63. İNSANIN ACISI
Egonun ve eril dişi enerji dengesizliğinin yarattığı acılardan bahsedip gönlümden bildiğim ve benimde yürümeye gayret ettiğim “çıkış yolunu” işaret ettiğim bu yazıyı yayınlamaya hazırladığım gün İzmir’de deprem oldu. Canlar uçtu gitti. Büyük acı doğdu. Dinledim, dinliyorum, dinliyoruz, hissediyoruz kollektif acıyı.
Yardım diliyorum Yaratan’dan; acımızı kabul edip, daha fazla sevgiye dönüştürebilmemizde elimizi tutsun diye.
İnsanın acısının özü-kaynağı hep aynı olmakla birlikte, yas konusunu ayrı bir yere koyarak, ona hassas yaklaşmak, daha yumuşak bir şekilde ele almak ve başka bir blogda ilgili yazmak istiyorum.
Bu insanın kendini gerçekleştiremeyişinin acısı ve çözümüne dair bir yazı.
Bu yazının okuyucularına
minik bir tavsiye:
Okuyacağınız her satır
o anda uzay boşluğunda yapayalnızmış gibi gelebilir. Okudukça her birinin büyük
bir resmin parçaları olduğunu sezmeye başlayabilirsiniz ve sonuna geldiğinizde
ise belki büyük bir konunun ufak bir özeti tamamlanmış olur. Ya da hala uzay
boşluğundadır bütün bir yazı…
Sabırla, yavaşça,
hissederek, duraksayarak, kendinizi dinleyerek, kendi ve tanıdıklarınızın
hayatlarındaki ya da toplumdaki dokunulan noktaları anlayarak okumanızı tavsiye
ederim.
Bütüne şifa olsun.
+++
Kadın ve erkek fark etmeksizin her birimizin varlığında Yüce
Yaratan’ın dişi ve eril enerjileri var. Pek tabii onun bir cinsiyeti yok, kendi
içinde bir ayrılığı da yok. O sonsuz ve bir olan.Yaratım bir ayrılık rüyası.
Bizler o rüyanın parçacıklarıyız ve içimizde hissettiğimiz-varmışçasına kabul
ederek konuşacağımız, eril – dişi ayrılık, yaratım rüyasının gereği.
Eril ve dişi
enerjimiz birbiriyle uyum içinde dans ettiğinde içimizde aşk var ve
içimizdeki aşk realitemize huzur, merhamet, bağışlayıcılık, koşulsuz sevgi
olarak yansıyor.
Eril ve dişi
enerjimiz birbiriyle savaş halindeyken, içimizde acı var ve o zaman
içimizdeki acı realitemize, teslim olamamak, bırakamamak, kontrolcülük, öfke, nefret,
şiddet, yokedicilik olarak yansıyor.
Bu iki enerjinin
denge kontrolü ya ego merkezinde (zihinde) ya da ruh-farkındalık merkezinde
(kalpte) olur.
Ego, birçok enkarnasyon
boyunca yaşadığımız tüm hikayelerin sonucunda vardığımız kimlik - kişilik hali.
Ruh farkındalığı
ise ego merkezindeki deneyimlerimiz boyu, yaşadığımız sayısız acılar sonunda
bulduğumuz ve bulmakla hala meşgul olduğumuz ruh bağlantısı.
Tamamen ego merkezli
bir yaşamda varlığımızdaki eril ve dişil enerjiler dengesiz ve yaşadığımız
realiteler acı dolu oluyor.
Kalp merkezli bir
yaşamda eril ve dişil enerjiler uyumlu, yaşadığımız hayat duyulabilecek her
türlü maddi manevi acıya rağmen sonunda daimi mutluluğa evriliyor.
İşte mesele bu; kutsal insan olmak ya da olamamak.
Kadının ve erkeğin
kutsal insan olma yolunda sınavları farklılık gösteriyorsa da,
yanılmayalım; birçok hayat (reenkarnasyon) yaşamış varlıklar olarak hepimiz bu
sınavların hepsinden geçtik ve geçiyoruz.
Sınavlarımız
şimdi cinsiyetlerimizin farkından ötürü değişikmiş gibi gözükse de, resmin
büyüğüne bakıldığında ortak olduğunu
anlıyoruz. Hem kadın hem erkek olmayı defalarca deneyimlemiş cinsiyeti olmayan
ruh parçaları olarak, her kadın oluşumuzda bilinçsiz bir dünya toplumunda kadın
olmaya has zorlukları deneyimledik. Erkek oluşlarımızda ise bilinçsiz bir dünya
toplumunda erkek olmanın kendine has zorluklarını deneyimledik.
Bazı yazılarımda kadınların acılarına daha çok değindiysem
bu, içinde yaşadığımız coğrafya ve zamanda onların acıları en görünür ve
hissedilir durumda olduğu içindir. Erkeğin de kendine has acıları, zorlukları
var ve onlar da konuşulsun, ortaya çıkarılsın, anlaşılsın, çözümlensin, ışığa
yükseltilsin ister. Yazıyı bu amaca hizmet etmesi niyetiyle kaleme almaya
başlamıştım ki çok geçmeden anladım; bu, insan olmanın acısını anlamadan ve
anlatmadan mümkün değil.
İnsan ve acısı…
İçine daldığımız bu dünya deneyimi kim olduğumuzu bilmemekle
başlar. Kim olduğunu bilmeyen ve kendini tamamen fizikselliğiyle kimliklendiren
insan, deneme yanılma, düşme kalkma, acıma, acıtma, acıtılma, sevme, sevilme ve
sayısız deneyimler sonunda sayısız kimlikler geliştirdikten sonra, hakikate dair bir uyanış yaşar. (Hakikat:
kendisinin bütün bu kimliklerden özgür ve bağımsız bir Tanrı zerreceği
olduğunun sezgisidir)
O uyanış vuku bulana dek varlığı kirlerle ağırlaşmıştır.
Bu evrimsel yolculuk boyunca insan, varlığında kalan kirler
nelerse; bencillik, kontrolcülük, kibir, maddesel arzular vb., onları kendisine
gösterecek koşullara, ailelere, toplumlara reankarne olmuştur. Çünkü içeride ne
varsa dışarıda da o gözükür olmalıdır. Olmaya geldikleri o yol gösterici,
dönüştürücü, şifacı, destekleyici kutsal insan ancak varlıklarında kalan
kirlerin ışığa dönüştürülmesinde belli bir derece yol aldıktan sonra ortaya
çıkar.
Kir olarak nitelediğim bencillik, kontrolcülük, kibir,
kıskançlık gibi negatif kişilik değerleri (kısaca ego), kişinin duygusal
yaralarını görmemek için yarattığı saklayıcı ve koruyucu bir duvardır. Örneğin;
çocukluğunda (ve/veya geçmiş yaşamlarında) umursanmamış bir insan, varlığında
saklı kalmış acıyı görmemek uğruna, umursamaz insanlar tarafından
incitilmemek adına, umursamaz bir karaktere dönüşebilir. Aynı şekilde, sevgi
görmemiş bir insan bu acıyı saklayabilmek için sevgi vermeyen birine
dönüşebilir. Aşağılanmış biri aşağılayan, yukarıdan bakan biri haline
dönüşebilir. Çocukluğunda işkenceye maruz kalmış biri büyüdüğünde katil
olabilir. Bütün bu hallerde, zihin merkezli yaşayan bir kişi güçlü olmak veya
güçlü gözükmek adına varlığındaki eril enerjiyi arttırmış dişi enerjiyi
bastırmış, susturmuştur. Yani dişiye ilk darbe içerde vurulmuştur. (Böyle
olmayadabilirdi. Kalp merkezine ve vicdanına arada bir bile olsa uğrayan bir
kişi, acısıyla bir nebze olsun yüzleşip, ilgili varlıkları ve kendisini bir
dereceye kadar bağışlayarak ışığa çıkarmayı seçerdi ve böylece dişi enerjisini
bu derece bastırmasına gerek olmazdı. Yine de eril enerjisinin dişi enerjisine
oranla bir nebze bile daha baskın olmasının kendine has zorluklarını tadardı.)
Bir de eril enerjinin bastırılıp dişi enerjinin
yükseltildiği birkaç örneğe bakalım.
Çocukluğunda çok fazla gayretli olmaya itilmiş, belki
başkalarıyla yarıştırılmış bir çocuk büyüdüğünde gayretsiz, amaçsız birine
dönüşebilir. Çocukluğunda çok erken yaşta sorumluluk altına sokulmuş biri büyüdüğünde
sorumsuz bir insana dönüşebilir. Nefret ettiği bir ebeveynin fiziksel
konulardaki yetenekliliğini, atılganlığını görüp, yeteneksiz, pasif bir
karaktere dönüşebilir. Çocukluğunda annesine şiddet uygulayan babasını görmüş
bir çocuk, erkeğin gücünün bir lanet olduğunu düşündüyse, güçlü olmamak adına
gücünü saklayıp, aşırı korkan, kararsız, endişeli bir yetişkin erkeğe
dönüşebilir. (Tersi de olabilir) Bu örneklerde bahsettiğimiz kişiler
gücünden kaçınmak adına dişi enerjisini yükseltip eril enerjisini susturmuştur.
(Böyle de olmayabilirdi. Kişi acısıyla yüzleşip onu ve ilgili varlıkları ve
kendini bağışlayarak ışığa çıkarmayı seçebilseydi, eril enerjisini bastırmasına
gerek kalmazdı.)
İster içimizdeki eril enerji bastırılmış olsun ister dişi
enerji bastırılmış olsun, denge ister az ister çok bozulmuş olsun, her halde
zorluk ve acı var; dengesiz bir yaşam var; ruhtan gelen istekleri fiziksel
realite olarak gerçekleştirmede aksaklıklar, zorluklar var. Buna kendini gerçekleştirememek diyebiliriz.
Ruhtan gelen en hayırlı planları, realiteye dönüştürecek
olan varlığın, içsel denge halinde olması gerekir. Dengenin az ya da çok bozuk
olması ruhun istediği hayırlı sonuçların az ya da çok bozulmasına yol açar.
(Yine de olan her şey, herşeyi bilen
Yaratan’ın sonsuz planı dahilindedir ve hata yoktur. O düzelticilerin
düzelticisi, o her şeyi kendine döndüren…)
Eril enerjisi
bastırılmış ve bu konuda şifalanma kapılarını kapatmış bir insan hayatının
her anında uygulaması gereken gayreti, sorumluluğu, hareketliliği, kararlılığı,
merkezliliği uygulayamaz. Böylece realitelere gebe olacak dünya rahmini
tohumlayamaz.
(İlahi eril enerji insanın merkez kanalından aşağıya
doğru akar ve bedeninden çıkıp toprağa girer; toprağın kalp-rahmine kadar iner.
O ilahi enerji, ruhun yaratmak istediği realitelerin enerjisel
tohumlarını (planlarını) taşımaktadır. Bu tohumlar yeryüzünün kalp-rahminde
ekilir (demirlenir).
İnsanın varlığındaki eril enerji bastırıldıysa merkez
kanaldan bir realite yaratmaya yetecek kadar enerji aşağıya inemez, inen enerji
de dünyanın kalp-rahmine kadar inemez. (Kök çakrasından çıkan enerjinin
dünyanın merkezine kadar inememesi; yeryüzünün birkaç metre derinliğine kadar
inebilmesi durumu.)
Dişi enerjisi
bastırılmış ve bu konuda şifalanma kapılarını kapatmış bir insan hayatının
her anında uygulamaya ihtiyacı olan teslimiyeti, kabulü, doğurma gücünü,
akışını, esnekliğini, ilahi dansını, tevazuyu uygulayamaz. Böylece, dünyanın
kalp-rahmine ekilmiş realiteler yaratmaya kadir olan o gücü, dünyanın rahminden
kendi rahmine, oradan kalbine ve oradan taç çakrasına ve oradan da evrenin
merkezine yükseltemez ve doğuramaz.
(İlahi dişi enerji dünyanın merkezinden insanın ayak
tabanlarına, kök çakrasına ve sonra oradan taç çakrasına kadar merkez kanalın
etrafında yılan gibi dolanarak iki kanal halinde, aşağıdan yukarıya doğru
hareket eder.)
Evrenin merkezinden insanın merkezine ve oradan dünyanın
kalp-rahmine kadar inen yaratıcı eril enerji, yaratıcı dişi enerji olarak
dünyanın kalp-rahminden insanın merkezine ve insanın merkezinden evrenin
merkezine doğru yükseldiğinde bir yaratım
geometrisi tamamlanarak insan aurasında ruhtan gelen arzuların
gerçekleştirici güç ve yetenekleri aktive edilir. Aktive edilen sadece kişinin
aurası değil aynı zamanda dünyanın ve kolektif bilincin aurasındaki yaratım
unsurlarıdır. Bu güç, Yaradan’ın bizlere kendinden bağışladığı yaratım gücüdür.
Bu yaratım gücü aktive olduğunda, yaratılacak realitenin gereği olan tüm
araçlar, insanlar, olaylar, koşullar, hızlıca dünyayı ve tüm elementleri
kullanarak bir akış gibi oluşur ve adeta kişinin ayaklarının altına
serilir.
Bu yaratım gücünü aktive etmemize ve kullanmamıza mani olan
duygusal ve zihinsel acılarla yaratılmış olan ego kimliklerimizin ağırlığı ve
bozulmuş olan eril-dişil dengemizdir..
Tanrısal yaratıcılığımızın geometrisi aktive olmadığında ise
( hayatımızın büyük bölümü ) ego
varlığımızın geometrisi aktiftir ve bilinçsiz yaratımlarımız varlığımızda
gerçek bir tatmin bırakmaz; hep eksik hissederiz, hep rahatsız, hep
acıda.
İnsan duygusal acılarıyla yüzleşmekten kaçınır ve böylece
kendisine yabancılaşır. Olmadığı bir şeyin rolüne bürünür ve zaten her yönüyle
aldatıcı olan dünya hayatında kendini en büyük aldatan olur.
Dünya hayatı her insan varlığının okuludur. Geçmişinin
olayları ve duygusal kalıntılarıyla yüzleşen, geçmişiyle ilintili varlıkları,
olayları ve kendini bağışlayıp bırakan insan özgürleşir. Böylece uzun süreler,
belki de hayatlar boyu sahiplendiği gerçek olmayan kimliklerini birbir bırakır,
ruh farkındalığına doğru adım adım yaklaşır.
Her bir insanın realitenin aynasında görebilecekleri
sonsuzca birbirinden farklıysa da bu paradigma değişim evresinde, dönüştürücü
rolünde gelen erkeklerin ve kadınların bazı zorlukları, acıları, sınavları
birbirine benzer olmuştur.
Şimdi yazacaklarım erkek kardeşlerimeymiş gibi gözükse de
yine hepimize.
Hepimizin ortak
anlayışını, kutsamasını, şifasını diliyorum içlerimizdeki incinmiş, kırılmış,
bozulmuş olan erile ve dünyadaki tüm erkeklere.
Erkekler, pek tabii kendilerini birdenbire ataerkil bir aile
ve toplumda bulmadılar. Bu geçmiş seçimlerinin adım adım onları getirdiği son
bir duraktı. (Geçmiş= birçok reenkarnasyon)
Çoğunlukla büyük bir mutluluk ve coşkuyla karşılandı dünyaya
gelişleri.
“ Duyduk duymadık demeyin, bir oğlum olduuuuuu…”
Bir kralın ya da kasabın, bir çiftçinin ya da terzinin oğlu
olduğunuz farketmeksizin karmanız aksini gerektirmedikçe dünyaya gelişiniz
kutsamalar ve kutlamalarla olmuştur.
Büyürken; adam ol, erkek ol, ağlama, vur, aslanım benim, var
mı senden güçlüsü, kral oğlum benim…
Kadınların erkeklerden zayıf olduğu inancı...
Çocukluğunda gözleri önünde vuku bulan kadına şiddet…
Erkeğin hayattaki tek amacı sanki savaşçı, lider, yönetici
olmakmış gibi bir eğitim…
Hassas ve güzel olan şeylere ilgi gösteren erkek
çocuklarının kadın gibi olmakla eleştirilerek utandırılması…
Müzikle ilgilenen çocuklara: “Çalgıcı mı olucan sen?
Evlenemezsin büyüdüğünde, sen iyisimi mühendis ol…”
Sigaranın ve alkolün erkeği karizmatik kıldığı görüntüsünün
sürekli aşılanması…
Her istediği önüne annesi tarafından sunulan ve kendi işini
başarmayı bilmeyen, çocukluğundan itibaren insan kullanmak kendisine öğretilmiş
erkekler…
Bir de evin otoritesi olan (eril enerjisi baskın) olan
kadınların oğulları var. Annesinin dizinden ayrılamayan, evlense bile annesinin
kendisini ve ailesini yönetmesine müsaade eden yetişkin erkekler…
Anne ve erkek çocuk bağımlılığı…
Eşini, sevgilisini, sahip olduğu bir madde zanneden erkek…
Taştan, topraktan, havadan sudan, hayvandan, bitkiden,
kadından, çocuklardan, hemcinslerinden, hiçbirşeyden izin almayı bilmeyen ve
hakkı olmayan alanlara giren, istilacı erkek…
Duygularına kör erkek…
Çocuğuna, eşine ve hiçbir varlığa karşı sevgi ifade edemeyen
erkek…
Vicdanını duyamayan duysa bile af dileyemeyen erkek…
Evrenin gizemine gülen, şüpheci, realist erkek…
Nasıl yetişkin erkek olunacağını bilmeyen
kaba-bencil-utanmaz-kontrolcü eğitimsiz bir çocuk gibi kalmış olan erkek...
(Söz ettiğim önce içsel eğitim, sonra anne baba eğitimi)
Bu erkeklerin arasında varlığındaki
kutsal erili ve dişiyi uyandırmaya, şifalandırmaya, yükseltmeye ve dünyanın
büyük dönüşümünde hayırlı bir rol oynamaya gelmiş olan erkekler de var...
Merhameti, sevgiyi, şefkati, anlayışı, tevazuyu, adaleti, öz
gururu, sorumluluğu, farkındalığı ifade etme niyetiyle enkarne olmuş erkek
cinsiyetindeki yüksek bilinçli varlıklar, katı-egoist-eril toplumun içinde çok
zorlandılar. Başarmaları gereken şey bir çiçeğin kurumuş sert toprağı delip
ortaya çıkması kadar zordu.
Erkek çocuğu
erkek olmayı ilk babasından öğrenir... Ama babasına bakıp, kendisindeki yumuşak
özellikleri onda göremeyen, dahası onun tarafından, “bir iş beceremeyen, bir
baltaya sap olamayan, adam olmayan ve olmayacak olan” diye aşağılanması,
dövülmesi, onun tarafından hiç onaylanmaması ve kabul edilmemesi, erkekliği
öğrenebileceği birinin yokluğuna düşmesi, o erkekler için ergenlik ve
yetişkinlik ve belki yaşlılıklarında bile negatif etkileri olacak çok zor bir
deneyimdir.
Sadece babası değil, annesinde de kendisindeki yumuşak
özellikleri göremeyen çocuk acı çekecektir.
Örneğin O, çimenlere basmaya çekinecektir canları acımasın
diye. Ailesinin ve çevresindeki herkesin çimenleri ezmesi, hatta çöplerini
atmaları ona acı verecektir. Ki çimenlerin ezilmesinden çok daha vahşi şeyler
görecektir gözleri tüm gençliği ve yetişkinliği boyunca…
Akıtılan kurban kanına bakarken gözlerinde bir şok dona
kalacaktır… “ahhh burası zayıfların yeri değil…” Gözyaşlarını içine
atacak ve saklamaya çalışacaktır. Kendisini yapayalnız ve yabancı
hissedecektir.
Eril toplumun
tanımladığı anlamıyla “adam” olmaya ve hassas olan yönünü kapatmaya
zorlanan erkek çocuk, bu baskıya ve yalnızlığa daha fazla dayanamayıp uyum
sağlamaya çalışabilir. Futbolu hiç sevmediği halde babasıyla aynı futbol
takımını tutmaya, futbol maçına gitmeye, orada onun gibi küfretmeye
çalışabilir. Ya da okulda küçük bir çete gibi hareket eden o kaba çocuklarla
sigara içerek, bilardo oynayarak, onlar tarafından ya da babası tarafından
kabul görmenin gururunu tadabilir.
Ama bunlar geçici ödüllerdir. Sadece geçmiş yaşamlarında
biriktirdiği eril egonun – karmanın, yüzüne tokat gibi yansıması ve kendisine
sunulan değişim adına bir seçim hakkıdır. “Bir
hayat daha böyle mi kalmak istiyorsun? Yorulmadın mı bu sahtelikten?”
Bahsini ettiğimiz bu hassas erkekler belli bir bilinç
frekansına ulaşmış yaşlı ruhlardır ve er ya da geç -her zaman tam zamanında-
içlerindeki üstada ulaşacaklardır. Ancak oraya ulaşana dek, anlaşılmamış
olmanın, dışlanmış olmanın, saklanmış olmanın, varlığındaki dişi ve erilin
zarar görmüş olmasının, bastırılmış olmanın acılarını biriktireceklerdir.
Sonra bir tetikleyici
çıkacak karşısına; acı bardaktan taşar gibi taşacak, onları hakikati
görmeye zorlayacaktır.
Sahtelikleriyle (Ego kimlikleriyle) yüzleşmek ve kendini
bilmek konusunda yeterince gayret gösterirlerse kusarlar öfkeyi, kederi ve
fiziksel zehirleri. İsyan doğar “Hayır, ben bunun için gelmedim bu dünyaya… ben
ne yaptım… Bu ben değilim…”
İşte o vakit dünyaya neden geldiğini anımsamaya ve bütün
toplumun kapatmaya uğraştığı hassas, yumuşak-dişi olan yönünü hak ettiği yere,
öne çıkarmaya ve ifade etmeye başlayacaktır. Sevgiyi, şefkati, merhameti,
bağışlayıcılığı, kabulü, esnekliği, ilahi dansı, akışı ifade edecektir. Sonunda
varlığındaki kutsal dişiyi ve kutsal erili aşkla kucaklamış erkek cinsiyetinde kutsal bir insan doğacaktır.
----
Şimdi yazacaklarım kadın kardeşlerimeymiş gibi gözükse de
yine hepimiz için.
Hepimizin ortak
anlayışını, kutsamasını, şifasını diliyorum içlerimizdeki incinmiş, kırılmış,
bozulmuş olan dişiye ve dünyadaki tüm kadınlara.
Kadınlar da, pek tabii kendilerini birdenbire ataerkil bir
aile ve toplumunda bulmadılar. Bu geçmiş seçimlerinin adım adım onları
getirdiği son bir duraktı. (Bir çok reenkarnasyon)
Bazen doğmaları istenmedi… Dünyaya gelişleri hayal
kırıklığıyla karşılandı.
“ Aaaaa duydunuz mu, yine kızı olmuş… Yazık yazık…”
Onlar bazı toplumlarda doğar doğmaz öldürüldü. Yaşayıp
çocukluk evresini geçebilmişlerse erken yaşlarında evlendirildiler.
“Hanım hanımcık ol, kır dizini evinde otur, kızını dövmeyen
dizini döver”…
Kadın bedeni böyle görülmeli, şöyle süslenmeli, şöyle
kokmalı… Cilveli olsun, namuslu olsun, şarkı söylemesin, dans etmesin, kahkaha
atmasın, mini mini giyinmesin, şu saatte dışarıda olmasın...
“Evinin kadını, çocuklarının anası olmanı istiyorum”…
Fiziksel ve duygusal taciz ve tecavüz…
Onlara güçlü ol, özgür ol, maceracı ol, yaratıcı ol kendine
güven denmedi.
Böyle sert, böyle katı toplumlarda bizzat yakın çevrelerinde
bunları duymamış görmemiş olanlar bile, yine filmler, hikayeler, söylentiler
yoluyla o toplumun nasıl bir kadını kabul edeceğine dair programlandılar. Öyle
bir toplumda hayatta kalabilmek için varlıklarındaki eril enerjiyi çoğaltıp,
dişi enerjiyi bastırıp, sürekli çalışan, sürekli başarı ve kariyer kovalayan,
dergi kapaklarındaki kadınlar gibi zayıf ve makyajlı olup onlar gibi
giyinebildiklerinde kendilerini kadınsı zanneden kadınlar… Ya da eril
enerjisini düşürüp dişi enerjisini yükseltmiş erkeğine ve çocuklarına
yaranabilmek için saçını süpürge edip, tüm hayatını onların mutluluğuna adayan
ve kendi için hiç bir şey yapmayan, yapmaya cesareti olmayan kadınlar.
Kendisine değer gösterilmeyen ortamların içinden çıkıp gidemeyen kadınlar…
Bu kadınların arasında da varlığındaki kutsal erili ve dişiyi uyandırıp saflaştırmaya, şifalandırmaya,
yükseltmeye ve dünyanın büyük dönüşümünde hayirli bir rol oynamaya gelmiş olan
kadınlar var. Onlar da yukarıda bahsettiğim hassas erkeklerin sıkıntılarını
yaşadılar. Hassas erkek ve hassas kadın demeyi de bırakalım artık. Onlar hassas
insanlar. Egoist, kaba, sevgisiz olan herşey gözlerini, kulaklarını, tüm
hislerini, duygularını, kalplerini acıtıyor, akıllarına ve bedenlerine bile
zararlar bırakıyor.
Onlar da tam tam zamanında- içlerindeki üstada
ulaşacaklardır. Ancak oraya ulaşana dek, anlaşılmamış olmanın, dışlanmış
olmanın, saklanmış olmanın, varlığındaki dişi ve erilin zarar görmüş
olmasının acılarını biriktireceklerdir.
Sonra bir
tetikleyici çıkar karşılarına ve acı bardaktan taşar gibi taşar;
onları hakikati görmeye zorlar.
Sahtelikleriyle (Ego kimlikleriyle) yüzleşmek ve kendini
bilmek konusunda yeterince gayret gösterirlerse kusarlar öfkeyi, kederi ve
fiziksel zehirleri. İsyan doğar “Hayır, ben bunun için gelmedim bu dünyaya… ben
ne yaptım… Bu ben değilim…”
İşte o vakit dünyaya neden geldiğini anımsamaya ve bütün
toplumun kapatmaya uğraştığı hassas, yumuşak-dişi olan yönünü hak ettiği yere,
öne çıkarmaya ve ifade etmeye başlayacaktır. Sevgiyi, şefkati, merhameti,
bağışlayıcılığı, kabulü, esnekliği, ilahi dansı, akışı ifade edecektir. Sonunda
varlığındaki kutsal dişiyi ve kutsal erili aşkla kucaklamış kadın cinsiyetinde kutsal bir insan olarak
doğacaktır.
Bitmez… yaz yaz konuş konuş bitmez..
Ne erkeklerin acıları, ne kadınların acıları…
Ama dışımızda vukuu bulan realiteler acımızın gerçek
sebepleri değiller.
Onlar zaten içimizde var olan
kirlerimizin-karmamızın-egomuzun aynadaki yansımaları…
Masum? Hangimiz masumuz?
Birçok hayat yaşamış ve bu hayatlar içinde sayısız seçimler
yapmış bir varlığın bu hayatına varana dek öz saflığının üstü kat ve kat egosal
kir ve suçluluk ve pişmanlıklarla dolmuştur.
İşte onun için kutsal insan olmak çok kutsal. O hayatlar
boyu yaptığın tüm seçimlerin sebep olmuş olabileceği maddi manevi acılar için
vicdanında azap duyabilmek, o varlıkların acılarını duyabilmek, af
dileyebilmek, sana verilmiş geçmiş tüm acıları kendinde bulabilmek,
dinleyebilmek, kabul edebilmek, affedebilmek ve aşk olmak adeta bir yanardağın
lav gölünde sonsuzluk gibi yanmak, kutupların altında nefessiz donmak, dağların
altında ezilmek, korkunç fırtınaların içinde yaprak gibi savrulmak,
yıldırımlarla çarpılıp parçacıklarına ayrışmak gibidir. Ama sonunda rafine
olmuş altın gibi parıldarsınız. Varlığınızdaki dişi ve eril güçler birbirini
bağışlamış ve kucaklamış olur. Böylece ruhun isteklerini reliteye dönüştürecek
kutsal birer araç olursunuz. Ve ruh her zaman bütünün en yüksek hayrını ister.
Birbirinize hizmet etmenizi, birbirinizi sevmenizi, saymanızı, şifalandırmanızı
ister. Ruh hep en güzel olanı ister.
Onun için artık erkekler olarak halimizden kadınları veya
diğer erkekleri suçlu görmeyi bırakmalıyız.
Kadınlar olarak halimizden erkekleri veya diğer kadınları
sorumlu tutmayı bırakmalıyız.
Kadın erkek fark etmeksizin o kaba eğitimsiz eril hepimiziz.
Hepimiz biriz ve bastıralan dişi hepimiziz.
Bastırılan saf eril de hepimiziz.
Bu acının sebebi erkekler ya da kadınlar değil; insanın ne
olduğunu, nereden geldiğini ve dünyada bulunuş amacını bilmiyor olması.
Kutsal insan. Bu senin vaktin. Senin vaktin geldi. Uyan.
Aşk olsun.
--------------
Duyuru:
Yer ve Gök arasında erkek olmak
(Resim eşim Yuuka tarafından, bu şifa çemberine özel olarak, kanallık yoluyla yapıldı.)
Bir erkek şifa çemberi…
Varlıklarındaki dişiyi ve erili şifalandırmak üzere
kadınların ya da erkeklerin kendi aralarında ya da karma olarak bir araya
gelmeleri, konuşup, dinleyerek, birbirlerinin acılarını hissetmeleri, bir
bağışlayıcılık, açılış, yükseliş anı varana dek sabır ve şefkatle birbirlerine
alan tutmaları kutsaldır, şifalıdır.
Bir süredir erkek kardeşlerimle birlikte böyle bir çemberin
parçası olacağımı hissettiriyordu ruhum. Sadece ne zaman, nasıl olacağını
bilmiyordum.
Sevgili kardeşim Çağım Tuğ, Fethiye’nin Ak Dağları’nda,
Dharmapur inziva merkezinde ikimizin birlikte böyle bir çemberi tutmamız ve
şifanın kanalı-kolaylaştırıcısı olmamız için davette bulundu. Beklediğim çağrı
buydu.
Gezegenler bile terse giderken biz aşkta buluştuk,
kalbimizle planladık, Yaradanın izni ve desteğini hissettik.
Erkek kardeşlerimizi derin dinlemeye, anlamaya, hissetmeye,
bağışlamaya, bağışlanmaya, aşkın merkezine davet ediyoruz.
Bu çembere katılması gerektiğini hissettiğiniz eşinize,
dostunuza, kardeşinize lütfen duyurun.
Üstümüze yapışmış ve kurumuş balçığı silkeleyip atmak kolay
değil. Heryerimize batmış dikenleri tek başımıza teker teker çıkarmak kolay
değil. Pek tabii mümkün ve herkesin kendine olan en önemli sorumluluğu bu
temizlik.
Kader öyle ki şimdi bu kolaylaştırıcılık penceresi açıldı.
23-24-25-26-27 Aralık 2020, Dharmapur, Ak Dağ Etekleri,
Yakaköy, Fethiye
Bütünün en yüksek hayrına olsun.
İlgileniyorsanız lütfen fb etkinlik sayfasını ziyaret edin.
Link:
https://www.facebook.com/events/376698626806499/?active_tab=discussion