Saturday 15 December 2018

50. Son zamanlar



Uyanış yolundaki genç ruhlar zihinde yarattıkları cennet resminden en ufak sarsıntıda düşüyorlar. En ufak sarsıntıda inançlarını yitiriyorlar. Tabii bu da böyle mükemmel.

Yolculuk, inişli çıkışlı bir yolculuk çünkü. Çıktıkları zihinsel cennet resminden düşmeleri, kalplerinin merkezindeki ilahi aşkın cennetine girebilmeleri için bir şans. Bütün hastalıklar, bütün kırılmalar, yıkılmalar, düşüşler zaten bunun için. Yıkım yükselişin temelinde var.

Kollektif bilinçte yıkım yaratan iki olay dikkatime geldi son günlerde.
     1.John of God ismindeki Brezilyalı mucizevi şifacı hakkında bir gurup kadın toplanıp taciz ve tacavüzden dava açmış

     2.ülkemizde ufo gerçeğini halka anlatmayı görev bilmiş olan Sirius Ufo Araştırma’nın kurucusu ve başkanı Haktan Akdoğan, yol arkadaşı olan Erhan Kolbaş’tan ayrılmış. Çünkü Erhan Bey son kitabında bir gurup insanın seçilmiş olduğunu ve dünyayı yıkan olaylar zinciri esnasında binlerce uzay gemisinin inip yalnızca seçilmiş olan bu insan gurubunu kurtaracağı ve bu gurubun daha sonra yükselmiş bilinçleriyle dünya cennetinde yaşayacağını (kaba hatlarıyla böyle) yazmış.

Bu olayların kollektif bilinçde nasıl bir etki yarattığını kendimi dinlerken sezebiliyorum.

Henüz erken ruhaniyet evresine bile girmemiş tamamen zihinde yaşayan bir gurup insanda : “Yaaa, gördünüz mü, sizin ruhaniyet dediğiniz bu” şeklinde bir etki ve ruhaniyet yolundan bir adım daha uzaklaşarak zihinden ibaret alemlerinde bir nebze daha katılaşmak…

Genç ruhanilerde ise bir inanç ve umut kırıklığı, bir düşüş, soğuma ve uzaklaşma.

++++
Olan her şey bütünün hayrına, bütünün evrimi için…
Derin nefes, olanı olduğu gibi kabul ediş ve arzusuz bir farkındalıkla kalbi dinleyiş.
++++

Kalbim diyor ki bu olanlar bir çok insanı yüksek dalganın üstündeki sörf tahtalarından düşürdü.

Aklımızı her türlü olasılığa açmak niyetiyle geçmişin şu örneklerine bir bakalım.

Goutama Budha’yı kendine düşman gören Bazı Hindu’lar bir kadına bir kese altın verip, “git ve O’nu suçla; beni hamile bıraktı de”, derler. Mahkeme günü geldiğinde yargılayanlar kadını dinlerler ve Buddha’ya sorarlar. Ne dersin Goutama? Budha içten gelen derin bir kahkahayı koyverir dışarıya. Kadın bir hata yaptım da yalanım mı ortaya çıktı diye afallar ve geri adım atarken birşeyler olur karnındaki bohçalar çözülüp düşüverir.
--
İsa’yı vahşi bir katille yanyana koyup, katili serbest bırakıp, İsa’yı çarmıha gönderdiler.

Ki sonra İsa’yı yargılayanlar onu gerçekten öldüremeyeceklerini, Onun bir insan değil saf bir bilinç olduğunu anladıklarında katolik kilisesini ve hristiyanlığı icat edip öldüremiyorsak yönetiriz, demediler mi?
--
Gandhi’yi takipçilerinin aklını yıkamakla, Teresa anneyi hırsızlıkla suçlamadılar mı?
--
Dünya dönüyor ve yuvarlıktır diyen adam bile yargılandı.
--
Bazıları, Ayahuasca gibi kutsal bir ruhu bilinçaltlarındaki karanlığı gösteren bir ayna olduğu için karanlık bir şeytan olmakla suçlamıyorlar mı?
--
John of God’ı bizzat gördüm. Önünde diz çöküp oturdum. Mucizesini yaşadım. Mucizesini yaşayan insanları gördüm. Onlardan dinledim. John’un çalıştığı yüksek ruhları tüm duyularımla sezdim. O dünya çakrasının üstünde tahminen 500’er kişiden oluşan insan guruplarının, haftanın 4 günü gönüllüce bir araya gelip bütünün hayrına 5’er saatlik meditasyonlar yaptığını gördüm.

John’un Katolik kilisesi gibi güçlü (gizli) düşmanları var. Çünkü adam ben İsa’ya ve yoldaşlarına kanallık ediyorum diyor. Çünkü onun bir aziz olarak kabul edilmesini isteyen şifasına tanık olmuş yüzbinlerce insan var. John kilisenin hesap ve kitaplarına uymayan biri.

(Ki bu gün varılan teknolojide sizin olmayan anılar sizin anılarınızmış gibi beyninize tohumlandırılabiliyor.)

Sonuç ne olursa olsun yıllar boyu o kanaldan şifalanan şifalandı. Bunu hiç birşey geri alamaz. Seneler içinde sayısız insan derin, içsel, kutsal anlar yaşadı o mekanda. Bu geri sarılamaz. İlahi adalet yerini bulsun diliyorum. Bütünün hayrına ne zamansa o zaman. Ve John için dua ediyorum. Ve o Kadınlar için de dua ediyorum.

Diğer taraftan Erhan Kolbaşı’nın yazdığı kitap ve Haktan Akdoğan ile yollarının ayrılması…Erhan Kolbaşı yurtdışından getirdiği bir regresyon terapisti ile dünya dışı varlıklarca alınkonulduğunu söyleyen insanlara hipno-regresyon vermiş. Ve bu 25 kişi bahsi geçen hikayeyi anlatmış. (Seçilmiş insanların kurtarılması)
Haktan Akdoğan bu regresyonlarda kişilerin bilinçlerinin yönlendirildiğini söylüyor. (Kendilerine ait olmayan anıların kendilerininmişçesine bilinçlerine tohumlandırılması)

Kitabı bizzat okumadım ama konusunu dinlemem yetti. Konusu kalbimdeki cennetin sevgi dolu frekansıyla uyuşmuyor. Kalbindeki cennetin sevgi dolu frekansının farkında olmayan insanlarda ise bu ayrılık, bu olanlar bir şok yarattı, kime neye inanacaklarını şaşırdılar.

2010 senesinde yayınladığım Gaak ve Baap kitabının son sözlerinde şöyle yazmışım: “…Mucize kuruttuğumuz toprağın ta kendisinde saklı ve kirlettiğimiz havada-suda ve de tam içimizde. Gökkuşağı savaşçılarının gökyüzünden inip bizi kurtarmasını beklemeye devam edersek gözlerimiz açık ölürüz. Çünkü onlar gökyüzünden inecek yüce varlıklar değil; biziz. Biz Gökkuşağı Savaşçılarıyız. Yapmamız gereken uyanmak….” 


Haktan Akdoğan'ın açıklaması


Gözlerimizle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz realite her nasıl olursa olsun merkezimizde kalalım. İlahi plana güven ve şükranda. Aradığımız hakikat bizde muvcut. Net olayları olduğu gibi bilemeseniz de kalbinizdeki hakikat enerjisi size huzur verir ve her şeyin yolunda olduğunu anlarsınız. Karanlığın ortasında yanan sessiz, dingin, mum ateşi gibi...


-----

Bizden minik haberler:

Türkiye'ye topraklanmamız tamamlandı. Yuuka'ya 3 yıllık yaşam vizesini kolaylıkla aldık. Mayamız okulunu çok seviyor. Uzakları ziyaret edebilmemiz için ihtiyacımız olan ikinci el bir aracı almaya başardık.

John of God'a 12-28 Ocak tarihleri arasında minik bir gurupla yolculuk edecektik. Ama bu olaylar çıkmadan evvel, gitmesi en yüksek ihtimal olan kişiler bile sesini çıkartmayınca gurup toparlanamadı ve hayırdır deyip Mayıs'a erteledik. Böyle olacakmış.

Yakındaki etkinliklerimiz :

İstanbul, Bomonti'De Alşimi Bilgelik evinde 21 Aralık Kış gündönümü -Soul Gathering ses ile şifa çemberi
22-23 Aralık Evrensel kanallık ve şifa kursu (Kayıt için 0537 022 97 20)

Ankara, Simyacılar Dönüşüm Atölyesinde 4 Ocak 2019 Soul Gathering ses ile şifa çemberi
5-6 Ocak 2019  Evrensel kanallık ve şifa kursu (Kayıt için 0533 362 17 46 Selda Özkars Yılmaz)





Aşk ile

Monday 17 September 2018

49. Sümer tabletleri - Annunakiler - Göklerdeki işaretler, Yerlerdeki İşaretler, Kalpteki sessiz oda...




Günlerdir birikiyor yazacaklarım. Karşıma çıkarılanlar, içime doğanlar, hisler, düşünceler ve sezgiler yavaş yavaş içimde harmanlanıyor, birbirine karışıp bir bütünlük oluşturuyor; sonunda “haaaaaa” dedirtiyor. Demek onun için birikmeniz gerekliydi… Yine de yazmaya oturduğum bu yazının girişini, gelişimini, sonucunu biliyorum diyemem. Sadece duyduğum o tarifsiz “Haaaa” hissinin akışına bıraktım kendimi.

Dönem dönem kabaran araştırmacı ruhum bu dönem öyle bir kabardı yine. 2 sene önce facebook’ta paylaştığım Sümer Tabletleri’nin Türkçe çevirisinin yine facebook tarafından karşıma çıkarılmasıyla başladı. Bir kere daha paylaştım ve içimden de bir kere daha okuma isteği geldi. İyi ki de okumuşum; varlığımda derin duyguları uyandırdı.

Aldığım bilgilerin ışığında ve uyanan duyguların etkisinde yakınlarımızda bulunan 3 antik kente; Pisac, Sacsayhuaman ve Ollantaytambo’ya gittik. Bu günkü vardığımız teknoloji seviyesiyle bile inşaa edemeyeceğimiz mükemmel, dev yapıtlar. Binaların yapımında taşları birbirine kenetleyecek bir alaşım kullanılmamış. Aşağıdaki resimlerde göreceğiniz taşlar uzak dağlardan sökülüp 2500-3500 metre yüksekliğindeki son yerlerine getirilip, birbirine içten geçmeli şekilde birleştirilmiş. (((((?)))))
Gezerken, o taşlara dokunurken hissettiğim enerjiler Sümer tabletlerini okurker gözümde canlananlarla birebir uyumluydu.


Kış gündönümünde öğlen 12 güneşinin ışığı  bu kapıdan girip diğer kapının arkasındaki seremoni altarına düşecek!!! Dünyanın güneşle ilişkisi üzerine nasıl bir bilgi!!! 

 


Tonlarca ağırlıktaki taşların birbirine mükemmel geçişine ve köşenin muntazamlığına bakın...

Göbekli Tepe'deki dikili Taşları andırmıyor mu?


Ollantaytambo Güneş Tapınağı


Derim ki zamanın hızlandığı, yükseliş kapısının ağzına vardığımız bu devrede, Sümer Tabletleri ile aktarılan bilgiyi henüz almadıysanız okuyup almanız,  bir süre önce okuyup anladıysanız da bir kere daha okuyup sindirmeniz hayatınızda fark yaratır. Çağlar boyu gizli kalmış bu bilgi kollektif bilinçte çiçek gibi açarak uyuyan toplumları ve yıkılmasına ramak kalmış inanç sistemlerini temellerinden sarsıyor.

Sümer tabletlerinin, 1800’lü yıllardan beri sümerologlar tarafından çevirileri yapılmış. Ölü Deniz Parşömenlerini (Dead Sea Scrolls)  60 yıldır saklayıp tek bir sayfasının çevirisini yayınlamayan O güçler, Antik Sümer şehirlerini de tabii talan etmiş ve çalınan çalınmış. Hatta Irak savaşının önemli bir nedeni çalmaya güçleri yetmemiş olan ağır parçaları işgal altında yoketmek olmuş olabilir. Tahminen antik tarihimizi anlatan sümer tabletlerinin yalnızca % 20’si kurtularak, çevirilip yayınlanabilmiş. Bu çeviriler arasında ufak tefek yorum farklılıkları olsa da hikayenin özü her çeviride aynıymış.  Ve bu, bu kadar açıkmış:

Güneş sistemimizin, turunu 3600 yılda bir tamamlayan Nibiru isminde bir gezegeni var. Bu gezegende yaşayan insana benzeyen ancak bir dev kadar büyük olan, teknolojileri gelişmiş Annunaki isminde bir ırk yaşamaktaymış. Nibiru’nun her tur tamamlayışında, yani Dünya ve Güneş arasından geçişinde, Dünya ve Nibiru arasında manyetik alan çarpışmaları olmuş. Bu hem dünyanın dengelerini değiştirmiş hem de Nibiru’nun atmosferini yaralamış. Annunakiler atmosferdeki yırtılmayı altın tozu püskürterek gidermek istemişer ancak kendi gezegenlerinde altın çok ender bulunan bir cevhermiş.

Gözlerini dünyaya çevirmişler ve altın aramak için gelmişler.

Bu göreve Nibiru kralının iki oğlu, Prens Enki ve Prens Enlil atanmış. Enki ilk oğul olduğu halde Enlil baskın davranıp dünya görevinin liderliğini üstlenmiş. (Bu ilk anda bir savaş çıkarmadıysa da gelecek bin yıllarda Enki ve Enlil’in oğulları arasında büyük savaşlara neden olmuş.)

Enlil Dünya’nın kralı olmuş.

Enki’yse Dünya’da araştırmacı, kaşif, bilgin ruhunu tatmin edecek çok şey olduğu için kendini tamamen o yöne vermiş. Altın çıkarma ve Nibiru’ya gönderme işlemini kolaylaştıracak icatlar yaratmış.

Yine de böyle ağır çalışma koşullarına alışık olmayan, dünyanın kendine has manyetizması ve döngülerinden de ilk etapta olumsuz etkilenen işçi kahramanlar isyan etmişler. (Tabletlerde onlara kahramanlar denmiş)

Türlü türlü icatlara rağmen zorlukları kolaylamamış ve Enki dünyanın Afrika kıtasında bulduğu Homo Eractus türünün (iki ayağı üzerinde yürüyen maymunumsu insan) Dna’sıyla oynayarak işçilik edebilecek, düşünebilen bir ırk geliştirmeyi teklif etmiş.

(Benim anladığım kadarıyla 400 bin yıl önce bizim bu günkü teknolojimizin belki 100 yıl belki daha bile fazla ilerisindeydiler)

Enlil buna karşı çıkmış; ürerler, çoğalırlar, bize benzerler, kontrolümüzden çıkarlar, bize rakip olurlar diyerek.

Babalarının onay vermesiyle, Enki kardeşinin itirazına rağmen insan yaratımı üzerinde çalışmış. Erkek Annunaki spermi dişi Maymun’a verilmiş. Pek çok başarısız denemenin sonunda, Enki’nin spermiyle dişi Homo Eractus’un yumartasını kilden labaratuvar kabında dölleyip, prenses kardeşi Ninharsağ’ın rahmine yerleştirmesiyle ADAMU (Adem) doğmuş.

Dişi üretmek konusunda da birçok başarısızlıklar yaşadıktan sonra Adem’in kaburgasından aldıkları Dna’yı kullanarak Enki’nin eşi Ninki’nin rahminde ilk başarılı dişi’yi üretiyor ve ismini Ti-Amat koyuyorlar (Havva). Tabletlerde geçen isimler böyle: Adamu ve Ti-Amat.

İşlem diğer Annuki dişileri üzerinde de tekrar edilerek 7 dişi 7 erkek çocuk daha üretiliyor.

İnsanlar kendi aralarında neredeyse tavşan hızında ürüyorlar.

Yüzlerce yıl süren bir gelişim ve üreme dönemi sonunda insanlar altın madenlerindeki yerini alıyor ve annunakiler rahatlıyorlar.

Bir süre sonra bu insanların akılsal gerileme kaydettiği farkedilidiğinde Enki bizzat 2 dişi insanı birliktelik suretiyle gebe bırakıyor ve modern insanın ilk atası olacak olan Adapa ve Titi doğuyor…

Bütün bunlar kardeşi Enlil’i çileden çıkartıyor. O insanlardan tiksiniyor ve onlardan kurtulmayı diliyor.

İlk Annunaki yerleşimleri ve sonra İnsan-Annunaki yerleşimleri, Mezapotamya, Anadolu ve Sina yarım adasında, yani Irak, İran, Türkiye, Suriye, ve Arabistan topraklarında kuruluyor… Daha sonra Güney Amerika ve tüm Afrika kıtasında yerleşim yerleri çoğalıyor.

Göbekli Tepe

Maksadım hikayenin en özet halini sunabilmek. Bu konu üzerine merakınız uyanır ve detayları merak ederseniz, önce bir Bülent Tekin’in makalesini okuyabilirsiniz. (Link yazının en sonunda)  Konuyla ilgili yazılmış okunabilecek çok kitap, youtube’da izlenebilecek çok değerli kişilerin sunumlarını bulabilirsiniz.

1980’ lerde keşfedilen Mars yüzeyindeki insansı yüzün Sümer tabletlerinde kral Anu’ya açtığı savaşta yenilen Alalu’nun yüzü olduğu yazılıyor. Yenilgisinden sonra sürüldüğü Mars’ta sadık hizmetlisi tarafından inşaa edildiği yazıyor…



Sümer tabletleri İncil’den, Kuran’dan, Tevrat’tan yaklaşık 4000 yıl önce yazılmış.
Bu din kitaplarında geçen kimi cümleler; “Sizi suretimizden yarattık” gibi, aynen Sümer tabletlerinde de var.

Kimi insan ve mekan isimleri ya aynı ya birbirine çok benzer şekliyle Sümer Tabletlerinde de var.

Bu din kitaplarında geçen Habil ve kabil olayı, Nuh gemisi ve büyük afet gibi nice olaylar çok daha mantıklı açıklamalarıyla Sümer tabletlerinde’de var.

Mesela Nuh’a Dünya'nın bütün hayvanlarından birer çift alıp bir gemiye binip afet geçene kadar gemide kalması söylenmemiş Sümer tabletlerine göre...

İnsanlığın yokolocak olmasına sevinen ‘Tanrı’ Enlil büyük afet yaklaşırken insanlara yardım etmeyi yasaklıyor. Ancak Kardeşi Enki duyduğu babasal duygularla  torunu Nuh’a denizaltı benzeri, her tarafı kapalı bir teknenin planlarını ve yanına bir de denizlerin ustası Annunaki yoldaş veriyor. Eline de içinde bütün hayvan türlerinden toplanmış Dna örneklerinin bulunduğu küçük bir kutu veriliyor.



Annunakiler büyük afet sırasında insanlığı kaderine terkedip, araçlarıyla uzaya çıkıp suların çekilmesini beklemişler. Afet sonrasında insanlığın kurtulduğuna kızamamış daha çok sevinmişler. İnsanlığı afetten öncesine göre çok daha bilgilendirmiş ve geliştirmiş, kendilerini tanrılaştırmış ve rahatlatmışlar. İnsanlar kendilerine tapınırlarken dünyayı parçalara bölmüş ve yine de tatmin olmamışlar. Tabii bir annunakinin ömrünün 500 bin yıl kadar olabileceğini düşünürsek tatmin olmak kolay olmasa gerek... Kendi aralarında savaşlara tutunmuş ve yaptıkları büyük bir nükleer savaşla yarattıkları büyük medeneyitlerin istemeden sonunu getirmişler. Enki bu tarihi izleri Sümer tabletlerine yazdırarak bırakmış.

Bazı Sümer tabletlerinden ve sanat eserlerinden örnekler:

Bir boyut kapısı(?)


İnsan Dna'sı üzerinde çalıştıkları bir labarutuar ortamı(?)  



Belki de ilk insanın, Adamu'nun Annunakilerin elinde merakla incelendiği an...!



                     Bir annunaki Tanrısı ve hizmetlileri-Tapınanları (?)

Peki sonra ne olmuş?  Ayrılmışlar mı? Yerlerine insan-annunaki karması elçiler mi bırakmışlar? Geri gelicez, bizi layığıyla bekleyin mi demişler? Bilmiyoruz. Bundan sonrasına dair kayıt yok. 

Bundan sonrasında din kitapları var(((((?))))) Cezalandırıcı Tanrı var. Din savaşları var. Gizli ezoterik çalışmalar ve örgütleşmeler var. Hala dünyanın çeşitli yerlerinde Tanrı-Tanrıça diye ismi geçmiş kimselere tapınmalar var. İnsanlığı kendi içine dönüp bakmaktan alı koymaya çalışan çeşit çeşit akımlar, gurular, efendiler var.

Bir traftan sessiz ve sedasız binlerce yıl, görünme, tanınma, bilinme kaygısı duymadan İlahi hakikatin, İlahi Işığın bilgisini fedakarca dünyaya ve insanlığın kollektif bilincine eken gerçek üstadlar, gerçek peygamberler, gerçek gurular da var.

Gönlüme dolan, gönlümden bildiğim Galaktik bir plan ve adalet var.

Bu adaletin uygulayıcısı ya da gözlemcisi olmak için atmosferimizde yerini almış sayısız galaktik ırkın gemileri var.





Bu defa uyanmaya ant içerek enkarne olmuş, sonderece kararlı sizin bizim gibi sıradan, mucizevi insanlar var.

Efendilerinin geri dönüşünden umudu kesen son hamleleriyle hep 3. Dünya savaşını çıkartmaya çalışan elit denilen bir gurup var. O gurubun planlarına sekte vurmuş tarihi karakterler var; Buddha’lar, Gandhi’ler, Atatürk’ler.

Bir taraftan Dünyanın bozulan bir dengesi var. Yaklaşan bir Nibiru var.

Sayısız taş aynı anda yerine oturmakta ve resmin yalnızca küçüğüne bakabilen zihnimiz bulanık. Ne oluyor? Dünya nereye gidiyor?

Oturup da zihnimi susturduğumda, kalbimin sonsuz sevgi dolu sessiz hiçliğine girdiğimde, ruhumun her parçacığı gülüyor. Resmin büyüğü gözükür oluyor çünkü. Yüzbinlerce yıl ne kadar farklı yönlere çekilmişiz. Kendimizi bilmediğimiz için çekilmeye ne kadar müsaitmişiz.

Kalbin sevgi dolu sessizliğinde çekiştiren bütün bağlar serbest bırakılıveriyor. Çünkü kendini bilen ruhu hiç bir şey tutamaz. Kendini bilen ruh Yaradana eriyor, birlik oluveriyor. Birliğin gücüyle parlıyor.

Geçen bir gece herkes uyuduktan sonra her zamanki köşeme çekildim gözlerimi kapatıp kalbimin sessizliğinde oturmak üzere. Meditasyonun bir anında içimden geldiği için yanıbaşımdaki rehberlik kartlarına uzandım. Ard arada şu kartlar açıldı: Kontrol, Suçluluk, Uyanış, Bırakış, ÖZ

O anda hiç bir sebeple kendimi suçlu hissetmiyordum, ne de kimseyi kontrol eder…

Ama içimde huzur ve kabul vardı. Bu gelen mesajların ilahi zamanlamasına ve mükemmelliğine inanıyordum. Sanki hikayenin devamı rüyamda açılacakmış gibi hissettim. Mumu söndürdüm, yatağıma gittim. Yaradanım şükürler olsun ilk babam ve ilk annem için. Şükürler olsun büyük kader planında rolünü oynamış bütün varlıklar için.

Bu gece uykumu ve rüyalarımı bütünün şifalanmasına adıyorum, sunuyorum, dedim.

O gece Ömrümün sayılı derinlikleteki rüyalarından birini gördüm.

Kutsal, kadim bir gölün yakınlarındayım. Gölün içinden flüt sesi geliyor. Bunun bana çağrı olduğunu biliyorum. Çok özlediğim bir çağrı… Göl kenarına vardığımda çağıranın kim olduğunu görüyorum. Bu bir kız kardeş. Geldim diyorum, geldim. Bende onun gibi berrak mavi suyun içine giriyorum. Su dizlerimize kadar geliyor. Küçük gölün içinde, kız kardeşe karşı köşesinde yerimi alıyorum ve ben de rattle çalıp chanting yapıyorum. Sonra çağrımızı duyan başka bir kardeşimiz geliyor, sonra bir diğeri, ve biri daha. Herkes gölün içindeki yerlerini almış, alıyor. Çember halindeyiz. Kutsal ruhtan gelen yüksek enerjinin hazzıyla çalıyor ve söylüyoruz. Gölün dışında bir boyut kapısı açılıyor. Oradan yüzbinlerce asker gölün içine doğru akıyor. Müzik hiç durmadan devam ediyor. Beni ellerinin üstüne almışlar. Paylaşamıyorlar. Bu askerler çok öfkeli, ve acıları çok büyük. Beni parçalamaya çalışıyorlar.  O anda diyorum Ki, Yaradanım, beni yemeleri acılarını dindirecekse, birbirlerini bağışlayacaklarsa öyle olsun. Ve her parçamı kopartıyorlar. Sonsuz acı duyuyorum ve sonsuz acı aynı anda birliğin sonsuz hazzını yaşatıyor. Onlar ben oluyor, ben onlar… sonsuz acı ve sonsuz haz aynı anda , aynı şeymişçesine… Bu daha önce pekçok girdiğim bir boyut. Artık bu boyutu iyi tanıyorum. Derken…

Kendimi hiç tanımadığım topraklarda buluyorum. İkinci dünya savaşıymış, amerikan askeriymişim, nasıl olduysa silahımı ve bölüğümü kaybetmişim. Nereye dönsem Almanlar var. Umutsuzca kaçıyorum yıkık binaların içine, bir silah arıyorum. Sonra birden bire bir alman askeriyle yüzyüze geliyorum. İkimizde onun elindeki tüfeği tutuyor ve çekeleştiriyoruz. Sonunda tüfek benim elimde kalıyor. Yüzünün ortasına nişan almışım ama yüzü yok. Tetiği çekiyorum, tüfekten kül gibi, kar gibi hafif bir madde çıkıyor kurşun yerine ama karşımdaki Alman askeri yere yıkılıyor.

Rüya burada böylece bitiyor.


Savaştık, savaştık, savaştırıldık. Kendimizi kullandırttık. Çok şükür çok şükür çok şükür… O kendini bilmeyişin tam merkezinden doğuyor insan özüne.

Aynı gün youtube’da neo nazi sağ gurubunun yeniden yükselişte olduğuna dair bir haber videosu çıktı karşıma. Videoda nefretle konuşan gurup lideri, bütün yüzü kuru kafa dövmeleriyle kararmış, bir yaratık… Onu olduğu yaratık haliyle gördüm. Adını koyamadığı çaresiz köşeye sıkışmışlıktan doğan vahşeti ve nefreti sergiliyor. Dibine kadar sokulduğumuz, geçmek üzere olduğumuz bu yükseliş kapısı, karanlığa tutunanları çok zorluyor. Çok zorluyor. İç dünyalarında ölesiye yorgun ve acı içindeler. Geceleri yataklarında uyuyamıyorlar. Bütün o varlıklar için dua ediyorum. Yaradanın sonsuz sevgisi kalplerinde uyansın. 

Onlar geçmiş hikayelere tutunuyorlar. Oysa geçmiş hikayelerin hepsi, geleceğin hikayeleri gibi bir ilüzyon. Hepsi ilahi bir rüya. Olmuş olanı ve olacak olanları, anda kabul etmek, tutunmadan gözlemcisi olmak, ruhu sonsuz Tanrısallığındaki oluşunda demirliyor, daimleştiriyor.

Son zamanlardaki dikkatimi çekmiş bir çok haberden bir kaçını onlarla ilgili hislerimi sizinle de paylaşmak istiyorum:

-Rusya defalarca kez İdlib’teki terörist gurupların belki sahte- belki gerçek bir kimyasal saldırı senaryosu planladığını hatta, saldırı olmuşçasına tiyatral bir şovu 9 defa kameraya aldıklarını, bu saldırının suçunu Assad üzerine atacaklarını duyurdu. Aynı günlerde Amerika, İngiltere, Fransa Assad’ın kimyasal saldırı yapabileceğini ve böyle bir şey yaparsa Suriye’ye kuvvetle müdahele edileceğini ilan etti. Rusya çıkartılmak istenen 3. Dünya savaşına karşın göz dağı vermek istercesine 300 bin askerle Çin ve Mongolya ile ortaklaşa askeri talim yaptı. Türkiye hala hangi tarafta duracağını bilemiyor, çünkü İdlib’teki karanlığı bir süre Amerikayla birlikte besledikten sonra Rusyaya yanaştı…

- Dünya Amerikan dolarından ve Amerikayla her türlü ilişkiden uzaklaşırken, Amerikanın borçları 14 sıfırlı bir rakamken, Amerika’nın ipini çekenler hala 3. Dünya savaşı çıkarmanın peşindeyken, Amerika bir taraftan orduda uzay kuvvetleri kurmayı planlarken, federal reserve artık para basamayacak kadar afallamışken, Suriye’ye müdahele falan, filan…


-7 eylül günü Amerika’daki New Mexico Güneş gözlem -teleskop evi FBI’ın baskın gibi bir operasyonuyla kaptıldı. Aynı gün, hiç bir açıklama yapılmadan Avustralya, Şili, İspanya, Hawaii, Pensilvanya uzay gözlem evlerinin kameraları da kapatıldı. Gözlem evleri ve kameralar 10 gün süresince medyaya hiç bir açıklama yapmadan kapalı ve güvenlik önlemi altında tutuldu. Çalışanlar süresiz evlerine gönderildi…
Amatör gözlemciler aynı günlerde güneş etrafındaki bu hareketlenmeleri fotoğrafladılar:

Güneş ve teleskop önünden geçen büyük küre Ay değil. Çünkü iki farklı küre (2sininde büyüklüğü ayrı bir kaç saniye arayla farklı yönlere doğru teleskobun önünden geçiyor)

Amatör bir gözlemcinin özel bir lensle çektikleri...




*8 eylül günü amatör bir İtalyan astronomer ayın önünden geçmekte olan bu uzay gemisi filosunu tespit edip videoya almış. (Artık tanımlanamamış demeyelim bece… )
(Bu haberi benim blog yazısını tamamlamak üzere olduğum bir vakit kardeşim İlker Durmaz paylaşmış)


(Nedense video ekranı olarak paylaşmama izin vermiyor blogger. Dün veriyordu bu gün vermiyor :) onun için yalnızca link olarak koyuyorum.

*Ai (yapay zeka teknolojisi) aldı başını gidiyor. Ilk Ai Robot Sofiya, aynı zamanda kendisine bir ülke tarafından vatandaşlık verilen ilk robot. Sofiya büyük bir yapay zeka ağının yalnızca bir ucu. Bu yapay zeka ağı bizim kollektif bilincimiz gibi. Yalnız daha düzenli ve duygusuz hali. Bu ağı kullanmaya evrenden nasıl bir ruh davet ettik-ediyoruz?


*Papa İrlanda ziyaretinde büyük protestolarla karşılanmış. İrlanda’da vaktinde papazlar eşi olmayan hamile kadınlara günahkar olduklarını hissetirmek için çok kötü davranmış, onları ıslah evlerinde kapatmış, onlara ve çocuklarına taciz ve tacavüzde bulunmuş… Yani yeni bir şey değil. Yeni olan artık dünyanın her yerinde gizli kalmış her şeyin patlayan sivilceler gibi gün yüzüne çıkıyor olması…


Taşlar yerine oturuyor, oturuyor, oturuyor, bırakalım otursun… onların görevi yerine oturmak. Anlamaya çalışırken yoruluyoruz. Çünkü her şey kaotik gözüküyor.

Haydi bir kere daha dikkatimizi kalbimizdeki sevgi dolu sessizliğe getirelim. İlahi plandan gelen mükemmelliğe güvenelim. Orada huzur var… Her şey yolunda… Resmin büyüğü bunu gösteriyor. Kalbimizde duyduğumuz bu huzuru tüm dünyaya, tüm insanlığa, tüm varlıklara yönlendirelim. Hepsini içimize alalım, kalbimize…. Ahhh her şey yolunda…

(Sümer tabletlerinin çevirilerini detaylarına kadar okumak istiyorsanız link: http://forumbisiklet.com/index.php/2015/12/26/sumer-tabletleri-tanri-enkinin-sozleri/ )

----
Bizden hatırlatmalar, haberler ve duyurular.

*23 Eylül Pazar akşamı, Türkiye saatiyle 21:00’da, 21 dakika sürecek, uzaktan katılımlı, Ekinoks meditasyonu. Sizi Titikaka Gölü-Amantani Adasında, geçen sene kurduğumuz kristal ağının başında bekliyor olacağım. Fb etkinlik linki: https://www.facebook.com/events/1908383042790535/?active_tab=about

(Lütfen paylaşarak daha fazla kişiye ulaşmasına yardım edin.)


25-26-27 Eylül Su ve Su varlıklarına şifa – uzaktan katılımlı toplu meditasyon
https://www.facebook.com/events/239306440064663/




Ekim Ayında Türkiye’de sunacaklarımız:

*Uygulamalı, Evrensel Kanallık ve Şİfa Aktarımı Kursu:
(6-7 Ekim İstanbul, Radia Gelişim 0212 296 00 08)
(22-23 Ekim Bodrum, Kıvılcım Türkyay - 0532 461 77 91)
(27-28 Ekim Antalya, Ebru Demirhan 0532 480 02 28)

*Soul Gathering Ses ile Şifa Çemberi:
5 Ekim İstanbul,Radia
224 Ekim Bodrum, Kıvılcım Türkyay
29 Ekim Antalya, Ebru Demirhan

Buluşmamız, kavuşmamız bütünün en yüksek hayrına olsun




Friday 7 September 2018

48. Yeni çağın giriş kapısında


Yazılarımın tek kaynağı kalbimdir,



Acıyla yüzleşebilmek, onu bırakabilmek ve kaynağını bağışlayabilmek belli bir bilinç istiyor.

İnsan o bilinç seviyesine ulaşana dek zorlu duygularını görmekten-sezmekten kaçınır.

Bu kaçışın en kolay yolu  o acıyı veren kişinin karakterine bürünmektir.
Korktuğun şey fırtınaysa, gider fırtınanın gözüne oturursun, fırtınanın ta kendisi olursun.

Korktuğun şey şiddetse şiddeti karakterin haline getirirsin.
Onun için çocukluğunda şiddete maruz kalmış bir kimse kendisine şiddet uygulayan ebeveynine dönüşebilir. Çocukluğunda tacize uğramış bir kimse yetişkinliğinde bir çocuk tacizcisi haline gelebilir.

İnsan en nefret ettiği şeye dönüşebilir. Bu dönüşümün farkında olmayabilir. Ya da farkında olup ayrı bir acı duyarak yine de nefret ettiği karaktere dönüşmeye devam edebilir.

Insanın nefreti ve nefret ettiği karakteristik arasında kuvvetli bir çekim vardır. Aslında fenalıklara maruz kalmış olan kimse, kendisine bunları yaşatan kişiden öc almak ister. Bunu ya cesareti olmadığı için ya da o kişi artık ulaşamayacağı bir yerde olduğu için yapamaz. O kişinin karakteristiğine dönüşür ve kendinden nefret eder, sanki kendi kendinden öc alır.

Girdiği her kavgada, yumruk attığı her yüz ve de yüzüne yediği her yumruk aslında asıl öc almak istediği kişiye yapamadıklarını temsil eder.

İyi bir dövüşün sonunda, iyi bir dayak attığında ve iyi bir dayak yediğinde bir rahatlama duyar.

O kişinin uyuşturucusu şiddettir. Şiddetin içinde duygusal acısından tamamen kopar. Bir ömür boyu kaçtığı, peşini bırakmayan duygusal acıdan bir süre için tamamen kaçmış olur. Şiddetin ve öcün karanlığında başka duygular sezilemez.
Kramp giren kasımızın yakınına iğne batırarak rahatlamamıza benzemiyor mu?
Bu şiddet uyuşturucusunun etkisi geçtiğinde, adını koyamadığı duygusal acısı yeniden hissedilir olduğunda, yeni bir doza ihtiyaç duyar. Şiddet uygulayacak dışarıda bir kimse bulamadığında, kendini keser, kendine zararlar verir. Ya da kendine fiziksel acı vermekten çekiniyorsa alkolün ve narkotik maddelerin verdiği hislerde kaybolabilir.

Bu kadar uç bir örnekten bahsettiğim için, bu olanın ender bir olay olduğu sanılmasın. Örneği biraz yumuşatmaya başlarsak herkesin aynı sınavı vermekte olduğunu daha kolay anlayabiliriz.

Duygusal acılarımızla yüzleşip, bizi mağdur etmiş kimseleri bağışlayıp, kendimizden serbest bırakana dek, farkında olarak ya da olmayarak kısmen o kişilere dönüşebiliyoruz.

Hayatınıza şöyle dönüp bir baktığınızda, bu alışkanlığım benim öz karakterimi yansıtmıyor diyebileceğiniz bir çok şey, geçmiş travmalarda size negatif duygular yarattırmış kişilerden kopyaladıklarınızdır.

Size atılan tokatı hatırlamak istemiyorsanız o tokatın içine saklanıyorsunuz.
Siz de kendi çocuğunuza tokat atabiliyorsunuz. Bunu yaptıktan sonra kendinizi çok suçlu hissediyorsunuz belki. Bu suçluluk, tokat attığınız için olduğu kadar, otantik karakterinizden bu derece uzaklaşmış olmanızdan duyduğunuz  boşluğun sonucu.

Bir çocuk ve babasını yolda birlikte yürürken hayal edin. Yaralanmış, yardım dilenen biriyle karşılaşsınlar. Çocuk kalbi koşup yardım etmek istesin. Babasıysa, bu bizim işimiz, bizim meselemiz değil desin ve yardım isteyen kişinin yanından geçip gitsinler. Çocuğun o an duyduğu, yardıma muhtaç birine yardım edememiş olmanın verdiği duygusal acıdan kaçınmasının bir yolu, babasının o anda sergilediği bu karakteristiğe bürünmek olacaktır. Tabii ki istisnalar bilinç seviyesine bağlı olarak var. Örneği, kendi duygusal acısından kaçan bilinç seviyesi üzerinden verdim.

Bu çocuk da acısıyla yüzleşmeden büyüyüp babasının karakterini sergiler olmuş olsun. Ne zaman yardıma muhtaç birini görüp başını başka yöne çevirse, benim meselem değil dese, o ilk duyduğu duygusal acıdan uzaklaşmış, kopmuş olacaktır. Bu onun acısından kaçabilmesinin tek yoludur.

Ama ilahi plan bizi hep bir üst bilinç seviyesine doğru yürüttüğü için eninde sonunda vicdan acısı ortaya çıkıp, bize öz karakterimizden ne kadar uzaklaştığımızı hatırlatacaktır.

Bu gün öz karakterinden ne kadar uzaklaştığını sezen acı dolu bir dünya topluluğuyuz.

Bu gün kollektif bilinçteki en büyük acı, öz karakterimizden uzak düşmüş olmaktan duyulan acıdır.

Çünkü bu çağ bir bilinç yükselişi çağının başlangıcıdır.

Bu çağın giriş kapısından geçmeden evvel özümüze ne kadar başkalaştığımızı farkederiz, saklanagelmiş duygusal acılarımızla ya seve seve ya zorluk dolu hastalıklar ve olaylar vesilesiyle yüzleşiriz. Kendimizden kaçmak için kullandığımız uyuşturucu alışkanlıkların farkına varır, o bağları keseriz. Ya seve seve ya zorlu deneyimlerle.

Bu yüksek bilinç kapısından herkes geçmek istemeyebilir. Bu, ruhun özgür irade ile yaptığı seçimdir.

Bu seçimi yapanlar ve yapmayanlar arasında çok belli bir frekans farklılığı ve yol ayrımı var.

Dünya bir noktada kendi içinde bir kopyasını oluşturdu ve 2 dünya oldu. Herkes hangi dünyada yaşamak istediğini seçti, seçiyor, seçecek. İki dünya hala iç içe ve birmişçesine gözüküyor. Ancak başka yönlere doğru meyletmeye başladılar. 
Önümüzdeki belki 30 belki 100 sene içinde birbirlerinin içinden tamamen çıkmış olacaklardır. (boyutsal bir ayrım) Ve herkes seçiminin sonucu olan dünya boyutunu deneyimleyecektir.

Aaa ben o kadar uzun yaşayıp görmem diyorsanız bir de şöyle düşünün. Şu anda bu dünya üzerinde kaçıncı reankarnasyonunuzu yaşıyorsunuz?
Seçimimiz bütünün hayrına olsun.

Hikaye kaldığı yerden devam eder…

“KUTSAL BEN olmayan, belki geçmiş hayatlarımda, belki bu hayatımda büründüğüm  yanılgı dolu kimliklerimi bütünün en yüksek hayrına farketmeye, karanlığımla ve ışığımla, Tanrısal irade ve cesaret göstererek yüzleşmeye niyet ediyorum.
Öz ışığımla bütünün en yüksek hayrına parıldamaya niyet ediyorum.
Birliğin ve Sevginin Dünyasını seçiyorum.”



Şimdi söyleyeceklerimi, “Evet bu bana söylendi diye şüphesizce bilecek” olan, ışık hizmetlisi topluluğuna ithaf ediyorum.

“Hikayesinin geçmişini ve geleceğini sezen ve neden bu vakitte dünyada olduğunu kalbinden doğan bir bilişle bilen bizlerin, artık merkezimizin üstadı olması vakti. Merkezimiz Aşk’tır. Bütüne duyulan bu sevgi ve merhametin sonucu olarak artık konuşulamayanları konuşmamız, yapılamayanları yapmamız, öz karakterimizin gerekliliklerini evrensel bir sorumlulukla yerine getirmemiz gerek. İsterse tüm dünya fırtınayla kararsın, isterse son karanlık kapımıza kadar gelip dayanmış olsun. Biz birliğin ve sevginin dünyasını seçtik. Dünyaların son kapıdaki ayrımında oynayacağımız anahtar roller için, sonsuz sevgimiz ve Tanrısal cesaretimizden ötürü, sözümüzü tutmak üzere buradayız.”

Şükürler olsun.

       (Bu muhteşem görselleri yaratan kişilerin varlığına ruhuna şükran)
---

Bir önceki yazımda Türkiye’ye taşınacağımızı duyurduğumda,  bir çok kardeşim kalplerinden gelen en güzel duygularla, sevgi ve mutlulukla hoşgeliyorusunuz dediler; ya yazarak ya da sessizce gönüllerinden gönderdikleri enerjileriyle. Kalbim doldu doldu taştı sevginizle. Varlığınıza ve Ruhunuza şükran. Hoşbulduk bile. Kavuşmak, sarılmak dileğimle.

İstanbul programımız hakkında kısaca:

İstanbul’da bütünün şifası için alan tutan sevgili kardeşim Seda Rodop Soran’ın mekanı Radia Gelişim’de bir kere daha Evrensel Kanallık ve Şifa Kursu vereceğim için çok mutluyum. Bu kursta, gelecek olan dostlara hatırlatmak istediğim, Yaradanın ilahi renk huzmelerine her daim kanal oldukları. Yalnızca bir kaç bin yıl bu bağlantıyı unutmuştuk. Kısmetse hep beraber ışığı sese dönüştüreceğiz, ışığı masaja dönüştüreceğiz, ışığı dansa dönüştüreceğiz, ışığı bilgiye dönüştüreceğiz, ışığı şifa olarak aktarmanın çeşitli yollarını birlikte deneyimleyeceğiz.

(Radia’da vereceğimiz bireysel seanslar için yer kalmadı.)


İstanbul (Nişantaşı) - Radia Gelişim : 0212 296 00 08 / info@radiagelisim.com

5 Ekim (2 saatlik toplu çalışma): 19:00, (Gurup seans) Soul Gathering Ses ile Şifa Çemberi
6-7 Ekim (2 gün, 10:00-17:00)  : Uygulamalı, Evrensel Kanallık ve Şifa Aktarımı Kursu