farklı ülkelerinde farklı inançlardan gelen insanlar kendi dillerinde dua etti, acıyı duyumsadı.

İnsanlık olarak titreşimimiz birliğin titreşimine doğru sürekli bir yükselişte. 

Karanlık akıl bunun farkında ve bunu durdurabilmek için en düşük frekanslı yayınlarını yapıyorlar.

(O alanlarda da kutsal görevli varlıklar var. Bu karanlık aklın durdurabileceği bir şey değil bu)

Baktığınızda gördüğünüz realite umudunuzu kırmasın. Gösterilen ve görünen gerçek değil. İnanmanızı istedikleri ve bunun için her türlü manipulasyon aracını kullandıkları hiç birşey gerçek değil.

Gördüğünüz realite moralinizi bozmasın, sizi düşürmesin. yakın çevremizde görünenlere bir bakalım.

Ukrayna-Rusya savaşı üzerinden dünyayı bir nükleer savaşa doğru sürüklemeye çalışıyorlar.

Ukrayna benliğini - Ulus duygusunu kaybettiği için o karanlık aklın kölesi oldu. Nato ve Amerika'nın vekalet savaşını sürüyor. 

Her alanda o karanlık akıl kırmızı başlıklı kızı yiyip onun kılığına girmiş olarak yatakta bize gülümsüyor. 

Orada Ukrayna, orada sıvılar, orada 5g, orada, küresel ısınma kılığına girmiş aynı karanlık akıl oturuyor. 

  İnsanlığı kontrol etmeleri daha kolay olacak bir nüfus seviyesine düşürmek için de tüm silahlarını kullanıyorlar. 

İnsanlığın frekansını yaydıkları korku senaryolarıyla düşürmeye çalışıyorlar.

Bir varlık korku yüzünden karanlığa teslim olursa, kendi benini kendi iradesini ona teslim ederse istila edilmiş olur.  

Ben dediğimiz o irade daha toplumsal seviyede Millettir-Ulustur.

Bir millet gafletle toplu iradesini karanlık aklın hizmetkarlarına teslim ederse ülkeler istila edilmiş olur.

Ve tüm dünya çapında yürüyen plan budur. Bütün ülkeler içten istila edilmeye çalışıyor küresel planın hizmetkarları tarafından. Ama her ülkede Ulusu korumaya yemin etmiş görevliler de vardır. Tıpkı bedeninizi virüse teslim etmemeye karar vermiş al yuvar hücreleriniz gibi çalışırlar ülkenin hücreleri de. 

Görünene aldanmayın. Görünene koşulsuz inanıp güvenmeyin. Görünenin moralinizi bozmasına izin vermeyin. Planların üstündeki Planın sahibi biz çocuklarını çok seviyor ve uyananlar planın önemli görevlileri oluyor. 

Önümüzde bir seçim var. İktidardakiler oyuna karanlık küreselcilerin safından girmiş, zamanla kopmuş ve kendi amaçlarına hizmet eder bir diktatör rejim haline dönüşmüş.

Onların karşısında ise kendi içinde hem küreselcileri hem ulusçuları barındıran bir grup politik parti var. Bu iki grup sırf bu iktidarı indirebilmek için bir süre ateşkes yapmış. İktidarı ele geçirebilirlerse kendi aralarındaki mücadele devam edecektir.

Şu an daha çok küreselci akla yakın gözüküyorlar. ama görünen bizi aldatmasın, moralimizi bozmasın, frekansımızı düşürmesin.

Görünen bizi umutsuzluğa düşürmesin. Frekansımızı yüksek tutmamız o cennet dünya hayalinin gerçekleşebilmesi için şart. Şu an bilebildiklerimiz sınırlı. Evet bu karanlıktan daha karanlık, zifiri karanlık haline dönmüş olan iktidar önce bitmeli.

 Sonra yeni gün bize bizim yeni frekansımızın doğurduklarını getirmeye başlayacak. 

Bilinç frekansımızı yüksek tutmak için kalbimizin dilediklerini gerçekleştirerek yaşayalım. Artık ertelemeyelim. 

İçe ruha doğru dönelim ve gülümseyelim. Evet acıyı duyan bir tarafı var kalbimizin. O hep var olacak. Bir birimizin ve tüm evrenin acısını da duyumsayacağız ama ışık doğuracağız, ışık olacağız, ışık yayacağız.

Hayalimizde dilediğimiz haliyle cennet dünyayı hayal edelim. Bu hayali canlı tutalım ve bu anda yapabildiğimiz en iyi şeyi aşkla yapalım. 

Frekansımız ve hayalimiz uyumlandı, bize doğru çekilmekte.

Bu da bir kaç sene önce yaptığım ve adını "Eve dönüş Çağrısı" verdiğim bir şarkı.

Bir çağrı... Bu yazının da olduğu gibi... Bir çağrı...

https://soundcloud.com/gokhan-atis/eve-donus-cagrisi-cal-for-returning-home



Acını gevşet kalbinden kardeşim. Bu ihanet değil. Çeneni gevşet. Bırak gözlerindeki ve boğazındaki düğümler çözülsün. Aşkın sıcak suları damlasın yanaklarından, kalbine. Yaşananı olduğu gibi kabul et. Yaşanan olduğu gibi yaşandı.



Hu, Om, Aho