Saturday 18 November 2017

25. Kafedeki çıplak sörfçü...

Düşüncesi yok denecek kadar azdı.
Hisleri duyamayacağı kadar sığ ve monoton...
Bukalemun gibi, içine girdiği yeni ortamın bu gri rengi oluvermişti.
Buna rağmen yazmak istiyordu.
Kalemi elinde, elini defterin üstünde tutuyor, bir mucize olmasını bekliyordu.
Belki kağıt ve kalem kendi kendine yazardı...
Sıkıntılı bir sessiz bekleyişti. Oturmakta olduğu kafenin, bininci kez tekrar ettiği 1945  Amerikan Jaz'ını işitiyordu. Kazağı terletmiyor ama boğuyor ve rahatsız edici derecede sıcak tutuyordu. Evet, teri bile akmıyordu. Öyle kör, öyle sağır bir andı. Bu griliği paylaşan kırk, belki elli kişi vardı masaların etrafında. Hiçbiri kendi arasında iletişim kurmuyordu istisnai anne-çocuk dışında. Rüzgar yoktu, his yoktu, bağ yoktu; adamsa kalemi ve kağıdı arasında bir fırtına doğmasını bekliyordu. Fırtına bir çıksın, sörfünü çıkarıp içine dalacaktı...

Birden bire kafenin kapısı ışıklar saçarak ardına kadar açılmadı.
Herkesin yüreğine neşe getiren, periler diyarından inmiş, kanatlı bir misafir içeriye girip masaların etrafında uçuşmadı.
Herkes ağır çekimden tam donuşa doğru yavaşlamadı; zaman duruvermedi.
Kimsenin görmediği üzere, adam ve peri göz göze gelmedi.
Kimsenin duymadığı üzere, adam, "Sen de neyin nesisin, kimsin ve ne de sevimli bişeysin...", demedi.
...ve Peri de adama "ben senin ilham perinim, senin için geldim", demedi.

Böylece kalem ve kağıt arasında beklenen fırtına başladı. Bu olmamış olaylar zincirini adamdan başka kimse duymamış ve görmemişti. Adamsa bütün bunları başka bir ilahi boyutta olur görmüş ve deneyimlemişti.
Kazağını, atletini, pantalonunu, çoraplarını ve en son donunu çıkartıp sörf tahtasıyla birlikte dalgalara doğru koştu.

Kağıt ve kalem kendi kendine yazdı. Adamın parmakları onlara kendi kontrolü dışında hükmediyordu. Kalem kalem olduğunu, parmak parmak olduğunu, adam adam olduğunu bilmiyordu. Her şey otomatikmişçesine, programlanmışçasına oluveriyordu.
Artık boğulur gibi de gözükmüyordu; kalbinden boğazına doğru serin rüzgarlar esiyordu, oradan da kollarına, parmaklarına, kaleme ve kağıda doğru.

O sörf yaparken, yazı kendini yazdı. Kendini bilen yazı, kendini yazması gerektiği kadar yazdı.
Adam yazılanı bilmedi, o yalnızca sörf yaptı.

Yazı şöyle yazdı:

" Kafanızı bir kaldırıverin sevgili insanlık, birbirinizin gözlerine bir bakıverin. Hemen anlayıvereceksiniz eksikliğini duyduğunuz şeyin ne olduğunu. Gözleriniz yaşarıverecek. Bu gerçek, insani sevgi bağını her insanla kurma isteğinizi nasıl unutuverdiğinizi, hayatınızın amacının bu bağı yeniden kurmak olduğunu hatırlayıvereceksiniz.
Gözlerinizi birinin gözlerinden başka birinin gözlerine, istek ve cesaretle çevirecek, orada da o tarifsiz kavuşma mutluluğunu duyacaksınız.
Bir kişi, bir kişi ardına, daha fazla insanın gözlerine bakacak, aşktan ağlayacaksınız.
Baktıkça gözleriniz büyüyecek delice. Kollarınızı da açacaksınız her şeyi içeri alabilmek için. Gel gel kardeşim, sana da sarılayım diyeceksiniz. Hayvanların, ağaçların, taşların, toprağın, suyun, ateşin, havanın gözlerine bakacak, onları da içinize alırken onların içinde kaybolacaksınız.
Kalbiniz ekmek mayası gibi kabarıp, daha fazla kutsal sizi sonsuz gönlünüzden doğuracak. Sonsuz çeşit renk olarak mayalanmaya, genleşmeye devam edeceksiniz. Renkler spiral spiral, birbirine simetrik, iç içe ama birbirine değmemecesine , sonsuzca yakın ama sonsuzca erişilmez... Böyle bir aşk fırtınasından çiçek olarak açacaksınız. Bir çiçeğin göbeğinden bir çiçek, birbiri ardına, ölüm ve doğum dolu anlar boyu, sonsuza doğru çiçek açacaksınız.
Öyle açacaksınız ki, Ahhhhhhhhhhhh.
Öyle açacaksınız ki, Ahhhhhhhhhhhh,
Öyle açacaksınız ki , Ahhhhhhhhhhhh...

Kafanızı kaldırın ve gözüne bakacağınız her varlıkta kendi sonsuzluğunuza çökün, devrilin, bitin, ölün; ve aynı anda genleşin, evrilin, doğun, olun... Uyanın."

Kalem, kağıt ve adamın bedenine kumanda eden, sarhoş edici, bedensiz, hacimsiz, ağırlıksız,  İlahi Aşk, şiddetini bir anda nasıl arttırdıysa, bir anda da azalttı.
Adam kafasını kaldırıp, çevresinde oturanları izledi.
Az evvel sıfır noktasından geçmiş, birbirlerine erimişlerdi; bunun farkında ve bilincinde değillerdi.
Adam anadan doğma, oturduğu koltuktan ayağa kalktı.
Saçlarını savurduğunda tuzlu ve soğuk deniz suyu çevre masalardaki insanları ıslattı ve insanlar korku ve şaşkınlık sesleri çıkartarak yerlerinde doğruldular. Bir anda sörfçünün ve birbirlerinin farkına varmışlardı.
Sanki hipnoz halinde izledikleri tv programı biranda kesilmiş ve test yayını başlamıştı.
Gözlerinde bir perde yırtılmıştı belki de...

Adam ıslak ayak izlerini bırakarak ve poposunun özgürlüğünü ifade ederek, kapıdan sörfüyle çıktı.

Uzun süre kapıya bakar kaldılar.
1945 Amerikan Jaz işitilir oldu.
Bir süre sonra başlarını masalarına geri gömdüler. Onların bu rüyası böyleydi.

Derinliklerinde bir yerde ise kıyafetlerini çıkartıp sevişmeye başlamışlardı. Bu da aynı anda gördükleri başka bir rüyaydı.

....


----

Mucizeye yolculuk bitmez...

AŞKLA...

---

Bir kafe... Japonya


No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.