Wednesday, 11 December 2024

82. Akıntının tersine yüzen bir somon - Geri giden gezegenler falan...

 

                                                                Pushkar Gölü


Geri giden gezegenler falan...


     Çiftliği bırakılmaya hazırladım, arabamızı sattım, Hindistan vizemi aldım, biletlerimi aldım, birkaç şehre kısa yolculuklar yaptım. Halletmem gereken birçok irili ufaklı iş vardı ve Merkür terse gidiyordu. Bazı astrologların yapmayın dediği her şeyi yapmışım. İmza atma dediler attım, yola çıkma dediler çıktım. :D

     Merkür’ün terse gitmeye başladığı gün resmen farklı bir şey oluverdim; nehrin akışına ters yüzen bir somon balığı. Hayır kafamın dikine gitmek istediğimden değil; yönüm o yöndü; gideceğim ve yapacağım heryer ve herşey nehrin yukarılarında bir yerdeydi ve ben gitmeliydim; öyle gidesim vardı.

     Bu arada, ben yıldızların ve gezegenlerin insanların kader yollarını doğrudan etkilediğine inanan biri değilim. Aksine; onların biz insanlara ruhsal olarak karar verdiğimiz yönü, kader yolumuzun rota değişim noktalarını, karanlığımızı ve aydınlığımızı, hediyelerimizi ve sınavlarımızı yansıtan birer ayna olduklarını, böylece dolaylı bir hizmette olduklarını düşünen biriyim.

     Velhasıl somon oldum ve daldım suyun altına akıntının nispeten zayıf olduğu bir derinlikten ama kararlılıkla gitmem gereken yöne doğru yüzdüm. Ha, bu sırada normalden biraz fazla mı para harcadım, umursamadım. Ha saat 12’ye planlamıştım da 15’te mi adım atabildim; umursamadım. Öyle istedim de böyle mi oldu, hiç takılmadım. Gittiğim ana yön etkilenmediği sürece detayların bir önemi yoktu. Mucizeler de yol boyu benimleydi. Hata ya da talihsizlik gibi gözükebilecek kadersel durumlar beni hayal edebileceğimden daha hızlı yollandırdı. (Hiç birine hata ya da talihsizlik demedim, aksine şükürle karşıladım.)

     Misal, İzmir’de yaşayan biri olarak Hint vizesi için Ankara’ya gitmem gerektiğini biliyordum. Doldurduğum online vize formunda nasıl bir teknik ‘hata’ olduysa çıktının üstünde İstanbul yazılıydı. (Hata: ilahi oyun) Arayıp sormak istedim; kimse telefonlarıma yanıt vermedi. O yüzden İstanbul’a gittim.

     Dosyalarımı teslim alan Türk görevli, 'katiyen buradan olmaz, Ankara’ya gideceksin' dedi. O sırada arkasından geçen Hintli konsolosluk görevlisiyle göz göze geldik ve ‘Namaste-ji’ diye seslendim. Gözlerinden okudum ki doğru yerdeydim ve doğru kişiyle bakışıyordum. Türk çalışan daha birkaç imkansızlık nedeni bulmuştu kağıtlarımda. Mesela turist vizesi ile gidenlere artık yalnız 3 ay veriyorlarmış. 6 ay istedim. Maaşlı bir işin yoksa zor, falan dedi. 

     Bir de samimi mektup yazmıştım. Hintli kardeş yanaştı ve aldı mektubumu. Sonra gidip masasının başına oturdu.

     Ben de bekleme odasında oturdum, kapadım gözlerimi. “İnsanlara güveniyorum”, dedim. Kalbimden o kadar samimi ve gerçek bir frekansta çıktı ki bu söz, gözüm yaşardı. 10 dakika sonra beni çağırdılar. "Bu akşam gel pasaportunu 6 aylık vizenle birlikte al" dediler. Aramızda cam perde olmasa sarılacaktım. Neşemi saklamam. Bir “Wuhuuu” çektim. Şaşkınca baktılar bu 45 yaşındaki çocuğa. Vizeyi normalde 3-4 günde veriyorlarmış. Öyle aynı günde çıkması da bir mucizeydi.

     Sevinçle otelime döndüm ve dakikalar içinde ağır bir grip vurdu beni. Evime o gün dönecekken bir gün daha kalmam gerekti.

     O vakit somon olarak biraz daha derine daldım. Nehir böyle güçlü ve tersten gelirken kendime daha iyi davranmak istedim.  Gideceğim güne dek kullanmak üzere araç kiraladım mesela.

     Yaptığım hiçbir şeyi yıldızlara borçlu değilim. Her şey ruhumdan. Yıldızlar ise yalnızca yoldaşlar. Her şey olması gerektiği gibi oldu ve dört günde iyileştim.

     Bugün Alsancak’a çıktım, biraz döviz almak ve çamışırhanede çamaşır yıkamak için. Güneş parladı yüzümde. Derin nefes aldım. Somon artık suyun üstüne çıkmıştı. Suyun üstündeki ters akıntı da artık güçlü değildi ya da neredeyse yoktu.

     “Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim” diye içimden geçirirken, ortasında yürüdüğüm sokağın yüksek binalarına ilişti gözüm. Ya bir deprem olaydı da bu binalar çökeydi ve hayat benim için o an biteydi? Hayatın bir yarış olmadığını, hedefin yalnızca “Bu An” olduğunu kendime bilinçaltımdan gelen bir dürtüyle, farkındalıksızca hatırlatmıştım ve bunu da hemen o an fark etmiştim.

     Ki mikro saniyeler bile geçmeden, yanından geçmekte olduğum dükkandan şu şarkı sözleri duyuldu:


   “Ölüversek bu an ne olur?”


     (Tam hatırlayamıyorum ama böyle bi sözdü)


     Yaaa... Ölüversek bu an... ne olur?

     Hazır olmak gerek her an, her nefeste. Kolayca geçebilmek için bir diğer ana. Yeni deneyimlere kolayca geçebilmek için, bir hedefe olan zihinsel saplantılardan ve duygusal yapışkanlıktan özgür olmak gerek.

     Ki o yeni deneyim ya bu yaşamdaki yeni bir perde, ya da bu yaşamın ötesindeki yeni bir perde... Ne fark eder?

“Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim” sözünü olduğu yerde; geçmişte bıraktım. “Yüzdüm yüzdüm de neresine geldiysem orasına geldim.” dedim. 

     Güneş parıldadı ve balıktan çok kuş vari bir insan olduğumu hatırladım. Kanatlarımı açtım ve şimdi uçuyorum ve yalnızca uçuyorum.

     Nereye? 13 Yıl önce Yuuka’yla tanıştığım, ruhani uyanışımın gerçekleştiği yere; Pushkar Gölü’ne.

     Bir süredir (13 yıl) dikkatim bana anlatılan dertleri, sıkıntıları, acıları, imkansızlıkları, hastalıkları dinlemek onlara ruhlarından bir ilham ve şifa yansıtmak üzerinde kilitliydi. Şimdi yalnızca uçuyorum. Dikkatim kendimde ve kanatlarımda. Yeni bir ben doğuyor.

     Karşılamaya gidiyorum.


     Bu vesileyle uzaktan ruhani rehberlik ve şifa seanslarımı durdurduğumu da duyurmak isterim. Ne kadar süre için? Belki 3 ay(?) Belki daha fazla(?)


     Bu güneşli İzmir gününde, yapmak isteyip de yapabildiğim her şey için şükrediyorum; bu yazı da buna dahil.

     Ahh bir şey daha yapmak istiyorum!! En sevdiğim aile fotoğraflarımızdan birkaç tanesini bastırmak ve yanımda taşımak istiyorum. Ah işte bu tam anlamıyla pastanın üstündeki vişne oldu benim için. (Fotoğraflar baskıda)

(Canlarımla 17 Ocak'da Hindistan'da buluşacağım)


21 Aralık Kış Gün Dönümü'nde Pushkar (Savitri) Saraswati Tepesi (Tapınağı)'nda bulunup 

hep birlikte yapabileceğimiz bir toplu meditasyon hayal ediyorum şimdi.

(Önümüzdeki günlerde saat ve meditasyon bilgisini fb üstünden paylaşırım.)


Savitri Temple-Pushkar



Sözümü duyanlara ve duymayanlara kutsal bir akış diliyorum. Tutunmadan, kasılmadan, teslimiyet halinde, kuş gibi, balık gibi, kurtlar, geyikler ve yunuslar ve insanlar gibi aşk ile...

Aşk ile Hu...



Monday, 11 November 2024

81. Mucizeye Yolculuk I

 




Dostlar uzun zamandır sessizdim,

Çünkü 2024 önümü fazla göremediğim bir seneydi ve durum böyle olunca ben de kendi içime dönüp baktım ve bütünün hayrına yazılası bir okyanus buldum. Onu küçük blog yazıları olarak yazmak istemedim. 9 ay üstünde çalışıp bir kitap dosyası haline getirdim. Dile kolay 118,344 kelime, 533 sayfa olmuş. Bugün son kontrol ve derlemelerim bitti. Bugün son sözünü yazdım. Bugün yayıncılara göndereceğim.

Adı, “Mucizeye Yolculuk”.


Var oluşumun en hayırlı bir gereğini yaşadığım için mutluyum, gururluyum.

Bu kitabın bendeki heyecanına sizi de davet etmek istiyorum; bunu gönülden isteyebilecek dostlara çağrım. Kitabı benimle birlikte bizim kitabımız olarak düşünüp hissedecek dostlara çağrım. Bu bizim kitabımız olsun. Çünkü biz biriz ve bu akışın kitabı.


* Yayıncılara gönderdiğim mektubu yazının sonunda ve kısmen paylaşacağım.

* Gördüğünüz kapak resmi çalışması Yuuka’nın. Hayalimde canlandığı gibi ona tarif ettim; o da üstünde saatlece çalışarak bu resmi yaptı.


---


Bundan başka bir önemli haberimiz daha var.

Biz bir süreliğine (ki o süre 2-3-4-5 sene olabilir) Hindistan’a gitmeye, orada yaşamayı denemeye karar verdik. Yuuka ve Maya önden Japonya’ya gittiler. Ben bazı başladığım şeyleri bitirebilmek adına şimdilik buradayım. Kısmetse iki ay sonra onları Hindistan’da karşılayacağım ve oradaki yeni yaşantımıza başlayacağız. Türkiye’de yaşadığımız şu son beş sene içinde çok dostumuz, kardeşimiz oldu. Sözüm şimdi o dostlara:

Hepinizi candan seviyoruz. Bu bir veda değil. Biz geliriz, siz gelirsiniz, bir şekilde yine buluşuruz. Kalpler yeter ki hep bir kalsın.

Ki toprağımıza geri dönmek, burada yaratmaya başladığımız şeylere kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz; vakti yeniden geldiğinde.



Çoğumuz kendi hayatlarımızda büyük değişimlerin arifesindeyiz. Bütün dünya da öyle. Kartlar yeniden dağılıyor. Büyük yeni seçimler yapılıyor, yeni adımlar atılıyor.


Bu günkü 11:11 portalının gücünü de arkamıza alarak, hepimiz adına dileyelim ki:

“Bütün seçimlerimiz bütünün mutluluğuna , birliğin şifasına hizmet olsun.”


Aşk olsun.



----

Yayın evlerine gönderdiğim mektup:



Öz Geçmiş ve Kitap Özeti

Size göndermiş olduğum bu e-posta, hem öz geçmişim hem de yayınlanmasını dilediğim kitabın özetidir.

Adı “Mucizeye Yolculuk I” olan bu kitap hayatımın hikayesidir.

Ben Strong Wings Gökhan Atış. 24 Eylül 1979 İstanbul doğumluyum.

Çocukluğum İzmit’in köylerinde ve sonrasında İstanbul’da geçti. Anlaşılmadığım, yabancısı hissettiğim bir dünyada kanatlarım kırpıldı. Uçmayı unuttum. Yine de uçma yeteneğimin içimde bir yerlerde olduğunu bilerek aramaya devam ettim. Büyürken yavaş yavaş açıldım, hatırladım, anladım kendimi.

Gençlik yıllarımda Taksim’de sokak müzisyenliği yaptım. Kamp yaparak, otostopla Türkiye’yi dolaştım.

Ben gerçekten kimim, neyim, hayatımın bir amacı var mı diye önce kendi kendime sorup düşündüm.

Sonra kamyoncular ve diğer yolcularla muhabbetlerde cevap aradım.

Hippi akımının özgürlüğünü ve çılgınlığını sevdim, müziklerini dinledim, şarkılarını çalıp söyledim.

Kendi şarkılarımı besteledim.

Üniversiteyi Kıbrıs’ta okudum. 2002-2012 arasında, uzak yol yapan yük gemilerinde dördüncü ve sonra üçüncü kaptan olarak çalışırken elliden fazla ülkede bulundum. Yaşamın ve ölümün kenarında yürüdüm, deliliği ve ilahi aklı gördüm. Çerokee kanından bir şaman tarafından Strong Wings olarak adlandırıldım. Bununla birlikte ruhani arayışım başladı. Gemilerden ayrılıp yollara düşen, ruh eşini arayan ve bulan Gaak isminde bir kahramanın öyküsünü yazdım. Öykü “Gaak ve Baap” isminde bir romana dönüştü. 2010 senesinde Cinius yayınlarında para ödeyerek bin tane yayınlattım. Kitabın üç yüz tanesini ben, Taksim’de, bizzat, elden ve ücretsiz dağıttım. Diledim ki okuyanlar ilham alsınlar, onlar da ruh eşlerini merak etsinler, arasınlar ve bulsunlar. Böyle yaparsam bir sihir yaratacağımı, bunun sonucunda kendi ruh eşime de yaklaşacağımı düşünmüştüm. Doğruymuş.

Göğsüme, rahimde bir bebeğin resmini dövme olarak çizdirdikten sonra, 11.11.2011’de Gaak’ın hikayede düştüğü yola fiziksel olarak düştüm. İran’a ve Hindistan’a gittim. Bu yola girmemin tek sebebi ruh eşimi bulmak değildi. Öncelikli sebebim kendimi tanımak, öz benliğimi anlamak, gerçek bir ben olabilmekti. Varlığımda birikmiş maddi manevi acılar da beni bir çare aramaya doğru itmiş, bu yolculuğa hazırlamıştı.

Çıktığım yolculukta her sabah Tanrı’ya yalvararak ruh eşimi ve çocuğumu aradım. Çocuğumun kız olacağını, adının Maya olacağını senelerdir biliyordum. Yolda ruhumun bana gönderdiği işaretleri okumayı öğrendim. Kalbimin peşinden gitmeyi öğrendim. Yol boyunca, bu kişi benim ruh eşim mi diye sormam gereken insanlar çıktı karşıma. Test edildim. Bir şekilde bildim ki değillerdi. Yola devam ettim. Akıllara durgunluk verecek mucizeler, denk düşmeler, ilahi yardımlar deneyimledim; yolculuğun ilk gününden son gününe... Gerçi son gün yaşandı diyemem. Son günü yok o yolun. Yol sonsuzluk yolu ve ben hep yolda olacağım; mucizelerde.

Yola çıktıktan üç ay sonra, Hindistan’ın küçük bir kasabasında kendisi bir şaman olan, Japonya doğumlu Yuuka ile tanıştım. Kavuştum demem daha doğru olur. Oydu aradığım ruh eşi. Kitapta yazdıklarımla yaşamakta olduklarımın benzerliği, bana Yuuka’nın aradığım kadın olduğunu söylüyordu. Dahası bütün hücrelerim biliyordu, onun O olduğunu. Orada evlendik. Beş ay sonra da kızımız Maya’nın geleceğini öğrendik. Bu gün evliliğimiz 12. yaşına girmek üzere ve kızımız Maya 11 yaşında.

O yolculuk, ruhani rehberlik ve şifacılık cevherini taşıyan öz doğamı ortaya çıkarttı. Böylece önümde yeni bir hayatın yolu açıldı.

Into the Wild filminde yaşam öyküsü anlatılan Chris McCandless’ın bütün kimliklerini yakması beni derinden etkilemişti. Bunu bir gün ben de yapacağım diye kendime söz vermiştim.

Sonunda benim de vaktim gelmişti. Bana Strong Wings isminin verildiği dağ başında, bir ateş çukuru açıp ailemin ve toplumun iştahla kabul ettiği ama benim bir türlü kabul edemediğim kaptanlık, adamlık, vatandaşlık gibi türlü kimliklerimi tüm lisans evraklarım ve diplomalarımla birlikte ateşe atıp özgürleştim.

Orada kendimi ilk kez Strong Wings (Güçlü Kanatlar) olarak hissettim.

Ani gözüken büyük değişimimle birlikte ailem beni evlatlıktan reddetti. Cebimde sadece elli dolar parayla, Japonya’ya taşındım. Japon ailem beni kucaklayarak karşıladı. Orada yeni bir yaşam alanı kurduk. Yuuka’ya doğumunda ben ebelik yaptım. Maya’yı evimizde, doğal doğumla ellerimizle karşıladık.

Kadim zamanların gücü ve bilgeliği uyandı.

Ruhani rehberlik ve şifacılık yapmaya başladım. Ailece Japonya’da, Türkiye’de, Asya ülkelerinde dolaşarak ve hizmetimizi sunarak yaşadık.

Türk ailem de sonra yeni beni, seçimlerimi, yaşadıklarımı kabul edip, hepimizi bağrına bastı.

Maya 4 yaşındayken “Mucizeye Yolculuk” adını verdiğimiz Kuzey-Güney Amerika yolculuğuna Indiegogo toplu fonlamasından aldığımız destekle çıktık. Evimizi, yerimizi, yurdumuzu arıyorduk.

Mucizeye Yolculuk adlı bir blog sayfasında ayahuasca, Dmt5meo, vipassana meditasyon, hastalık ve şifa, dünyanın durumu ve gidişatı, büyük kolektif bir bilinç uyanışının haberleri üzerine yazılar yazdım. Dünyanın çakralarına giderek insanların o enerjilere bağlanabilmesi ve o enerjiyi de Türkiye’de topraklayabilmeleri için oldukları yerden katılabilecekleri toplu meditasyonlar organize ettim. Peru’ya ruhani rehberlik ile bir grup götürdüm. Free hug etkinlikleri düzenledim. Ses ile şifa çemberlerinde hizmet ettim. Evrensel kanallık ve şifa kursları verdim.

Zaman içinde yolumuzu, yolculuğumuzu merak eden, bizleri daha fazla duymak isteyen insanlar çoğaldılar. Hayatımızın hikayesini yazmamızı tavsiye eden, isteyen birçok insanla tanıştık. Filmi olsa ne güzel izlenir de dediler. Onlara her zaman, belki bir gün diye cevap verdim.

Her şeyin kendine has bir mayalanma süresi var. Galiba bizim mayamız şimdi hazır oldu. Son dokuz ay boyunca hikayemizin çocukluğumdan başlayan ve kızımızın doğumuna kadar olan sürecini kaleme aldım. Yuuka’nın kendi hayat hikayesi de ilham olacak türden. Mucizeye Yolculuk 2’de Yuuka’nın hayatını ve Maya’nın doğumundan bugüne kadar yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum.


Mucizeye Yolculuk I’ okuyucularına ne anlatıyor diye sorulursa:

Herkesin Yaratan’ın mucizesi olduğunu, herkesin kendi ruhuna kanal olduğunu ve kendi mucizesini yaratıp yaşamak üzere dünyaya geldiğini; bunun gerçekleşebilmesi için konfor alanının fark edilmesi, varlıktaki acının duyumsanması, tutunulan kimliklerin ve hikayelerin bırakılması, zihinsel gürültünün susturulması, gönül sesinin duyulması, ruhsal arzuların güçlü bir niyet ve irade ile gerçeğe dönüştürülmesi, bütün varlıkların iyiliğine adanarak yaşamak; bütün bu formülün aslında cenneti yarattığı, cennetin dünyada olduğu anlatılıyor. Yazmaya başladığımda, bunu kendi yaşadıklarımı akışkan, gizemli ve heyecanlı bir örgünün içinde anlatarak, hissettirmeden yapmayı hedeflemiştim. Ruhsal gerçekleri, sürükleyici bir öykü aracılığıyla anlatmayı arzu ettim. Bunu başarabilmiş miyim; okuduktan sonraki benliğinizin takdirine sunarım.

Bir icatta bulunmadım, tarihe geçecek önemli bir şey yapmadım. Neden insanlar hayat hikayemi okusun ki?

Yaşadığım hayat hikayesi öğrenilmiş kimliklerin dışına çıkmak ve kendin olmak hakkında. Bu yüzden her çağda okunabilecek ve fayda yaratabilecek bir hikaye.

---



Bu kitabı, bu defa, kendin öde kendin yayınla yoluyla yayımlamak istemiyorum. Ben üstüme düşeni, olduğum gibi olarak ve yazdığım gibi yazarak yaptığımı hissediyorum. Bu noktadan sonra bu eylemin doğurabileceği potansiyeli görebilen ve bütünün faydasına yayınlamak isteyecek bir yayın evine; beni kalpten anlayacak bir editör kardeşimin ellerine onu teslim etmek istiyorum. Kitabı sahiplenmiyorum. Yayınlanırsa o hepimizin kitabı olsun. Onunla para kazanmak ve ünlü olmak gibi kaygılarım yok. Tanrı biliyor ya kalbimde tek ve saf bir istek var: Bütün varlıklar mutlu olsun.

Bu kitapta anlatılanların bu bütüncül mutluluğa hizmet edeceğini düşünerek yaşayarak ve yazarak işçiliğini yaptım.


Aşk olsun.

Saygılar, sevgiler.

*Blog sayfam: https://journeyto - miracle.blogspot.com/

(Blog sayfam son 1 senedir aktif değil kitabı yazmakla meşgul olduğum için)


*Cinius yayınlarından çıkan Gaak ve Baap’ın linki:

http://sahnearkasi.ciniusyayinlari.com/kitaplistesi.asp?kisiID=71531


*2011-2012 arasında Psikeart dergisinde 3 yazım yayınlandı



*Şifalı şarkılar ve mantralardan oluşan iki müzik albümü seslendirip paylaştım: https://soundcloud.com/gokhan - atis


*Youtube’da ‘Anahata Life is Miracle’ adlı bir kanalım oldu ve orada doğadaki yaşamımızı anlatan vloglar çektim. (Son iki buçuk senedir İzmir Seferihisar’ın kırsal bölgesinde yaşadık.) Kanal Linki: https://www.youtube.com/@anahatalifeismiracle8075


*Youtube’da “Gokhan Atis” adlı kanalımdan ses ve dans ile şifa içeren videolar paylaştım. Kanal linki : https://www.youtube.com/@gokhanatis3404


*Pozitif dergisinde “Bir roman yazdım hayatım oldu” başlıklı röportajımız çıktı: https://www.pozitifdergisi.com/roportaj/bir - roman - yazdim - hayatim oldu.html

(Bu bir reklam yazısı değildi ve dergi editörünün bir şekilde bizi keşfetmesiyle tamamen spontane gelişmişti.)


*“Başka Adamlar” adlı bir podcastta hayat öykümüzü anlatmam ve şifacılık üzerine konuşmam için davet edildim:

https://podcasters.spotify.com/pod/show/didem - mollaoglu4/episodes/Gkhan - At - eqcnh8






80. Mucizeye Yolculuk I

 


Mucizeye Yolculuk I


Saturday, 13 July 2024

79. Rüyanın çıkış kapısı

 

Bu yazıyı öncelikle ruh eşim Yuuka Shimada'ya bir teşekkür yazısı olarak adıyorum.

Japon Kapısının Türkiye’ye açılmasına kendine has zorluklar ve sınavlardan geçerek emek veren, Türkiye’yi adım adım dua ederek gezen, görünmez işçiye, eşim Yuuka’ya teşekkür ediyorum. Artemis’in rüyasını benimle tanışmadan seneler önce gördü. Akdeniz’in zeytinli tepelerini ve güneşini benimle tanışmadan seneler önce özledi. Sonunda geldi, burada. Ben görüyorum, ben biliyorum tüm hizmetlerini, ben sana teşekkür ediyorum.

Sonra bu yazıyı Tanrı işçisi günümüz nebilerine teşekkür olarak kaleme alıyorum. İyi ki varsınız, iyi ki olmanız gereken yere vardınız, iyi ki yapmanız gerekeni yapıyorsunuz, aşk oluyor. Aşk doğuyor yüreklerde.


Biliyorsunuz zaman zaman yaşadığım mucizeleri paylaşırım bu kanaldan. Sanki şifalı ekşi maya hamurundan bir tutam vermek gibi bu... Alan çoğaltsın ve başkalarıyla paylaşsın ve mucizeler çoğalsın diye niyetle. Mucizeler çoğalıyor gören kalplere...

Yine öyle bir şey yaşadım. Yaşadığım mucizeyi anlatabilmem için ona giden yoldaki olayları da biraz anlatmalıyım.


İlahi plan öyle istemiş ki 2012 senesinde Yuuka ile evlenmem Türkiye’ye Japonya’dan ruhani bir kapı açtı. (belki sayısız kapılara biri daha eklendi demek daha doğru olur.) O zaman bu zamandır bir çok Japon kardeşimiz ki bazıları şifacı olmakla birlikte hepsi ruhani insanlardı, Türkiye’ye yolculuklarını bir dua olarak yapmışlardı, bir haç yolculuğu gibi hem şifalanmak, hem de bu ülkeye şifa olmak dileğiyle. Bu insanların ortak özelliği bütünün şifası için olmaları gereken yerde olma arzularıydı... Yani Tanrı onları nereye çekiyorsa oraya gitme, orada bulunma güçleri vardı. Dirençsizce akan insanlardı; tıpkı bedeni şifalandırmak için gitmesi gereken yere gidip toplanan beyaz kan hücreleri gibi. (Dostum Ryu’nun söyleyişiyle) Onların Yuuka ile evliliğimizi bilmeleri, sonra Bizim Türkiye’de yaşamaya başladığımızı görmeleri, ruhlarından gelen Türkiye’ye gitme arzuları ve sonunda da güçlü bir çekim duyarak Türkiye’ye gelmeleri büyük bir planın aklımızın eremeyeceği yap boz parçaları gibi yerine oturdu. Siz de aynı şekilde belki ülkemizin veya Dünyamızın farklı yerlerinde belli zamanlarda bulunma arzusunu duymuşsunuzdur, çekilmişsinizdir. Belki bazılarınız bu arzuyu takip etmeyi başarmıştır. Bilmeden buranın kolektif bilincinden bir parçayı gidip oranın kolektif bilincine ekmişsinizdir; öyle gerktiği için. Bilmeden buranın şifasını oraya, oranın şifasını buraya getirmişsinizdir; öyle gerektiği için. Belki oradan af dileyenlerin sesini buraya getirmiş, buradaki affedenlerin sesini oraya götürmüşsünüzdür...

Bilmeden attığınız her adımda evrensel bir şifanın bedeninizden geçip oralara ekilmesine vesile olmuşsunuzdur...

Senelerce böyle hediyeler toplayıp hediyeler dağıtarak dünyayı gezdik. Daha doğrusu o arzuyla. Bazen bir çöl, bazen bir dağ başı... nereye çekildiysek orada...


Velhasıl o Japon dostlardan biri olan ve ilk tanıştığım an itibariyle ruh kardeşim dediğim, Ryu(Ejderha), eşi Kumiko ve 6 yaşında oğulları ile birlikte birkaç hafta evvel ülkemize geldiler. Ülkemizin enerji merkezlerinde yolculuk yaptılar, getirdikleri hediyeleri bıraktılar, verilen hediyeleri de gidecekleri yeni yerlere bırakmak üzere aldılar, yüklendiler.

En son, Kumiko ve Yuuka Selçuk Artemis Tapına’ğında dans ettiler. Ryu ve ben de ses ile evrensel kutsamayı ilettik. (Bu seremoninin bir videosu var-hazır olduğunda yayınlayacağım)

İçimizde kutlama ve açılım hissini duyumsadık. Bizlerden çok önce ekilmiş bir uyanış tohumunu, sayısız sulayanların yalnızca sonuncusu olduk. Kutsal dişi enerjinin varlıklarımızda ve topraklarda uyanışını hissettik. Artemis tapınağındaki seremoninin sonunda, fotoğrafta gördüğünüz kanadı buldum. Onu Artemis’in hediyesi olarak hissettim ve şükranla aldım. Kısmetse onu ruhani toplantılarda etkin bir arındırıcı güç aracı olarak kullanacağım.





Oradan sonra Meryem Anne’nin evini ziyaret edip kutsamasını aldık.


O bölgede, aynı dağ üzerinde yaşayan Züleyha annemiz ve Namık babamız var ki bizi kucakladılar, yedirdiler, içirdiler, kalbimizi, karnımızı doyurdular, dinlendirdiler. Şifayı paylaştık hep beraber.


Ertesi gün benim çok sevdiğim güç noktalarından bir diğeri olan, Bergama’ya gittik. Nebiler şelalesinde yıkandık, kutsandık, şifalandık ve yine varlığımıza dünyanın farklı yerlerinden katılmış frekansları bıraktık. Nebiler, peygamberler demek; İlahi Mesajı İletenler. Kadim zamanlarda bilinen yüz binin üstünde mesaj ileten- Peygamber yaşamış... Bugün bence sayıları milyonlarca. Giderek de çoğalıyor. Çünkü toplu bir uyanış o kadar yakın ve ruhlar alemi dünyaya o derece yakın.


Oradan bir diğer sevgilim olan Asklepion’a gittik; bilinen ilk holistik hastahane. Hastalıkların sebeplerinin sadece fiziksel bedende olmadığını bilen, onun köklerini duygularda, zihinde, ruh katmanlarında bulabilen, onunla çalışabilen üstadların çalıştığı bir şifalanma merkezi. Ne tuhaf dedik bundan 3600 sene önce böyle bir bilgelik vardı ve böyle bir hastahane vardı ve bu gün hala yok. Tabii güzel işaretler çok. Ses ile şifanın, reiki ve benzer tür enerji şifalarının hatta hayvanlarla terapinin hastaneye girmeye başladığı örnekler var.

Asklepion’un her zaman merakımı en çok cezbeden noktalarından biri olan uyku ve rüya terapilerinin yapıldığı koridorlara vardık. Orada kanallardan akan suların huzur verici şıkırtısında uyuyan insanlar rüya görür, uyandıklarında kahinlere, şifacılara ve rüya yorumcularına danışırlarmış. Belki hastalıklarının çözümünü, belki hayatlarında yapmaları gereken hayırlı bir değişimin bilgisini bu yolla öğrenirlermiş.


Ryu’ya dedim ki burada uyumak ve rüya görmek isterdim.

Etrafına bakındı ve dedi ki neden olmasın, kimseler yok. “Yere uzan ve ben sana Craniosacral terapisi uygulayayım. Çok rahatlatıcıdır ve belki rüya görürsün.”

Kumiko hemen şalını çıkardı ve yere serdi. Uzandım. Başımın arkasında Ryu oturdu ve ellerini taç çakramın üstüne koydu. Enerji hemen akmaya başladı.


Bu şifa merkezinde uyunan en son uyku, görülen en son rüya, -simyacıdaki çoban Santiago'nun uyuduğu tapınak şayet orası değilse- 3600!! yıl önceydi. Bunu düşünmek heyecan vericiydi ve birkaç dakika bu heyecandan sıyrılmak için derin nefes alıp verdim. Sonra bedenimi hissebiliyordum, nerede olduğumu biliyordum ama rüyadaydım. Turuncu bir ışık geldi. Dişi bir bilinçti. Gökhan zaten hayatım dediğin şey rüyanın ta kendisi, bu yeterli değil mi, başka neyin rüyasını görmek istiyorsun?, diye sordu.


Hayatın bir rüya olduğu bilincimde derin bir yere sahip olsa da bir an sarsıldım. Sonra neyin rüyasını görmek istiyorum diye merak ettim, sordum, içime bakındım.


Rüyadan çıkışın rüyasını görmek istiyorum, dedim.


Sonra bir anda kendimi gökkuşağı renklerinde akan bir suyun altında buldum. Rengarenk su tüm zerrelerimi yıkıyordu. Ben diye bir şey yoktu. Ve bir an sonra kendimi suyun dışında buldum. Orada, onun dışındayken sayısız rüya görüvermiştim-bir anda-, hepsi iç içeydi, uyandım yeniden suyun altında...

O su, rüyadan çıkış kapısı olarak gösterilmişti-hatırladım. Ama kapının arkasına geçmek isteği doğmadı. Çünkü hala burada olmak istediğimi fark ettim. Hala rüyanın içinde olmak istediğimi anladım ve gözlerim açıldı. Bunu daha önce de farklı deneyimlerde duyumsamıştım. Rüyanın sınırlarına kadar gitmiş nerede olduğumu tespit etmiştim.

Rüyanın içinde uyanık kalabilenlerden olalım.


Geri dönüş yolunda İzmir’e doğru sürerken aracı, yağmur bulutları büyüdü. Havada yıldırımlar görüldü. Yağmur şiddetle yağarken önümüzde bir de çifte gökkuşağı açıldı. O sırada arabanın teybinde son günlerde beni çok ağlatan Yaradan’a duyulan aşkın anlatıldığı o şarkı çalıyordu...

Nefeslerimin çelengine sevgilimin adını nakşediyorum

Sevgilim hayatın güzelleştirici süsüdür

Sevgili, isminin sonsuza kadar hafızamda kalması benim dileğim ve ibadetimdir”


Çifte gökkuşağı arasında gökten boşalan yağmur ve arka planda dinlediğim bu şarkı... Asklepion’da gördüğüm rüya... Hepsi birleşti ve kendimi durdurmadan bıraktım göz yaşlarımı. Zaten trafik te durma noktasındaydı.


ahhh... amma rüya gördüm.. amma rüya.. iç içe iç içe..sonsuzmuş gibi... İç içe..


Adın kalbimde daim kalsın ve bu rüyanın içinde hep rehberim olsun. Ve oyledir sonsuz şükür.


Sanki Asklepion İzmir’in kuzey kutbuydu ve Selçuk Güney kutbuydu. Sanki iki kutup arasında üst üste iki gün yapılan bu yolculuk boyunca bir enerji alışverişi, bir kayma, bir değişim olmuştu.

Ve yine de hepsi bir rüya.. hepsi bir rüya...


Bir de Yuuka Sudhosi Budhosi mantrasını okuduğumuz ses dosyasına klip yapmış... herşey kendi kendine, doğal akışında böyle oldu.

Mantranın Türkçe çevirisi şöyle:


Sen sonsuza dek saf sonsuza dek öz
ve bu dünya rüyası sana asla değemez
O halde bırak tutunmayı
Bırak şaşkınlığı
ve uç yere rüyanın ötesine


---


Rüyanın ötesine uçmak ne zamana kısmetse o zaman. O zamana dek birbirimiz için şimdi buradayız. Hep birlikte, rüyanın içinde, uyanışta.





Aşk olsun Hu


                          Youtube video: Sudhosi Budhosi Mantra -Sanskrit-İngilizce-Türkçe




Asklepion Rüya Koridorları

Geri dönüş yolunda Gök kuşağı kapısı 



                                                                                ---



Yuuka



---

Ryu & Kumiko (Mersin ses ile şifa çemberi)




                                               Züleyha Anne ve Namık Baba




      Japon kız kardeşlerimiz , Ayako, Yukimi, Michiko, Sano, Yooko, Hiroko, Akiko



Jumpei & Yoshika


             Tokyo'da Yuuka'nın çemberi                                         Mersin'de çember

Bursa'da Japon kız kardeşlerin Bursalı kız kardeşlerle buluşması ve Ayşenimiz



Züleyha Anne ,Yuuka, Akiko Artemis tapınağı dansı 

Tayland Çember

İzmir Didem ve Ayten'le sarılma etkinliği



13'ün mucizeye yolculuğu - Peru

Sedona

Peru'da Yaz gündönümü çemberi 

Bolivya uyuni



Shikoku Adası çember

Brezilya'da bir çember

Brezilya gökkuşağı kapsı

Meksika Maya Güneş Piramidi 

Amerika'da bir çember

Shasta Dağı -Dünyanın Taç çakrası

Sedona'dan gelen bir kristalin Göbeklitepe'ye iletilmesi

Titicaca Gölü Ay Adası -Dünyanın sakral çakrası

Maui-Hawai adası Dünyyanın kalp çakrası

Mısır dünyanın psişik kapıları

Yuuka çıplak ayak ateşin üstünde yürürken-Japonya

Fuji dağı zirvesi -Dünyanın solar pleksus çakrası

Angkor Wat



Rishikesh Hindistan



Hayalini dahi kuramayacağımız bir akışın içine teslim olarak an ve an, adım ve adım, ilmek ilmek ışıktan örülen bir ağın içinde bu ana vardık. Sonsuz şükür