Ruhaniyet ve aşı
üzerine, karışmış akıllara…
Aşıları koşa koşa
vurdurmuş olanlar
Arada kalarak
vurdurmak zorunda kaldım diyenler
Ruhani gücümü
sınadım diyenler
İhtiyacım yok-vurulmadım,
vurulmam diyenler…
Vurulmayanlar ölsün
diyenler
Vurulanlar ölsün
diyenler
Taraf değilim
seçmem diyenler
Cevap verip
frekansımı düşürmem diyenler
😊
Evrende herşey
bir döngünün parçası.
Kısa süreli
döngüleri farkedip sayabiliyoruz, gece gündüz, yaz, kış, dolunay, yeni ay,
gibi. Bu sayabildiğimiz döngülerin üzerimizde bıraktığı etkileri anlamak da çok
zor değil. Gece olunca bedenin yorgunluğu artıyor, hislerimiz sönüyor,
kapanıyor uykuya doğru yavaş bir geçiş yaşıyoruz. Sabah olmak üzereyken
hislerimiz uyanmaya başlıyor, bedenin gücü artıyor, uyanıyor ve aktifleşiyoruz.
Dolunay yaklaşırken üstümüzdeki çekim gücü artıyor, içsel gözümüz geçmişe
takılıyor, duygusal ve zihinsel tıkanıklıklarımız güçlüce hayatımızın yüzeyine
çıkıyor, adeta kışkırtılıyoruz içeriden.. (Dinleyebilir ve bırakabilirsek ne
ala, ne güzel şifa… ) Ya da zaten arınmış olanlar yollarını daha net görüp
harekete geçiyor. Yeni ay yaklaşırken ise üstümüzdeki çekim-baskı azalıyor ve
içsel gözümüz geleceğe bakıyor, yeni planlara, yeni arzulara yöneliyor.
Bedenimizin yazın
salgıladığı hormonlar ve kışın salgıladığı hormonlar birbirinden farklı. Çünkü
Yazın ve kışın hayatta kalmak farklı yetenekler gerektiriyor. Bedenimiz bizi
hayatta tutmaya programlanmış, içinde bulunduğumuz döngülerin etkileriyle
sürekli bir değişim halinde.
Astroloji
aracılığıyla galaksimizdeki diğer gezegenlerin döngülerinden de ne ölçüde ve
nasıl etkilendiğimiz bilgisi alınabiliyor.
Ancak bu daha
sübtil etkileri sezebilmek, anlayabilmek için insanın öz farkındalık yolunda
gayret gösteriyor olması gerekli. Kendini dinlemekte ustalaşamayan biri üzerine
gelen sübtil enerjisel etkileri de anlayamayacaktır.
Daha daha sübtil
etkilerse galaksimizin dışından evrenin derinliklerinden ve yüksek frekanslı
boyutlardan sürekli varlığımıza iniyor.
Ruh merkezimizin
(yüksek benliğimizin) sürekli etkisi altındayız.
Dünya nüfusunun
çok büyük bir bölümü gece-gündüz, yaz ve kış arasında yaşadığı değişimlerin
bile farkında değil.. Ama artık anlamışlar ki gece var gündüz var, yaz var kış
var işte, okadar…
Galaksimizde
karanlık ve aydınlığın hakim olduğu binlerce yılı içeren çok büyük döngüler de
var.
Ki biz o
döngülerden karanlık olanın içindeyiz. O döngünün de son evresi –dönem sonu
olarak bilinen dilimindeyiz. O evre öyle bir evre ki dönem sonuna öz
farkındalık geliştirerek yaklaşmamış, mezuniyete hazırlanmamış varlıkların
maddesel arzuları ve korkuları uç seviyelere ulaşır; dünyada yarattıkları kaos
ve zarar en üst düzeylere ulaşır. Dönem sonuna hakikatı arayarak yaklaşmış olan
varlıklar ise varolan kaosun acıları ve zorluklarıyla kaçmadan yüzleşip,
vicdanın pusulasıyla yapılması gerekenleri yapar, son sınavlarını verir, gün ve
gün en yüksek bilinç frekansına, ilahi aşka, birliğe doğru yükselir.
Maddeye ve
korkuya yönelenler ile, ruhun ışığına ve gerçek sevgiye doğru yükselenler aynı
dünyayı paylaşmaktalar. Bir taraf karanlığı bir taraf aydınlığı temisil ediyor.
Karanlığı temsil eden taraf çok daha kalabalık. Ama aydınlığı temsil eden taraf
daha güçlü.
İki tarafın da
hayata ve ölüme bakış açıları birbirinden çok farklı.
Şimdi bu bilginin
ışığında bakalım dünyada olanlara.
Düşük bilinç
frekansında, madde ve korku boyutunda varolanların bakış açıları çok katı, dar
ve maddesel. Böyle kimseler için ölüm çok korkutucu. Birisi kendisine ölmemeyi
garanti ettiyse hayatının tüm kontrolünü, tüm özgürlüklerini, tüm evrensel
haklarını o kişiye-aşıya-kuruma vb teslim edebilir. Yeter ki hayatta kalsın.
Şunu düşünmekten çok korkar:
“Ya
kandırılıyorsam…Bu, ölüme karşı gerçek bir korunmam yok demektir.”
Ölüm korkusu öyle
ağır basar ki kendisine satılan bilgiyi-ilacı sorgusuzca kabul eder. Öyle yoğun
bir korku ki hayatını yaşayamaz, kilitlenip kalır. 3 maske üstüste takabilir,
ya da bidon takar kafasına. 3-5 aşı farketmez hepsini olabilir. Damgalanabilir,
mühürlenebilir, fiziksel ve ya elektronik bir iple yönetilebilir. Üstelik
acımasızca herkesin de aynı şeyi yapmasını isteyebilir. Bilgi kaynağı olarak
ana akım medyayı dinler.
Lütfen okurken
egonuz incinmesin. Anlattığım hikaye çok genel bir hikaye. Herkesin hikayesi birbirinden
biraz daha farklı.
Ruhla bağlantıda
olan bir kimsenin bu düşük frekanslı ilacı kabul etmesinin muhakkak bir sebebi
vardır. Bu kendini sınamak olabilir. Belki ben o aşının enerjisini öz gücüme
dönüştürmeyi bilirim demiş ve kendinizi sınamışsınızdır. Bunu söyleyen insanlar
da giderek çoğalıyor.
Kazan kazan olacak
yani.. hem aşı olmanın verdiği bazı avantaj ve özgürlükleri kullanırım hem
ruhumun gücünü sınarım…
Ya gerçek bir
üstadsınızdır, ya da kendinizi henüz
bilmiyorsunuzdur.
1970’lerde Ram
Dass isminde bir hippi, gurusu olan Maharaji’ye bir LSD hap verir. Bunlardan
alarak birliğe ulaşmam kabul edilebilir mi, iyi midir? Diye sorar. Guru bir
tane daha ver der,verir. Bir tane daha… verir. Hepsini ağzına atıp yutar guru.
Öğrencisi şaşkındır. Bu çok büyük bir doz ne yaptım ben diye şok olur ve
üzülür. Aradan geçen kısa bir süre sonra
üstad komik ve korkunç görünen yüz halleri sergileyince öğrencisi iyice korkar.
Öğrencisini böyle gören guru dayanamayıp kahkakaha atar. Ben zaten oradayım
der.
“Ben zaten
oradayım…” Dolayısıyla bu ilaçların onda bırakabileceği hiçbir fiziksel etki
yoktur.
Ruhani
seremonilerde üstadlar normal koşullarda bir insanı kısa sürede öldürebilecek
türde kobra ve ya farklı hayvan zehirlerini ya da bitki özlerini oral olarak,
duman olarak, ya da kana enjekte ederek alarak kendilerini sınamışlardır. İnsan
Yaratanla güçlü bağlantı halindeyken bedeninin frekansı çok yüksek olur ve
bedene giren her şey öz güce ve şifaya dönüşür.
O üstadlar ki,
ateşin üstünde de yürür, buzlu bir gölde de uyur, yemek yemeden 6 ay
meditasyonda da kalır…
Kendini en
azından 1 hafta tam açlıkla sınamamış, şamanik doğa ilaçlarıyla hiç tanış
olmamış, oturup ömründe 1 saat meditasyonu tamamlamamış, yeni çağ ruhaniyetine
heveslenmiş ve ruhani ego frekansında titreşen kardeşlerim, kendinizi aşıyla
(ne olduğu belirsiz, testlerini tamamlamamış, olunduğunda kimsenin sorumluluk
kabul etmediği, hele de dna’nızla oynayan sıvılarla) sınamanızı tavsiye etmem.
Yalnızca bir gün
için diyetini değiştirse kabız olacak arkadaşlarım… aman dikkat.Ruhani ego
öldürür.
Üstadlar yok
mudur.. vardır… Üstadlar kendilerini bilir. Neyi yapabileceklerini bilirler.
----
Bazı kişiler söz
konusu aşıları koşa koşa ilk fırsatta yaptırıp babaları kendi labaratuarında üretmişçesine
savundular. Onlar ilk kategoride anlattığım insanlardı.
Ama bazı kişiler
ruhu ve hakikati arıyorlardı… henüz içeride oraya varamamışlardı.. Öze olan
güvenleri yeterince güçlü değildi. Çok arada kaldılar. Çok kararsız kaldılar.
Ve aşıyı vurulmanın kazandıracağı konfor alanına doğru geçmeye sonunda karar
verdiler. Aşıyı vurulduktan sonra da içleri birtürlü rahat etmedi…Vicdanları rahatsız
kaldı. Kendilerine kötülük yapmış olabileceklerini düşünüyorlar.
Belki de seçim
yapmak zorunda kaldılar; ya işlerini seçeceklerdi ya aşılanmayı seçecekleridi.
Yine de içiniz
rahat olsun. Yaratanın büyük oyununu bilmiyorsunuz. Aşıyı vurulmadan önce O’na
tam olarak güvenmiyordunuz. Hiç değilse aşıyı vurulduktan sonra O’na sonsuzca
teslim olun ve güvenin.
Gündoğmadan neler
olur… Bugün tapılan bilim yöntemleri ve uygulayıcıları yarın öbürgün suçlu ilan
edilir. Aşıların olumsuz etkilerini ekarte edecek gerçek yöntemler ve ilaçlar
çıkar. Herşey olur. Seçtiğiniz yola her halukarda inanın ve güvenin. Nasıl olsa
seçtiniz ve geri dönüş yok.
Tabii ben de
bilmiyorum Yaradanın büyük oyununu ve neler olabileceğini. Her halukarda O’na
güvenmenin ve teslim olmanın, kader yolunda hangi noktada kaldıysak kalalım, o
noktadan itibaren bize bütünün hayrına olan yöne yönelme şansını yeniden vereceğini
biliyorum. Yaratan bizi her an bütünün en yüksek hayrına olan yöne doğru sevk
edecek etkileri üstümüze gönderiyor. Görene, bilene, anlayana şifa yağıyor her
an.
--
Ben aşı olmadım.
Doktor olsaydım, ya da öğretmen, ve aşıya zorlansaydım mesleğimi bırakır
hayatta kalmanın başka yollarına başvururudum; hem de çocuğumla, eşimle,
ailemle. Ama bu benim. Tekrar söylemekte fayda var. Yaratanın büyük oyununu
bilmiyoruz. Hepimize verdiği başka bir hayat amacı, başka bir görev var. Hepinizin seçimlerine sonsuz saygı duyuyorum.
Siz de kendi seçimlerinize saygı duyun, onurlandırın diye diliyorum. Herbirimizin
yolu kutsal. Kimi otoban gibi yoldan apaçık gidiyor.. Kimi çıkmaz sokaklarda
duvar üstüne tırmanıyor.. Ama Sonunda hepimiz bir yerde buluşacağız; bir
olduğumuz gerçeğinde.
---
Aşı vurulmayanlar
ölsün diyenler ve vurulanlar ölsün diyenler arasında pek bir fark görmüyorum.
Bu iki fikir de
vicdanının sesini duyamayan egoist zihinden çıkmış.
Ve vicdanının
sesini duyabilen biri olarak ikisine de dur diyorum. DUR! Ne yaptığını bilmiyorsun.
Görmüyor musun?
Dünyayı yöneten o egoist güçler birbirimizle ayrışmamızı, kavga etmemizi,
birbirimizden nefret etmemizi istiyor. Böyle olduğunda daha kolay kontrol
ediyorlar, yönetiyorlar.
Dur kardeşim.
Sakin ol. Senin öfken aşı olmayanlara karşı değil. Senden farklı düşünen
insanlara karşı. İnandığın bir illüzyon uğrunda senden farklı düşünen
insanların ölmesini diliyorsun, ya da hapsedilmesini, evine zincirlenmesini. Ne
yapıyorsun? Vicdanına ne oldu senin?
Bana seni ikna
eden bilgiyi gösterir misin? Seni hastalıktan ve ölümden bu aşıların
koruyacağını söyleyen bilginin kaynağını söyler misin? Ana akım medya,
bakanlıklar, devletler, ilaç firmaları, küresel organizasyonlar, elit
topluluklar…
Seni ölümden
kurtaracak bir ilaç yaptıklarına inandırmak isteyenler senin üstünden güç ve
para kazanan, hayırsever görünümlü
paraseverler, güçsseverler… Üstelik seni koruyacağına söz verdikleri aşı
için sorumluluk almıyorlar. Aklın alıyor mu? Ölürsen, sakat kalırsan, uzun
vadeli hastalıklara kapılırsan hiçbir sorumluluğunu kabul etmiyorlar. Aklın
alıyor mu? Bunu nasıl yutuyorsun? Aşılı ve aşısızların hastalık ve ölüm
oranlarını pay-laş-mı-yor-lar. Aklın alıyor mu?
Bu aşı şirketlerini fonlayan Bill Gates dünya nüfusunu düşürmeye bir TED
konuşmasında söz vermiş biri.
Hadi seni
birşekilde inandırmışlar… Peki inan, ol. Tamam. Ama yanılgını başka insanlara
dayatmaya çalıştığında sana dur denilecektir. Orda dur! Haddini aşma! Çünkü
ilahi akış tüm egoistlere tam vakti geldiğinde had bildirir. Durmak bilmeyen
zihinlere durmayı hatırlatır.
“Dur” sarsıcı bir
hatırlatıcıdır.
Diğer yanda da
aşı olmamış ve aşı olanları hedef almış, aşı savunucularını düşman
bellemiş, aşılarınızla ölün gidin de
kurtulalım diyen bir mentalite de var. (Çünkü bu dünyada her ucun bir karşıt
ucu vardır) Sana da DUR diyorum kardeşim. Dur da bir sessizlik olsun. Belki o
zaman vicdanın sesini duyarsın.
+Şimdi sözüm
ruhani görünümlü iki ucun temsilcilerine:
Ne oluyor yahu. Ne
bu düşmanlık? Bundan 2 sene önce aynı çemberde oturmuyor muyduk hepimiz?
Cennet dünyayı
birlikte hayal etmiyor muyduk? Elele tutuşup OM demiyor muyduk? Ne oldu da
ruhani maskeler düştü şimdi... İyi ki de düştü. Gerçek olabilmemiz için güzel
bir şanstır bu.
+Şimdi sözüm iki
tarafın da savunucusu ve ya redcisi olmadığını söyleyen ruhani görünümlü
arkadaşlara. Sessiz kalırsanız, görmezden gelirseniz geçeceğini sanıyorsunuz
belki. Ya geçmezse… Ya kapınıza dayanırsa? O zaman mı konuşursunuz fikrinizi?
Ya çok geç olduysa? Ya Gandhi susup bekleseydi, geçer deseydi… Ya Atatürk geçer
bunlar da deyip bekleseydi?
Yaratım ve çekim
yasalarını iyi anlayamadığınız için diyorsunuz ki aman dikkatimi oraya verip
kötü yaratıma katkıda bulunmayayım…
Ben OM desem
yeter. Ben benim ben b..
Değil öyle
kardeşim. Olan oldu, yaratılan yaratıldı ve gözlerini aç ve realiteyi olduğu
gibi gör. Sen sessizce izlemeye devam etsen de bu yaratımdan çıkamazsın. İnsanlık
denilen kollektifin bir parçasısın? Pardon yoksa Sirius’tan mısın? Onun için mi
sessiz kalıyorsun?
Biz ışık işçileri
hepimiz evrenin bir köşesinden gelmişiz bu dünyaya. Ama şimdi Dünyalıyız. Ve
şimdi aktif bilgelik zamanı. Grounded spirituality… Topraklanmış ruhaniyet…
Kaos büyük,
hikaye çok büyük, Peki biz ne yapabiliriz ki diyebilirsiniz…
Hepimiz birşeyler
yapabiliriz.
1.
Bu
dünyaya ne yapmaya geldiysek onu yapmamız en önemlisi. Hayatımızın amacını
bulduysak o zaman bütünün iyiye, güzele, kutsala dönüşümünde görevimizi yerine
getiriyoruz demektir.
2.
“Dur!”
Hatırlatıcılığını vakti geldiğinde, yeri geldiğinde, kimin ihtiyacı varsa ona
sevgiyle, anlayışla yapalım. Bu bir savaş değil. En azından bizim açınızdan
savaş olmadığını bilelim. Sevgiyle “Orda dur!” diyelim. Ve Vicdanımızdan geleni
onurlandıralım.
Birine
dur diyorsam, ruhumdan gelen gerçekleri paylaşıyorsam bu vicdanımdandır,
sevgimdendir.
Ruhani
olmak pasif bir kabul edişle karıştırılmamalıdır. Evet ruhaniyetin belli bir
derecesine varan kişi olanı olduğu gibi kabul eder ama bütünün hayrına
gerekiyorsa birini omuzlarından tutup ihtiyaç olduğu kadar silkeler ve “HEY SEN
KENDİNE GEL!” der. Hipnoz olmuşçasına
uçurumun kenarına doğru yürüyen birine tokat atabilir. Tabiiki tercihi en
yapıcı, en yumuşak olandan yana olacaktır ama birkaç aptalın binlerce yıllık ruhani
ve fiziksel emeği berbat etmesine de izin verilmez. Gerekiyorsa o birkaç aptal
düşecekleri başka bir boyutta oyunlarına devam edebilir.
--
Aşk olsun aşk
olsun
Niyetim kimseyi
incitmek değil. İçimden geldiği sertlikte bıraktım kelimeleri. İçime
güveniyorum.
------------
Buraya kadar
yazdıklarım beni tanıyan tanımayan, konuyla ilgilenen herkeseydi.
Burdan itibaren
yazacaklarım ise sanırım beni ve ailemi tanıyan bu aralar neler yaptığımızı
merak eden dostalara ve yeni tanıdıklara.
8.8 Aslan Kapısında
Uludağ’da bir seremonimiz ve arınma-şifalanma inziva programımız
olacak.(kontenjan doldu)
9.9 İse Mersin’de
olacağım.
Son aylarda ses ile şifa niyetiyle şarkılar yaptım, kaydettim, fb’tan paylaştım.
link burada: https://soundcloud.com/gokhan-atis/sets/ifa-olsun
İzmir köylerinden
birinde bir toprak parçası bizi çağırdı sahiplendi. Biz de onun çiftçisi,
şifacısı, çocuğu olduk. Su arama, toprak rehabilitasyonu gibi işlerle
uğraşıyoruz.
Kanser hastası
babam geldi bizde kalmaya başladı.
Geçenlerde onkoloji
doktoru babamla ilgilenirken bir şey sezmiş gibi bana dönüp, sen ne yapıyorsun
diye sordu. Şifacıyım dedim.
Hah. Bir süre
sessizlik oldu. Sonra şöyle sordu: Pineal gland hakkında ne düşünüyorsun?
Başkalarının
duymasından korkar bir halle kapıyı kapattı ve sözlerimin içine daldı…
Bir gün çay
içelim sohpet edelim dedik. Babam da bedenini yavaş yavaş eriten ve sona
yaklaştıran kemoterapi ilacını bir kere daha alıp kısa bir süre rahatladı.
Onunla hastaneye
gidiyor ve arzu ettiği ilacı almasına saygı gösteriyorum. Arzu ettiği gibi,
beslenmeye, arzu ettiği gibi bir ölümü yaşamaya herkesin hakkı vardır. 3
aşısını da olmuş. Yaptığımız şifalı yiyeyeceklere konserveyi yeğliyor. Kombu
çayı vereyim diyorum limonata istiyor. Kendisine ruhuyla, yaratanla konuşması
için çok iyi bir zaman olduğunu anlatmak istiyorum. Ama kendisi televizyon
seyretmek istiyor. Yalnızca televizyon…
Ben de hiç ısrar
etmiyorum. Çünkü biliyorum frekans tutmayınca tutmuyor. Sevgi ile bekliyor ve
kendisine ilgi veriyorum. Yapabileceğim başka bir şey yok.
Nasıl
yaşayacağımız ve nasıl öleceğimiz seçimdir.
Koşullar ne
olursa olsun, nasıl yaşayacağımıza ve nasıl öleceğimize biz karar veririz. Bu
uzun mevzuu.. belki başka bir yazıya.
Çok uzun oldu.
Herkese sonsuz sevgi ve selam.
No comments:
Post a Comment
Note: only a member of this blog may post a comment.