Thursday 29 July 2021

65. Ruhaniyet ve aşı üzerine, karışmış akıllara…



Ruhaniyet ve aşı üzerine, karışmış akıllara…

Aşıları koşa koşa vurdurmuş olanlar

Arada kalarak vurdurmak zorunda kaldım diyenler

Ruhani gücümü sınadım diyenler

İhtiyacım yok-vurulmadım, vurulmam diyenler…

Vurulmayanlar ölsün diyenler

Vurulanlar ölsün diyenler

Taraf değilim seçmem diyenler

Cevap verip frekansımı düşürmem diyenler

😊

 

 

 

Evrende herşey bir döngünün parçası.

Kısa süreli döngüleri farkedip sayabiliyoruz, gece gündüz, yaz, kış, dolunay, yeni ay, gibi. Bu sayabildiğimiz döngülerin üzerimizde bıraktığı etkileri anlamak da çok zor değil. Gece olunca bedenin yorgunluğu artıyor, hislerimiz sönüyor, kapanıyor uykuya doğru yavaş bir geçiş yaşıyoruz. Sabah olmak üzereyken hislerimiz uyanmaya başlıyor, bedenin gücü artıyor, uyanıyor ve aktifleşiyoruz. Dolunay yaklaşırken üstümüzdeki çekim gücü artıyor, içsel gözümüz geçmişe takılıyor, duygusal ve zihinsel tıkanıklıklarımız güçlüce hayatımızın yüzeyine çıkıyor, adeta kışkırtılıyoruz içeriden.. (Dinleyebilir ve bırakabilirsek ne ala, ne güzel şifa… ) Ya da zaten arınmış olanlar yollarını daha net görüp harekete geçiyor. Yeni ay yaklaşırken ise üstümüzdeki çekim-baskı azalıyor ve içsel gözümüz geleceğe bakıyor, yeni planlara, yeni arzulara yöneliyor.

Bedenimizin yazın salgıladığı hormonlar ve kışın salgıladığı hormonlar birbirinden farklı. Çünkü Yazın ve kışın hayatta kalmak farklı yetenekler gerektiriyor. Bedenimiz bizi hayatta tutmaya programlanmış, içinde bulunduğumuz döngülerin etkileriyle sürekli bir değişim halinde.

Astroloji aracılığıyla galaksimizdeki diğer gezegenlerin döngülerinden de ne ölçüde ve nasıl etkilendiğimiz bilgisi alınabiliyor.

Ancak bu daha sübtil etkileri sezebilmek, anlayabilmek için insanın öz farkındalık yolunda gayret gösteriyor olması gerekli. Kendini dinlemekte ustalaşamayan biri üzerine gelen sübtil enerjisel etkileri de anlayamayacaktır.

Daha daha sübtil etkilerse galaksimizin dışından evrenin derinliklerinden ve yüksek frekanslı boyutlardan sürekli varlığımıza iniyor.

Ruh merkezimizin (yüksek benliğimizin) sürekli etkisi altındayız.

Dünya nüfusunun çok büyük bir bölümü gece-gündüz, yaz ve kış arasında yaşadığı değişimlerin bile farkında değil.. Ama artık anlamışlar ki gece var gündüz var, yaz var kış var işte, okadar…

Galaksimizde karanlık ve aydınlığın hakim olduğu binlerce yılı içeren çok büyük döngüler de var.

Ki biz o döngülerden karanlık olanın içindeyiz. O döngünün de son evresi –dönem sonu olarak bilinen dilimindeyiz. O evre öyle bir evre ki dönem sonuna öz farkındalık geliştirerek yaklaşmamış, mezuniyete hazırlanmamış varlıkların maddesel arzuları ve korkuları uç seviyelere ulaşır; dünyada yarattıkları kaos ve zarar en üst düzeylere ulaşır. Dönem sonuna hakikatı arayarak yaklaşmış olan varlıklar ise varolan kaosun acıları ve zorluklarıyla kaçmadan yüzleşip, vicdanın pusulasıyla yapılması gerekenleri yapar, son sınavlarını verir, gün ve gün en yüksek bilinç frekansına, ilahi aşka, birliğe doğru yükselir.

Maddeye ve korkuya yönelenler ile, ruhun ışığına ve gerçek sevgiye doğru yükselenler aynı dünyayı paylaşmaktalar. Bir taraf karanlığı bir taraf aydınlığı temisil ediyor. Karanlığı temsil eden taraf çok daha kalabalık. Ama aydınlığı temsil eden taraf daha güçlü.

İki tarafın da hayata ve ölüme bakış açıları birbirinden çok farklı.

Şimdi bu bilginin ışığında bakalım dünyada olanlara.

Düşük bilinç frekansında, madde ve korku boyutunda varolanların bakış açıları çok katı, dar ve maddesel. Böyle kimseler için ölüm çok korkutucu. Birisi kendisine ölmemeyi garanti ettiyse hayatının tüm kontrolünü, tüm özgürlüklerini, tüm evrensel haklarını o kişiye-aşıya-kuruma vb teslim edebilir. Yeter ki hayatta kalsın. Şunu düşünmekten çok korkar:

“Ya kandırılıyorsam…Bu, ölüme karşı gerçek bir korunmam yok demektir.”

Ölüm korkusu öyle ağır basar ki kendisine satılan bilgiyi-ilacı sorgusuzca kabul eder. Öyle yoğun bir korku ki hayatını yaşayamaz, kilitlenip kalır. 3 maske üstüste takabilir, ya da bidon takar kafasına. 3-5 aşı farketmez hepsini olabilir. Damgalanabilir, mühürlenebilir, fiziksel ve ya elektronik bir iple yönetilebilir. Üstelik acımasızca herkesin de aynı şeyi yapmasını isteyebilir. Bilgi kaynağı olarak ana akım medyayı dinler.

Lütfen okurken egonuz incinmesin. Anlattığım hikaye çok genel bir hikaye. Herkesin hikayesi birbirinden biraz daha farklı.

Ruhla bağlantıda olan bir kimsenin bu düşük frekanslı ilacı kabul etmesinin muhakkak bir sebebi vardır. Bu kendini sınamak olabilir. Belki ben o aşının enerjisini öz gücüme dönüştürmeyi bilirim demiş ve kendinizi sınamışsınızdır. Bunu söyleyen insanlar da giderek çoğalıyor.

Kazan kazan olacak yani.. hem aşı olmanın verdiği bazı avantaj ve özgürlükleri kullanırım hem ruhumun gücünü sınarım…

Ya gerçek bir üstadsınızdır,  ya da kendinizi henüz bilmiyorsunuzdur.

1970’lerde Ram Dass isminde bir hippi, gurusu olan Maharaji’ye bir LSD hap verir. Bunlardan alarak birliğe ulaşmam kabul edilebilir mi, iyi midir? Diye sorar. Guru bir tane daha ver der,verir. Bir tane daha… verir. Hepsini ağzına atıp yutar guru. Öğrencisi şaşkındır. Bu çok büyük bir doz ne yaptım ben diye şok olur ve üzülür.  Aradan geçen kısa bir süre sonra üstad komik ve korkunç görünen yüz halleri sergileyince öğrencisi iyice korkar. Öğrencisini böyle gören guru dayanamayıp kahkakaha atar. Ben zaten oradayım der.

“Ben zaten oradayım…” Dolayısıyla bu ilaçların onda bırakabileceği hiçbir fiziksel etki yoktur.

 

Ruhani seremonilerde üstadlar normal koşullarda bir insanı kısa sürede öldürebilecek türde kobra ve ya farklı hayvan zehirlerini ya da bitki özlerini oral olarak, duman olarak, ya da kana enjekte ederek alarak kendilerini sınamışlardır. İnsan Yaratanla güçlü bağlantı halindeyken bedeninin frekansı çok yüksek olur ve bedene giren her şey öz güce ve şifaya  dönüşür.

O üstadlar ki, ateşin üstünde de yürür, buzlu bir gölde de uyur, yemek yemeden 6 ay meditasyonda da kalır…

Kendini en azından 1 hafta tam açlıkla sınamamış, şamanik doğa ilaçlarıyla hiç tanış olmamış, oturup ömründe 1 saat meditasyonu tamamlamamış, yeni çağ ruhaniyetine heveslenmiş ve ruhani ego frekansında titreşen kardeşlerim, kendinizi aşıyla (ne olduğu belirsiz, testlerini tamamlamamış, olunduğunda kimsenin sorumluluk kabul etmediği, hele de dna’nızla oynayan sıvılarla)  sınamanızı tavsiye etmem.

Yalnızca bir gün için diyetini değiştirse kabız olacak arkadaşlarım… aman dikkat.Ruhani ego öldürür.

Üstadlar yok mudur.. vardır… Üstadlar kendilerini bilir. Neyi yapabileceklerini bilirler.

 

----

Bazı kişiler söz konusu aşıları koşa koşa ilk fırsatta yaptırıp babaları kendi labaratuarında üretmişçesine savundular. Onlar ilk kategoride anlattığım insanlardı.

Ama bazı kişiler ruhu ve hakikati arıyorlardı… henüz içeride oraya varamamışlardı.. Öze olan güvenleri yeterince güçlü değildi. Çok arada kaldılar. Çok kararsız kaldılar. Ve aşıyı vurulmanın kazandıracağı konfor alanına doğru geçmeye sonunda karar verdiler. Aşıyı vurulduktan sonra da içleri birtürlü rahat etmedi…Vicdanları rahatsız kaldı. Kendilerine kötülük yapmış olabileceklerini düşünüyorlar.

Belki de seçim yapmak zorunda kaldılar; ya işlerini seçeceklerdi ya aşılanmayı seçecekleridi.

 

Yine de içiniz rahat olsun. Yaratanın büyük oyununu bilmiyorsunuz. Aşıyı vurulmadan önce O’na tam olarak güvenmiyordunuz. Hiç değilse aşıyı vurulduktan sonra O’na sonsuzca teslim olun ve güvenin.

Gündoğmadan neler olur… Bugün tapılan bilim yöntemleri ve uygulayıcıları yarın öbürgün suçlu ilan edilir. Aşıların olumsuz etkilerini ekarte edecek gerçek yöntemler ve ilaçlar çıkar. Herşey olur. Seçtiğiniz yola her halukarda inanın ve güvenin. Nasıl olsa seçtiniz ve geri dönüş yok.

Tabii ben de bilmiyorum Yaradanın büyük oyununu ve neler olabileceğini. Her halukarda O’na güvenmenin ve teslim olmanın, kader yolunda hangi noktada kaldıysak kalalım, o noktadan itibaren bize bütünün hayrına olan yöne yönelme şansını yeniden vereceğini biliyorum. Yaratan bizi her an bütünün en yüksek hayrına olan yöne doğru sevk edecek etkileri üstümüze gönderiyor. Görene, bilene, anlayana şifa yağıyor her an.

 

--

Ben aşı olmadım. Doktor olsaydım, ya da öğretmen, ve aşıya zorlansaydım mesleğimi bırakır hayatta kalmanın başka yollarına başvururudum; hem de çocuğumla, eşimle, ailemle. Ama bu benim. Tekrar söylemekte fayda var. Yaratanın büyük oyununu bilmiyoruz. Hepimize verdiği başka bir hayat amacı, başka bir görev var.  Hepinizin seçimlerine sonsuz saygı duyuyorum. Siz de kendi seçimlerinize saygı duyun, onurlandırın diye diliyorum. Herbirimizin yolu kutsal. Kimi otoban gibi yoldan apaçık gidiyor.. Kimi çıkmaz sokaklarda duvar üstüne tırmanıyor.. Ama Sonunda hepimiz bir yerde buluşacağız; bir olduğumuz gerçeğinde.

 

---

Aşı vurulmayanlar ölsün diyenler ve vurulanlar ölsün diyenler arasında pek bir fark görmüyorum.

Bu iki fikir de vicdanının sesini duyamayan egoist zihinden çıkmış.

Ve vicdanının sesini duyabilen biri olarak ikisine de dur diyorum. DUR! Ne yaptığını bilmiyorsun.

Görmüyor musun? Dünyayı yöneten o egoist güçler birbirimizle ayrışmamızı, kavga etmemizi, birbirimizden nefret etmemizi istiyor. Böyle olduğunda daha kolay kontrol ediyorlar, yönetiyorlar.

 

Dur kardeşim. Sakin ol. Senin öfken aşı olmayanlara karşı değil. Senden farklı düşünen insanlara karşı. İnandığın bir illüzyon uğrunda senden farklı düşünen insanların ölmesini diliyorsun, ya da hapsedilmesini, evine zincirlenmesini. Ne yapıyorsun? Vicdanına ne oldu senin?

Bana seni ikna eden bilgiyi gösterir misin? Seni hastalıktan ve ölümden bu aşıların koruyacağını söyleyen bilginin kaynağını söyler misin? Ana akım medya, bakanlıklar, devletler, ilaç firmaları, küresel organizasyonlar, elit topluluklar…

Seni ölümden kurtaracak bir ilaç yaptıklarına inandırmak isteyenler senin üstünden güç ve para kazanan,  hayırsever görünümlü paraseverler, güçsseverler…     Üstelik seni koruyacağına söz verdikleri aşı için sorumluluk almıyorlar. Aklın alıyor mu? Ölürsen, sakat kalırsan, uzun vadeli hastalıklara kapılırsan hiçbir sorumluluğunu kabul etmiyorlar. Aklın alıyor mu? Bunu nasıl yutuyorsun? Aşılı ve aşısızların hastalık ve ölüm oranlarını pay-laş-mı-yor-lar. Aklın alıyor mu?  Bu aşı şirketlerini fonlayan Bill Gates dünya nüfusunu düşürmeye bir TED konuşmasında söz vermiş biri.

Hadi seni birşekilde inandırmışlar… Peki inan, ol. Tamam. Ama yanılgını başka insanlara dayatmaya çalıştığında sana dur denilecektir. Orda dur! Haddini aşma! Çünkü ilahi akış tüm egoistlere tam vakti geldiğinde had bildirir. Durmak bilmeyen zihinlere durmayı hatırlatır.

“Dur” sarsıcı bir hatırlatıcıdır.

 

Diğer yanda da aşı olmamış ve aşı olanları hedef almış, aşı savunucularını düşman bellemiş,  aşılarınızla ölün gidin de kurtulalım diyen bir mentalite de var. (Çünkü bu dünyada her ucun bir karşıt ucu vardır) Sana da DUR diyorum kardeşim. Dur da bir sessizlik olsun. Belki o zaman vicdanın sesini duyarsın.

 

+Şimdi sözüm ruhani görünümlü iki ucun temsilcilerine:

Ne oluyor yahu. Ne bu düşmanlık? Bundan 2 sene önce aynı çemberde oturmuyor muyduk hepimiz?

Cennet dünyayı birlikte hayal etmiyor muyduk? Elele tutuşup OM demiyor muyduk? Ne oldu da ruhani maskeler düştü şimdi... İyi ki de düştü. Gerçek olabilmemiz için güzel bir şanstır bu.

 

+Şimdi sözüm iki tarafın da savunucusu ve ya redcisi olmadığını söyleyen ruhani görünümlü arkadaşlara. Sessiz kalırsanız, görmezden gelirseniz geçeceğini sanıyorsunuz belki. Ya geçmezse… Ya kapınıza dayanırsa? O zaman mı konuşursunuz fikrinizi? Ya çok geç olduysa? Ya Gandhi susup bekleseydi, geçer deseydi… Ya Atatürk geçer bunlar da deyip bekleseydi?

Yaratım ve çekim yasalarını iyi anlayamadığınız için diyorsunuz ki aman dikkatimi oraya verip kötü yaratıma katkıda bulunmayayım…

Ben OM desem yeter. Ben benim ben b..

Değil öyle kardeşim. Olan oldu, yaratılan yaratıldı ve gözlerini aç ve realiteyi olduğu gibi gör. Sen sessizce izlemeye devam etsen de bu yaratımdan çıkamazsın. İnsanlık denilen kollektifin bir parçasısın? Pardon yoksa Sirius’tan mısın? Onun için mi sessiz kalıyorsun?

Biz ışık işçileri hepimiz evrenin bir köşesinden gelmişiz bu dünyaya. Ama şimdi Dünyalıyız. Ve şimdi aktif bilgelik zamanı. Grounded spirituality… Topraklanmış ruhaniyet…

 

Kaos büyük, hikaye çok büyük, Peki biz ne yapabiliriz ki diyebilirsiniz…

Hepimiz birşeyler yapabiliriz.

1.       Bu dünyaya ne yapmaya geldiysek onu yapmamız en önemlisi. Hayatımızın amacını bulduysak o zaman bütünün iyiye, güzele, kutsala dönüşümünde görevimizi yerine getiriyoruz demektir.

2.       “Dur!” Hatırlatıcılığını vakti geldiğinde, yeri geldiğinde, kimin ihtiyacı varsa ona sevgiyle, anlayışla yapalım. Bu bir savaş değil. En azından bizim açınızdan savaş olmadığını bilelim. Sevgiyle “Orda dur!” diyelim. Ve Vicdanımızdan geleni onurlandıralım.

 

Birine dur diyorsam, ruhumdan gelen gerçekleri paylaşıyorsam bu vicdanımdandır, sevgimdendir.

 

Ruhani olmak pasif bir kabul edişle karıştırılmamalıdır. Evet ruhaniyetin belli bir derecesine varan kişi olanı olduğu gibi kabul eder ama bütünün hayrına gerekiyorsa birini omuzlarından tutup ihtiyaç olduğu kadar silkeler ve “HEY SEN KENDİNE GEL!”  der. Hipnoz olmuşçasına uçurumun kenarına doğru yürüyen birine tokat atabilir. Tabiiki tercihi en yapıcı, en yumuşak olandan yana olacaktır ama birkaç aptalın binlerce yıllık ruhani ve fiziksel emeği berbat etmesine de izin verilmez. Gerekiyorsa o birkaç aptal düşecekleri başka bir boyutta oyunlarına devam edebilir.

--

 

Aşk olsun aşk olsun

Niyetim kimseyi incitmek değil. İçimden geldiği sertlikte bıraktım kelimeleri. İçime güveniyorum.

------------

 

Buraya kadar yazdıklarım beni tanıyan tanımayan, konuyla ilgilenen herkeseydi.

Burdan itibaren yazacaklarım ise sanırım beni ve ailemi tanıyan bu aralar neler yaptığımızı merak eden dostalara ve yeni tanıdıklara.

8.8 Aslan Kapısında Uludağ’da bir seremonimiz ve arınma-şifalanma inziva programımız olacak.(kontenjan doldu)

9.9 İse Mersin’de olacağım.

Son aylarda ses ile şifa niyetiyle şarkılar yaptım, kaydettim, fb’tan paylaştım.


link burada: https://soundcloud.com/gokhan-atis/sets/ifa-olsun


İzmir köylerinden birinde bir toprak parçası bizi çağırdı sahiplendi. Biz de onun çiftçisi, şifacısı, çocuğu olduk. Su arama, toprak rehabilitasyonu gibi işlerle uğraşıyoruz.

 

Kanser hastası babam geldi bizde kalmaya başladı.

Geçenlerde onkoloji doktoru babamla ilgilenirken bir şey sezmiş gibi bana dönüp, sen ne yapıyorsun diye sordu. Şifacıyım dedim.

Hah. Bir süre sessizlik oldu. Sonra şöyle sordu: Pineal gland hakkında ne düşünüyorsun?

Başkalarının duymasından korkar bir halle kapıyı kapattı ve sözlerimin içine daldı…

Bir gün çay içelim sohpet edelim dedik. Babam da bedenini yavaş yavaş eriten ve sona yaklaştıran kemoterapi ilacını bir kere daha alıp kısa bir süre rahatladı.

 

Onunla hastaneye gidiyor ve arzu ettiği ilacı almasına saygı gösteriyorum. Arzu ettiği gibi, beslenmeye, arzu ettiği gibi bir ölümü yaşamaya herkesin hakkı vardır. 3 aşısını da olmuş. Yaptığımız şifalı yiyeyeceklere konserveyi yeğliyor. Kombu çayı vereyim diyorum limonata istiyor. Kendisine ruhuyla, yaratanla konuşması için çok iyi bir zaman olduğunu anlatmak istiyorum. Ama kendisi televizyon seyretmek istiyor. Yalnızca televizyon…

Ben de hiç ısrar etmiyorum. Çünkü biliyorum frekans tutmayınca tutmuyor. Sevgi ile bekliyor ve kendisine ilgi veriyorum. Yapabileceğim başka bir şey yok.

Nasıl yaşayacağımız ve nasıl öleceğimiz seçimdir.

Koşullar ne olursa olsun, nasıl yaşayacağımıza ve nasıl öleceğimize biz karar veririz. Bu uzun mevzuu.. belki başka bir yazıya.

Çok uzun oldu.

 Herkese sonsuz sevgi ve selam.