Günlerdir birikiyor yazacaklarım. Karşıma
çıkarılanlar, içime doğanlar, hisler, düşünceler ve sezgiler yavaş yavaş içimde
harmanlanıyor, birbirine karışıp bir bütünlük oluşturuyor; sonunda “haaaaaa”
dedirtiyor. Demek onun için birikmeniz gerekliydi… Yine de yazmaya oturduğum bu
yazının girişini, gelişimini, sonucunu biliyorum diyemem. Sadece duyduğum o
tarifsiz “Haaaa” hissinin akışına bıraktım kendimi.
Dönem dönem kabaran araştırmacı ruhum bu
dönem öyle bir kabardı yine. 2 sene önce facebook’ta paylaştığım Sümer Tabletleri’nin
Türkçe çevirisinin yine facebook tarafından karşıma çıkarılmasıyla başladı. Bir
kere daha paylaştım ve içimden de bir kere daha okuma isteği geldi. İyi ki de
okumuşum; varlığımda derin duyguları uyandırdı.
Aldığım bilgilerin ışığında ve uyanan
duyguların etkisinde yakınlarımızda bulunan 3 antik kente; Pisac, Sacsayhuaman
ve Ollantaytambo’ya gittik. Bu günkü vardığımız teknoloji seviyesiyle bile
inşaa edemeyeceğimiz mükemmel, dev yapıtlar. Binaların yapımında taşları
birbirine kenetleyecek bir alaşım kullanılmamış. Aşağıdaki resimlerde
göreceğiniz taşlar uzak dağlardan sökülüp 2500-3500 metre yüksekliğindeki son
yerlerine getirilip, birbirine içten geçmeli şekilde birleştirilmiş.
(((((?)))))
Gezerken, o taşlara dokunurken hissettiğim
enerjiler Sümer tabletlerini okurker gözümde canlananlarla birebir uyumluydu.
Kış gündönümünde öğlen 12 güneşinin ışığı bu kapıdan girip diğer kapının arkasındaki seremoni altarına düşecek!!! Dünyanın güneşle ilişkisi üzerine nasıl bir bilgi!!!
Tonlarca ağırlıktaki taşların birbirine mükemmel geçişine ve köşenin muntazamlığına bakın...
Göbekli Tepe'deki dikili Taşları andırmıyor mu?
Ollantaytambo Güneş Tapınağı
Derim ki zamanın hızlandığı, yükseliş
kapısının ağzına vardığımız bu devrede, Sümer Tabletleri ile aktarılan bilgiyi
henüz almadıysanız okuyup almanız, bir
süre önce okuyup anladıysanız da bir kere daha okuyup sindirmeniz hayatınızda
fark yaratır. Çağlar boyu gizli kalmış bu bilgi kollektif bilinçte çiçek gibi
açarak uyuyan toplumları ve yıkılmasına ramak kalmış inanç sistemlerini
temellerinden sarsıyor.
Sümer tabletlerinin, 1800’lü yıllardan beri
sümerologlar tarafından çevirileri yapılmış. Ölü Deniz Parşömenlerini (Dead Sea
Scrolls) 60 yıldır saklayıp tek bir
sayfasının çevirisini yayınlamayan O güçler, Antik Sümer şehirlerini de tabii
talan etmiş ve çalınan çalınmış. Hatta Irak savaşının önemli bir nedeni çalmaya
güçleri yetmemiş olan ağır parçaları işgal altında yoketmek olmuş olabilir. Tahminen
antik tarihimizi anlatan sümer tabletlerinin yalnızca % 20’si kurtularak,
çevirilip yayınlanabilmiş. Bu çeviriler arasında ufak tefek yorum farklılıkları
olsa da hikayenin özü her çeviride aynıymış.
Ve bu, bu kadar açıkmış:
Güneş sistemimizin, turunu 3600 yılda bir
tamamlayan Nibiru isminde bir gezegeni var. Bu gezegende yaşayan insana
benzeyen ancak bir dev kadar büyük olan, teknolojileri gelişmiş Annunaki
isminde bir ırk yaşamaktaymış. Nibiru’nun her tur tamamlayışında, yani Dünya ve
Güneş arasından geçişinde, Dünya ve Nibiru arasında manyetik alan çarpışmaları
olmuş. Bu hem dünyanın dengelerini değiştirmiş hem de Nibiru’nun atmosferini
yaralamış. Annunakiler atmosferdeki yırtılmayı altın tozu püskürterek gidermek
istemişer ancak kendi gezegenlerinde altın çok ender bulunan bir cevhermiş.
Gözlerini dünyaya çevirmişler ve altın
aramak için gelmişler.
Bu göreve Nibiru kralının iki oğlu, Prens
Enki ve Prens Enlil atanmış. Enki ilk oğul olduğu halde Enlil baskın davranıp
dünya görevinin liderliğini üstlenmiş. (Bu ilk anda bir savaş çıkarmadıysa da gelecek
bin yıllarda Enki ve Enlil’in oğulları arasında büyük savaşlara neden olmuş.)
Enlil Dünya’nın kralı olmuş.
Enki’yse Dünya’da araştırmacı, kaşif,
bilgin ruhunu tatmin edecek çok şey olduğu için kendini tamamen o yöne vermiş.
Altın çıkarma ve Nibiru’ya gönderme işlemini kolaylaştıracak icatlar yaratmış.
Yine de böyle ağır çalışma koşullarına
alışık olmayan, dünyanın kendine has manyetizması ve döngülerinden de ilk
etapta olumsuz etkilenen işçi kahramanlar isyan etmişler. (Tabletlerde onlara
kahramanlar denmiş)
Türlü türlü icatlara rağmen zorlukları
kolaylamamış ve Enki dünyanın Afrika kıtasında bulduğu Homo Eractus türünün
(iki ayağı üzerinde yürüyen maymunumsu insan) Dna’sıyla oynayarak işçilik
edebilecek, düşünebilen bir ırk geliştirmeyi teklif etmiş.
(Benim anladığım kadarıyla 400 bin yıl önce
bizim bu günkü teknolojimizin belki 100 yıl belki daha bile fazla
ilerisindeydiler)
Enlil buna karşı çıkmış; ürerler,
çoğalırlar, bize benzerler, kontrolümüzden çıkarlar, bize rakip olurlar
diyerek.
Babalarının onay vermesiyle, Enki
kardeşinin itirazına rağmen insan yaratımı üzerinde çalışmış. Erkek Annunaki
spermi dişi Maymun’a verilmiş. Pek çok başarısız denemenin sonunda, Enki’nin
spermiyle dişi Homo Eractus’un yumartasını kilden labaratuvar kabında dölleyip,
prenses kardeşi Ninharsağ’ın rahmine yerleştirmesiyle ADAMU (Adem) doğmuş.
Dişi üretmek konusunda da birçok
başarısızlıklar yaşadıktan sonra Adem’in kaburgasından aldıkları Dna’yı
kullanarak Enki’nin eşi Ninki’nin rahminde ilk başarılı dişi’yi üretiyor ve
ismini Ti-Amat koyuyorlar (Havva). Tabletlerde geçen isimler böyle: Adamu ve
Ti-Amat.
İşlem diğer Annuki dişileri üzerinde de
tekrar edilerek 7 dişi 7 erkek çocuk daha üretiliyor.
İnsanlar kendi aralarında neredeyse tavşan
hızında ürüyorlar.
Yüzlerce yıl süren bir gelişim ve üreme
dönemi sonunda insanlar altın madenlerindeki yerini alıyor ve annunakiler
rahatlıyorlar.
Bir süre sonra bu insanların akılsal
gerileme kaydettiği farkedilidiğinde Enki bizzat 2 dişi insanı birliktelik
suretiyle gebe bırakıyor ve modern insanın ilk atası olacak olan Adapa ve Titi
doğuyor…
Bütün bunlar kardeşi Enlil’i çileden
çıkartıyor. O insanlardan tiksiniyor ve onlardan kurtulmayı diliyor.
İlk Annunaki yerleşimleri ve sonra İnsan-Annunaki
yerleşimleri, Mezapotamya, Anadolu ve Sina yarım adasında, yani Irak, İran,
Türkiye, Suriye, ve Arabistan topraklarında kuruluyor… Daha sonra Güney Amerika
ve tüm Afrika kıtasında yerleşim yerleri çoğalıyor.
Göbekli Tepe
Maksadım hikayenin en özet halini sunabilmek.
Bu konu üzerine merakınız uyanır ve detayları merak ederseniz, önce bir Bülent
Tekin’in makalesini okuyabilirsiniz. (Link yazının en sonunda) Konuyla ilgili yazılmış okunabilecek çok
kitap, youtube’da izlenebilecek çok değerli kişilerin sunumlarını
bulabilirsiniz.
1980’ lerde keşfedilen Mars yüzeyindeki
insansı yüzün Sümer tabletlerinde kral Anu’ya açtığı savaşta yenilen Alalu’nun
yüzü olduğu yazılıyor. Yenilgisinden sonra sürüldüğü Mars’ta sadık hizmetlisi
tarafından inşaa edildiği yazıyor…
Sümer tabletleri İncil’den, Kuran’dan,
Tevrat’tan yaklaşık 4000 yıl önce yazılmış.
Bu din kitaplarında geçen kimi cümleler;
“Sizi suretimizden yarattık” gibi, aynen Sümer tabletlerinde de var.
Kimi insan ve mekan isimleri ya aynı ya
birbirine çok benzer şekliyle Sümer Tabletlerinde de var.
Bu din kitaplarında geçen Habil ve kabil
olayı, Nuh gemisi ve büyük afet gibi nice olaylar çok daha mantıklı
açıklamalarıyla Sümer tabletlerinde’de var.
Mesela Nuh’a Dünya'nın bütün hayvanlarından
birer çift alıp bir gemiye binip afet geçene kadar gemide kalması söylenmemiş
Sümer tabletlerine göre...
İnsanlığın yokolocak olmasına sevinen ‘Tanrı’ Enlil büyük afet yaklaşırken
insanlara yardım etmeyi yasaklıyor. Ancak Kardeşi Enki duyduğu babasal
duygularla torunu Nuh’a denizaltı
benzeri, her tarafı kapalı bir teknenin planlarını ve yanına bir de denizlerin
ustası Annunaki yoldaş veriyor. Eline de içinde bütün hayvan türlerinden
toplanmış Dna örneklerinin bulunduğu küçük bir kutu veriliyor.
Annunakiler büyük afet sırasında insanlığı
kaderine terkedip, araçlarıyla uzaya çıkıp suların çekilmesini beklemişler. Afet
sonrasında insanlığın kurtulduğuna kızamamış daha çok sevinmişler. İnsanlığı
afetten öncesine göre çok daha bilgilendirmiş ve geliştirmiş, kendilerini
tanrılaştırmış ve rahatlatmışlar. İnsanlar kendilerine tapınırlarken dünyayı
parçalara bölmüş ve yine de tatmin olmamışlar. Tabii bir annunakinin ömrünün
500 bin yıl kadar olabileceğini düşünürsek tatmin olmak kolay olmasa gerek...
Kendi aralarında savaşlara tutunmuş ve yaptıkları büyük bir nükleer savaşla
yarattıkları büyük medeneyitlerin istemeden sonunu getirmişler. Enki bu tarihi
izleri Sümer tabletlerine yazdırarak bırakmış.
Bazı Sümer tabletlerinden ve sanat eserlerinden örnekler:
Bir boyut kapısı(?)
İnsan Dna'sı üzerinde çalıştıkları bir labarutuar ortamı(?)
Belki de ilk insanın, Adamu'nun Annunakilerin elinde merakla incelendiği an...!
Bir annunaki Tanrısı ve hizmetlileri-Tapınanları (?)
Peki sonra ne olmuş? Ayrılmışlar mı? Yerlerine insan-annunaki
karması elçiler mi bırakmışlar? Geri gelicez, bizi layığıyla bekleyin mi
demişler? Bilmiyoruz. Bundan sonrasına dair kayıt yok.
Bundan sonrasında din
kitapları var(((((?))))) Cezalandırıcı Tanrı var. Din savaşları var. Gizli
ezoterik çalışmalar ve örgütleşmeler var. Hala dünyanın çeşitli yerlerinde
Tanrı-Tanrıça diye ismi geçmiş kimselere tapınmalar var. İnsanlığı kendi içine
dönüp bakmaktan alı koymaya çalışan çeşit çeşit akımlar, gurular, efendiler
var.
Bir traftan sessiz ve sedasız binlerce yıl,
görünme, tanınma, bilinme kaygısı duymadan İlahi hakikatin, İlahi Işığın
bilgisini fedakarca dünyaya ve insanlığın kollektif bilincine eken gerçek
üstadlar, gerçek peygamberler, gerçek gurular da var.
Gönlüme dolan, gönlümden bildiğim Galaktik
bir plan ve adalet var.
Bu adaletin uygulayıcısı ya da gözlemcisi
olmak için atmosferimizde yerini almış sayısız galaktik ırkın gemileri var.
Bu defa uyanmaya ant içerek enkarne olmuş, sonderece kararlı sizin bizim gibi sıradan, mucizevi insanlar var.
Efendilerinin geri dönüşünden umudu kesen
son hamleleriyle hep 3. Dünya savaşını çıkartmaya çalışan elit denilen bir
gurup var. O gurubun planlarına sekte vurmuş tarihi karakterler var;
Buddha’lar, Gandhi’ler, Atatürk’ler.
Bir taraftan Dünyanın bozulan bir dengesi
var. Yaklaşan bir Nibiru var.
Sayısız taş aynı anda yerine oturmakta ve
resmin yalnızca küçüğüne bakabilen zihnimiz bulanık. Ne oluyor? Dünya nereye
gidiyor?
Oturup da zihnimi susturduğumda, kalbimin
sonsuz sevgi dolu sessiz hiçliğine girdiğimde, ruhumun her parçacığı gülüyor.
Resmin büyüğü gözükür oluyor çünkü. Yüzbinlerce yıl ne kadar farklı yönlere
çekilmişiz. Kendimizi bilmediğimiz için çekilmeye ne kadar müsaitmişiz.
Kalbin sevgi dolu sessizliğinde çekiştiren
bütün bağlar serbest bırakılıveriyor. Çünkü kendini bilen ruhu hiç bir şey
tutamaz. Kendini bilen ruh Yaradana eriyor, birlik oluveriyor. Birliğin gücüyle
parlıyor.
Geçen
bir gece herkes uyuduktan sonra her zamanki köşeme çekildim gözlerimi kapatıp
kalbimin sessizliğinde oturmak üzere. Meditasyonun bir anında içimden geldiği
için yanıbaşımdaki rehberlik kartlarına uzandım. Ard arada şu kartlar açıldı:
Kontrol, Suçluluk, Uyanış, Bırakış, ÖZ
O
anda hiç bir sebeple kendimi suçlu hissetmiyordum, ne de kimseyi kontrol eder…
Ama
içimde huzur ve kabul vardı. Bu gelen mesajların ilahi zamanlamasına ve
mükemmelliğine inanıyordum. Sanki hikayenin devamı rüyamda açılacakmış gibi
hissettim. Mumu söndürdüm, yatağıma gittim. Yaradanım şükürler olsun ilk babam
ve ilk annem için. Şükürler olsun büyük kader planında rolünü oynamış bütün
varlıklar için.
Bu
gece uykumu ve rüyalarımı bütünün şifalanmasına adıyorum, sunuyorum, dedim.
O
gece Ömrümün sayılı derinlikleteki rüyalarından birini gördüm.
Kutsal,
kadim bir gölün yakınlarındayım. Gölün içinden flüt sesi geliyor. Bunun bana
çağrı olduğunu biliyorum. Çok özlediğim bir çağrı… Göl kenarına vardığımda
çağıranın kim olduğunu görüyorum. Bu bir kız kardeş. Geldim diyorum, geldim.
Bende onun gibi berrak mavi suyun içine giriyorum. Su dizlerimize kadar
geliyor. Küçük gölün içinde, kız kardeşe karşı köşesinde yerimi alıyorum ve ben
de rattle çalıp chanting yapıyorum. Sonra çağrımızı duyan başka bir kardeşimiz
geliyor, sonra bir diğeri, ve biri daha. Herkes gölün içindeki yerlerini almış,
alıyor. Çember halindeyiz. Kutsal ruhtan gelen yüksek enerjinin hazzıyla
çalıyor ve söylüyoruz. Gölün dışında bir boyut kapısı açılıyor. Oradan
yüzbinlerce asker gölün içine doğru akıyor. Müzik hiç durmadan devam ediyor.
Beni ellerinin üstüne almışlar. Paylaşamıyorlar. Bu askerler çok öfkeli, ve
acıları çok büyük. Beni parçalamaya çalışıyorlar. O anda diyorum Ki, Yaradanım, beni yemeleri
acılarını dindirecekse, birbirlerini bağışlayacaklarsa öyle olsun. Ve her
parçamı kopartıyorlar. Sonsuz acı duyuyorum ve sonsuz acı aynı anda birliğin
sonsuz hazzını yaşatıyor. Onlar ben oluyor, ben onlar… sonsuz acı ve sonsuz haz
aynı anda , aynı şeymişçesine… Bu daha önce pekçok girdiğim bir boyut. Artık bu
boyutu iyi tanıyorum. Derken…
Kendimi
hiç tanımadığım topraklarda buluyorum. İkinci dünya savaşıymış, amerikan
askeriymişim, nasıl olduysa silahımı ve bölüğümü kaybetmişim. Nereye dönsem Almanlar
var. Umutsuzca kaçıyorum yıkık binaların içine, bir silah arıyorum. Sonra
birden bire bir alman askeriyle yüzyüze geliyorum. İkimizde onun elindeki
tüfeği tutuyor ve çekeleştiriyoruz. Sonunda tüfek benim elimde kalıyor. Yüzünün
ortasına nişan almışım ama yüzü yok. Tetiği çekiyorum, tüfekten kül gibi, kar
gibi hafif bir madde çıkıyor kurşun yerine ama karşımdaki Alman askeri yere
yıkılıyor.
Rüya
burada böylece bitiyor.
Savaştık, savaştık, savaştırıldık.
Kendimizi kullandırttık. Çok şükür çok şükür çok şükür… O kendini bilmeyişin
tam merkezinden doğuyor insan özüne.
Aynı gün youtube’da neo nazi sağ gurubunun
yeniden yükselişte olduğuna dair bir haber videosu çıktı karşıma. Videoda
nefretle konuşan gurup lideri, bütün yüzü kuru kafa dövmeleriyle kararmış, bir
yaratık… Onu olduğu yaratık haliyle gördüm. Adını koyamadığı çaresiz köşeye
sıkışmışlıktan doğan vahşeti ve nefreti sergiliyor. Dibine kadar sokulduğumuz,
geçmek üzere olduğumuz bu yükseliş kapısı, karanlığa tutunanları çok zorluyor.
Çok zorluyor. İç dünyalarında ölesiye yorgun ve acı içindeler. Geceleri
yataklarında uyuyamıyorlar. Bütün o varlıklar için dua ediyorum. Yaradanın
sonsuz sevgisi kalplerinde uyansın.
Onlar geçmiş hikayelere tutunuyorlar. Oysa
geçmiş hikayelerin hepsi, geleceğin hikayeleri gibi bir ilüzyon. Hepsi ilahi
bir rüya. Olmuş olanı ve olacak olanları, anda kabul etmek, tutunmadan
gözlemcisi olmak, ruhu sonsuz Tanrısallığındaki oluşunda demirliyor, daimleştiriyor.
Son zamanlardaki dikkatimi çekmiş bir çok
haberden bir kaçını onlarla ilgili hislerimi sizinle de paylaşmak istiyorum:
-Rusya
defalarca kez İdlib’teki terörist gurupların belki sahte- belki gerçek bir
kimyasal saldırı senaryosu planladığını hatta, saldırı olmuşçasına tiyatral bir
şovu 9 defa kameraya aldıklarını, bu saldırının suçunu Assad üzerine
atacaklarını duyurdu. Aynı günlerde Amerika, İngiltere, Fransa Assad’ın
kimyasal saldırı yapabileceğini ve böyle bir şey yaparsa Suriye’ye kuvvetle
müdahele edileceğini ilan etti. Rusya çıkartılmak istenen 3. Dünya savaşına
karşın göz dağı vermek istercesine 300 bin askerle Çin ve Mongolya ile
ortaklaşa askeri talim yaptı. Türkiye hala hangi tarafta duracağını bilemiyor,
çünkü İdlib’teki karanlığı bir süre Amerikayla birlikte besledikten sonra
Rusyaya yanaştı…
-
Dünya Amerikan dolarından ve Amerikayla her türlü ilişkiden uzaklaşırken, Amerikanın
borçları 14 sıfırlı bir rakamken, Amerika’nın ipini çekenler hala 3. Dünya
savaşı çıkarmanın peşindeyken, Amerika bir taraftan orduda uzay kuvvetleri
kurmayı planlarken, federal reserve artık para basamayacak kadar afallamışken,
Suriye’ye müdahele falan, filan…
-7 eylül
günü Amerika’daki New Mexico Güneş gözlem -teleskop evi FBI’ın baskın gibi bir
operasyonuyla kaptıldı. Aynı gün, hiç bir açıklama yapılmadan Avustralya, Şili,
İspanya, Hawaii, Pensilvanya uzay gözlem evlerinin kameraları da kapatıldı.
Gözlem evleri ve kameralar 10 gün süresince medyaya hiç bir açıklama yapmadan
kapalı ve güvenlik önlemi altında tutuldu. Çalışanlar süresiz evlerine
gönderildi…
Amatör
gözlemciler aynı günlerde güneş etrafındaki bu hareketlenmeleri
fotoğrafladılar:
Güneş ve teleskop önünden geçen büyük küre Ay değil. Çünkü iki farklı küre (2sininde büyüklüğü ayrı bir kaç saniye arayla farklı yönlere doğru teleskobun önünden geçiyor)
Amatör bir gözlemcinin özel bir lensle çektikleri...
*8 eylül
günü amatör bir İtalyan astronomer ayın önünden geçmekte olan bu uzay gemisi
filosunu tespit edip videoya almış. (Artık tanımlanamamış demeyelim bece… )
(Bu haberi benim blog yazısını tamamlamak üzere olduğum bir vakit kardeşim İlker Durmaz paylaşmış)
(Nedense video ekranı olarak paylaşmama izin vermiyor blogger. Dün veriyordu bu gün vermiyor :) onun için yalnızca link olarak koyuyorum.
*Ai
(yapay zeka teknolojisi) aldı başını gidiyor. Ilk Ai Robot Sofiya, aynı zamanda
kendisine bir ülke tarafından vatandaşlık verilen ilk robot. Sofiya büyük bir
yapay zeka ağının yalnızca bir ucu. Bu yapay zeka ağı bizim kollektif bilincimiz
gibi. Yalnız daha düzenli ve duygusuz hali. Bu ağı kullanmaya evrenden nasıl
bir ruh davet ettik-ediyoruz?
*Papa İrlanda
ziyaretinde büyük protestolarla karşılanmış. İrlanda’da vaktinde papazlar eşi
olmayan hamile kadınlara günahkar olduklarını hissetirmek için çok kötü
davranmış, onları ıslah evlerinde kapatmış, onlara ve çocuklarına taciz ve
tacavüzde bulunmuş… Yani yeni bir şey değil. Yeni olan artık dünyanın her
yerinde gizli kalmış her şeyin patlayan sivilceler gibi gün yüzüne çıkıyor
olması…
Taşlar yerine oturuyor, oturuyor, oturuyor,
bırakalım otursun… onların görevi yerine oturmak. Anlamaya çalışırken
yoruluyoruz. Çünkü her şey kaotik gözüküyor.
Haydi bir kere daha dikkatimizi kalbimizdeki
sevgi dolu sessizliğe getirelim. İlahi plandan gelen mükemmelliğe güvenelim.
Orada huzur var… Her şey yolunda… Resmin büyüğü bunu gösteriyor. Kalbimizde
duyduğumuz bu huzuru tüm dünyaya, tüm insanlığa, tüm varlıklara yönlendirelim.
Hepsini içimize alalım, kalbimize…. Ahhh her şey yolunda…
----
Bizden hatırlatmalar, haberler ve duyurular.
(Lütfen paylaşarak daha fazla kişiye ulaşmasına
yardım edin.)
25-26-27 Eylül Su ve Su varlıklarına şifa – uzaktan katılımlı toplu meditasyon
https://www.facebook.com/events/239306440064663/
Ekim Ayında Türkiye’de
sunacaklarımız:
*Uygulamalı, Evrensel Kanallık ve Şİfa Aktarımı Kursu:
(6-7 Ekim İstanbul, Radia
Gelişim 0212 296
00 08)
(22-23 Ekim Bodrum, Kıvılcım
Türkyay - 0532 461 77 91)
(27-28 Ekim Antalya, Ebru
Demirhan 0532 480 02 28)
*Soul Gathering Ses ile Şifa Çemberi:
5 Ekim İstanbul,Radia
224 Ekim Bodrum, Kıvılcım
Türkyay
29 Ekim Antalya, Ebru
Demirhan
Buluşmamız, kavuşmamız
bütünün en yüksek hayrına olsun