Friday, 21 February 2025

89. Vipassana Yazı Dizisi-son yazı 7 -Doğru Anlayış

 

                                                                               Maya


    DOĞRU ANLAYIŞ


     Doğru anlayışın ne kadar önemli olduğunun altını ne kadar çizsem az kalır. Doğru anlayış!

     Vipassana ve ya herhangi bir ruhani araç doğru bir anlayışla uygulanmadığında insanı daha fazla illüzyona, daha fazla acıya sürükler. Doğru bir anlayışla kullanılmayan ruhani araçlar insana bir türlü ve ne yaparsa yapsın gelişemediği inancını getirebilir. Bu, ruhani arayış yolunun başlarındaki kişilerde yılgınlık ve ruhani yoldan kopmayı getirebilir. Seneledir o yolda yoga yapıp ruhani olarak bir adım ileri gidememiş, hala kimliğine-egosuna tutkun insanlar var. Senelerce bir çeşit meditasyonu uygulamış, bir guruyu ya da dini takip etmiş ve o tekniğin, gurunun, dinin ateşli savunucusu olmuş; bunu yaparken sonsuz olasılıklara gözlerini kapatmış kimseler çok. Ki o kimselerden bazıları günümüz ruhani camiasının öğretmenleri haline gelmişler. Kendilerine hocam diyen çok insan olduğu için ve bu hocalıktan keyif aldıkları için kendileriyle yüzleşmekten, uyguladıkları ruhsal araçların eksik, yetersiz, ya da doğru bir anlayıştan olmadığını kabul etmekten uzaklar. Bazıları umursamazlıkla devam edip kendi illüzyonlarının içine yeni öğrencileri de dahil ediyorlar.

     Doğru anlayış her ruhani yolun merkezinde olmalı. Doğru anlayış, ruhani yolun ta kendisi olan YAŞAM’ın merkezinde olmalı. (Ancak belli bir gelişim seviyesinden sonra YAŞAM, Ruhsal YOL olarak anlaşılmaya başlar.)

     Doğru anlayış nedir? Doğru anlayış insana en büyük hakikatin yönünü işaret eden anlayıştır.

     Doğru anlayışın merkezinde olduğu bir ruhani yol, bu araçtan (Gökhan) kelimelere anca bu kadar dökülebiliyor:


1. Ben denilen inanç bütünlüğü ve onun yansıması olan beden & dünya, bir rüya. Öz Ben ise her an her yerde ve her şeyle bir Olan’ın zerresi. Ben O’ndan bir parçayım; O’nun sevgisinden sevgi; O’nun gücünden güç; O’nun aşkından aşk; O’nun şifasından şifa; onun sonsuz bolluğundan doğan bereket nehri benim. Ben insan olma rüyasının içinde uyanmaya; kutsallığımı, sonsuzluğumu, zamansızlığımı bu rüyanın içinde keşfetmeye, anlamaya, olmaya doğdum. Bu rüya, bir zerre olarak sonsuzluğumu anlayabilmem için dizayn edilmiş bir oyun sahnesi.

2. Uyanışın cevheri bende saklı. Bu cevheri benim için ortaya çıkartabilecek hiçbir araç, hiçbir şifacı ya da öğretmen yok. Ben kendi uyanışım ve yükselişimden bizzat sorumluyum.

3. Bütün ruhani araçlar ve öğretmenler; yoldaşlar ve yaşanan tüm deneyimler bana kendimdeki uyanış cevherini bulmamda, anlamda yardımcı birer ayna.

4. Bu rüyanın içinde hissettiğim her şey gelip geçici, buna egom da dahil.

5. Rüyanın ve her şeyin geçiciliğinin farkında değilken egoma hizmet ediyor, ona itaat ediyorum. Bunu yaparken ben her şeye karşı tepki gösteriyorum ve bu bütün acıların kaynağı.

6. Her an, ego ve ruh arasında; rüya ve hakikat arasında bir seçim anı. Bunun farkında olmadığım her an egoya, rüyaya ve acıya daha yakınım.

7. Acıdan mutluluğa, tepkisellikten ilahi uyuma, rüyadan hakikate, egodan öz benliğe, karanlıktan aydınlığa geçmeye niyet ediyorum ve yaşamakta olduğum hayatın her nefesini, her anını bu geçişe adıyorum. Kendimi tepkilerimle bağladığım tüm geçmiş bağlantı noktalarından affedilmeyi dileyerek ve affederek özgürleştirmeye niyet ediyorum.


     Ruhani arayış yolunun bir noktasında en çok vuku bulan illüzyon, kullanılan araçların araç olduğunun unutulması ve amaçlaşması... Bu böyle olduğunda bir guruya tapınan insanlar, bir tekniği savunan savaşçılar ortaya çıkıyor... Uzun seneler yoga yapan birisi için artık amaç sanki yoga yapmak olmuş, ya da takip ettiği guru ve bu takip hayatının yegane amacıymış gibi...

     10 günlük vipassana’ya ilk kez gelen İngiliz kardeş İan, kursun sonunda acaba başaramadım mı diye hayıflanıyordu ya... Sanki vipassana araç değil de amaç olmuştu onun için ve onu başarıp başaramadığını düşünerek hayıflanıyordu..

     “Bu 10 gün inziva vesilesiyle kendimi biraz daha iyi tanıyabildim mi? Acıma şahit olabildim mi? Evrensel hakikate dair bir anlayış doğdu mu? Böyle soruları yoktu mesela.

     Vipassana bir amaçtı ve 10 gün sonunda amaç da bitmişti. “Tamam başardım ya da başaramadım geçti bitti işte. Şimdi hayatıma kaldığı yerden devam edebilirim...”

     Vipassana merkezinden çıktıktan 2 gün sonra gece vakti bana bu fotoğrafı gönderdi ve dedi ki “Ölümden döndüm, şoktayım”





     Ertesi sabah İan’la buluştuk. Neler olduğunu anlattı.

     Kasabada yürürken Vipassana merkezinde tanıştığı bir Hint’li çocukla yeniden karşılaşmışlar. Çocuğun yanında bir kız varmış; o da on gün aynı merkezde bizimleymiş.

     Hintli çocuk benim de tanıştığım, 22 defa 10 günlük inziva bitirmiş 20’li yaşlarında bir delikanlı.

     Hani 22 defa böyle bir kursu bitirmiş, hayatının 220 gününü sessizlikte geçirmiş birinin bilgelik kazanmış, dinginleşmiş olmasını beklersiniz, değil mi?

     Bu delikanlı İan’a demişki:

     “Biz bu gece bir bara gidip içmek istiyoruz. Bizimle gelir misin?”

     İan’ın kafası karışmış bir an. Gitsem mi...? Bu benim hayat akışım değil mi?

     Kız da biraz iş koyar gibi bir enerjiyle, İan’a göz kırparak “gel gel”, demiş.

     O an İan’ın kafası çözülüvermiş.     “Tamam geliyorum”, demiş.

     O gece çok içmişler. Sonra da Hint’li çocuğun arabasına binip kasabaya geri dönmeye başlamışlar. Hint’li çocuk aracı sürerken bir taraftan vipassana hakkında yazdığı rap şarkısını coşkulu bir şekilde okuyormuş. Sonra nasıl olduğunu anlayamadan bir elektrik direğine çakılmışlar. Mucizevi olarak herkes kazayı ufak sıyrıklarla atlatmış.

     O sabah Pushkar gölüne karşı oturmuş çayımızı içerken hikayesini böyle anlattı ve ben nerede hata yaptım diye sordu.

     “Bir abiye ihtiyacım var ve sen osun. Bana anlamamda yardımcı olur musun? Ben akışı takip ettim? Hata bunun neresinde?”


     -“İan, her eylemin merkezinde “doğru anlayış” olmalı. Doğru anlayışın eksikliğinde, insan daha çok rüya, daha çok acıya yönelir. Neden 10 günlük vipassana inzivasına gittin? Bence bunun cevabını tam olarak bilmiyorsun. Bilmediğin için de amacın 10 günü tamamlamak ve atlatmaktan, belki bundan gurur duymaktan, ruhani bir kimliklenme edinmekten daha derin bir şey değildi. Bunu nereden biliyorsun diye sorarsan derim ki:

     Doğru bir anlayıştan gelen bir amacın olsaydı, bunu biliyor olsaydın, 10 gün bittiğinde o amacın sona ermediğini, hala o amaca doğru yürüdüğünü bilirdin ve o bilişte olsaydın bara davet edildiğin o an kaybolmazdın; içmeye gitmezdin.

     Acıtabilir ama sevgiden ötürü daha açık söyleyeyim; amacın gerçekten ruhsal uyanış olsaydı, vipassanın o uyanış yolunda karşına çıkan bir araç olduğunu bilir, o aracı kullanabildiğin kadar iyi kullanır, kurs bittiğinde de kaldığın yerden öz amacına doğru, ruhsal uyanışa doğru yani daha yüksek frekanslı bir bilinç haline doğru hayatını adımlamaya devam ederdin. İhtiraslara kapılıp onların peşinden sürüklenmek akışta olmak değildir. Bilincin daha düşük frekanslı hallerine düşmektir. 10 gün yaptığın meditasyonlar boyunca, eylemin temelinde doğru anlayış olmasa bile, evrensel bir hediyenim sonucu olarak hakikate bir nebze yaklaştırıldın. Bil ya da bilme bilincinin frekansı bir düzeye yükseltildi. 10 gün biter bitmez bu yüksek frekansı arkanda bırakıp, ihtirasın peşinden süreklenip, daha düşük bir bilinç frekansına geri döndün.

     İan: “Doğru, doğru abicim... Galiba aynen böyle oldu...”

     -“Vipassanayı yanlış bir anlayışla da yapmış olsan; yanlış seçimlerle, yanlış şeyler yapıp daha çok acı yaşamış da olsan, Yanlış değilsin! İnsansın! İnsan Doğru anlayışı ve doğru yolu hatalardan, acılardan geçerek bulur. Şimdi en azından bu olaylar sonrasında kendine şunu sormaya hazırsın: “Ben gerçekten kimim ve ne istiyorum? Hindistan’a uzun bir yolculuğa gelmişsin. Neden burada olduğunu biliyor musun? Bu yolculuğu bir amaca adadın mı? Çünkü bilmiyorsan ve adamadıysan, bu yolculukta daha çok kaybolabilirsin.”


     İan: “Yola çıkmadan önce şu iki istek arasında sıkışıp kalmıştım:

     Ruhani bir deneyim yaşamak ve sahil partilerinde kızlarla içip sevişmek... Dün beni o bara çeken önemli diğer bir sebep o kızın bana karşı açıklığı ve davetkarlığıydı... Çağırılıyorum, demek bu benim akışım diye düşündüm.”

     -“İan, eğer o kızla sevişecek olsaydın, Vipassanadan çıkar çıkmaz bara gidip içen çok ender insanlardan biri olmakla kalmayıp, bir vipassana kız kardeşiyle yatağa giren ilk insan da olacaktın.”

     Bu ikimizin de kulağına oldukça abzürd bir o kadar gerçek geldi ve bir süre boyunca güle durduk.

     “Yolculuğunun amacını bilmezsen daha nice yanlış çağrıya kapılıp gider ve kaybolursun ve burada bahsettiğim yolculuk yalnızca Hindistan yolculuğun da değil; tüm hayat yolculuğun.

     Tüm hayat yolculuğunu kendinle ilgili hakikati bulmaya, o hakikat olmaya adarsan, pusulan hep sana o yönde işaret edecektir. O arayışa adanmışlığın ne kadar güçlü olursa dışarıdan gelen; beş duyu organına, nefsine, egona takılan her şeye karşı daha net bir anlayışın olacak; daha güçlü bir iradeyle merkezinde kalıp, daha kolay bir şekilde hayırlı yöne sevk olacaksın. Hayırlı olan yön, hakikate doğru olan yön. Günden güne bütünün hayrına olan yön daha çekici gelecek sana. Doğru anlayışla doğru yönde akacaksın.”

     İan: “Hmmmm.. Doğru anlayışla doğru yönde akmak... Yani akabileceğim birçok yön var ama hayatımın amacını daha iyi bilirsem, ona daha iyi adanırsam, daha doğru bir akış yaşayacağım ve akış beni daha mutlu, daha bilge bir hayata götürecek...”

     -“İşte bu kardeşim. Bunu zaten için biliyor ve ben şimdi hayatının bu dönüm noktası olan yer ve zamanda sana içini yansıtmış oldum. Umut ediyorum artık ne istediğini daha doğru bileceksin.

     İan’ın gözleri parladı.

     “Evet, evet, daha bilge, daha gerçek bir ben olmak istiyorum. İsteğim bu.”


----


Ruhsal gelişim: doğru anlayış+iyi ahlak+ doğru konsantrasyon


     Doğru anlayışla uygulanmayan her türlü ruhsal araç bir oyalanma ve dolayısıyla acı getirir. 22 defa 10 gün... Hakikat hakkında rap yaparken direğe toslayıp ölümden dönmek... Bu kadarı bile insana çok şey anlatıyor. Resmen evren konuşuyor; ona ve hepimize diyor ki:

     Bu anda sonsuz olasılıklardan oluşan 2 yön var. Yalnızca 2 yön. Rüyanın yönü ve hakikatin yönü. Hangisinden gitmek istiyorsun?

     Diğer taraftan en hata gibi gözüken seçimler bile bizi çeşitli acılara batıp çıkardıktan sonra doğru yöne sevk edecektir. Çünkü evrim geçici düşüşleri olan daimi bir yükseliş olarak dizayn edilmiş.

     Şimdi yaptığımız her seçimi, kullandığımız her ruhsal aracı baştan ele alıp sorgulayalım. Neden? Nasıl bir anlayıştan onları kullanıyoruz?

     Mesela 1000 kere bir duayı ya da mantrayı mı tekrar ediyoruz? Neden? Bunu yaparken ne hissediyoruz? Bir aracın bizi kurtarmasını, yükseltmesini mi bekliyoruz?

     O dua ya da mantranın içinde en yüksek hakikatin bir izi, frekansı mavcut mu? Onunla babğlantı kurabiliyor muyuz? O hakikatin güçlü çekimine kapılıp teslim olabiliyor muyuz?

     Yoksa zihinle ve bedenle o araca manasız bir tutunuş mu sergiliyoruz?

     Tüm seçimlerimize, tüm ruhani araçlarımıza bakalım, ince ayarı yapıp aynı aracı kullanmaya devam edelim ya da o ince ayar sonrasında belki de 20 senedir yaptığınız yogayı-duayı-ritüeli bırakıp başka bir yoga türüne, başka bir ruhsal araca geçiş yapmak isteriz... kim bilir...

     Başından beri bildiğim amaç bu yazı dizisi için bu noktaya kadardı: NOKTA.

     Amacım tüm yaşam boyu bütüne hizmette olmak ve ona konulabilecek bir nokta yok. Ölüm bile nokta değil.

     Başka yazılarda, başka derin konularda, başka yaşamlarda kucaklaşmaya devam. Vipassana yazı dizisi şimdilik burada bitti.

     Aşk olsun, Aşk oldu Hu


---

     Bizden kısa haberler:

     Şu an Güney Goa’dayız. Maya kara kalem çizim kurslarına gidiyor. Birlikte sörf öğreniyoruz. Yuuka bazı ruhani seremonilere katılıyor.

     6 martta evlilik yıl dönümümüzü kutlamak üzere, evlilik teklif ettiğim ve ruhani olarak evlendiğimiz Rishikesh’e doğru bu pazar yola düşeceğiz. 33 saat tren yolculuğu...


    Maya doğru anlayışla doğru bir yönde akışta. Okulda. Bu onun okulu.


Monday, 17 February 2025

88. Vipassana Yazı dizisi 6. Tekniği anlatıyorum

 



     Aydınlanmış bir üstadın söylediği, aydınlanışın sırlarını taşıyan, orijinal bir kelimeyi, o orijinal frekansında söylemek ve duymak iyi geliyor: Anicca.

    (Okunuşu Anit.ça)

    Anicca, Goutama’nın Buddha olduğu hayatında kullandığı, Pali dilinde bir kelime.

     Anlamı: Her şeyin geçiciliği, var oluşun geçiciliği.


     Bu biliş hali, kişinin ruhaniyetinin merkezindeyse, hangi dinden, hangi okült kolundan yürürse yürüsün ruhsal gelişimi gerçek ve güçlü olacaktır. Çünkü bu biliş insanı inanç üstü bir yöne, en yüksek hakikate doğru çeker.

     Her şeyin geçiciliğini yaşam bizlere öğretiyor. Biraz gözlem yapabilen biri, ister gökyüzüne baksın, ister yeryüzüne her şeyin her an geçmekte olduğunu fark edebilir.

     Her şeyin her an geçmekte olmasına = her şeyin her an değişmekte olduğu da denilebilir = her şeyin her an dönüşmekte olduğu da denilebilir.

     Geçiş bir halin bitmesi başka bir halin başlamasıdır.


Sıcak geçer, serin gelir.

Acı geçer aşk gelir.

Mutluluk geçer, anlayış gelir

Fiziksel görünüşler geçer, ölüm gelir, doğum gelir

Yol geçer, ruh gelir

Ben geçer, biz gelir

Bir an Aşk içer, O an Aşk olur


     Bu sürekli geçişi, yani sürekli değişimi-dönüşümü bilmek, kabul etmek acıları yaratan tepkiselliğin, bırakılmasında bir numaralı ilaçtır.

     Vipassana tekniğinde ilerlemeden evvel biraz bu bilinci geliştirmek üzerinde çalışmak faydalı olur.

     Yolda yürürken bu bilişi duyumsamaya adayın 5 dakikanızı. Yürürken terlediniz mi? Geçecek.

     Gürültülü bir yere mi denk geldiniz? Geçecek.

     Bir kuş, şarkısını söyleyerek yanınızdan mı geçti? İçiniz mi havalandı? Geçecek.

     Anicca Anicca Anicca

     Güneş derinizi mi deliyor? Geçecek.

     Rüzgar mı okşuyor? Geçecek.

     İnsanlar mı var çevrenizden geçen? Geçecek.

     Bedeninizdeki kanın akışını mu duyumsuyorsunuz, kalbinizin atışını mı duyuyorsunuz? Geçecek.

     Her AN, içindeki her şeyle birlikte geçmişe doğru kayıp geçiyor. Bu An’da olan ve sonsuzluk boyunca bu anda var olacak olan tek şey HAKİKAT-YARAT’AN. Gelip geçici olan her şey O’nun uyku halindeki parçalarının rüyaları; biz insanların rüyaları.(Kast edilen gece rüyası değil)

     5 dakikadır sokakta yürümekte olan BEN de gelip geçmekte. Hey şey yerini yeni bir şeye; rüyanın yeni hallerine bırakmakta. Dönüp bakıyorum ardıma ne yürüdüğüm yol aynı yol, ne o yolu yürümüş ben aynı ben, ne o yolda karşılaştığım insanlar aynı insan... Ne annem, ne kardeşim, ne eşim ne kızım... Herşey ve her kes bu ana varana dek değişmiş. Hiçbir şey olmadıysa bile 5 dakika daha yaş aldım; yaş aldık ve bazı hücrelerimiz ölüp gitti. Bazı yeni hücreler doğdu.

     Ben artık yolu yürümeye beş dakika önce başlamış olan ben değilim; ya da 46 yıl; ya da dört yüz bin yıl evvel dünya yoluna düşen benle aynı değilim.  Mesela geçiciliğin farkındalığında geçen bu beş dakika sayesinde bu anda 5 dakika öncesine göre daha huzurluyum, daha dinginim... 

     Fark edilmese de hakikate temas edilen her bilinçli an kalıcı bir ruhsal gelişimdir.

     Bilemesem de biliyorum ki 5 dakika öncesine göre ruhumun bilgeliğini daha büyük ölçüde taşımaya hak kazandım... Neler değişti o beş dakikada...

     Beş dakikayı bu bilgiyi aramakta, bulmakta, yaşamakta geçirin. Bu beş dakikayı hissederek, anlayarak geçirin.

     Huzur doğacak. Her şeyin geçiciliğini fark etmiş olmanız aynı zamanda hiçbir şeyi kontrol edemeyeceğiniz bilincini doğuracak. Bu farkındalık ile Büyük Ruha, Tanrı’ya, Onun sonsuz büyük planına teslim olacaksınız. Huzur bu teslimiyetten geliyor.

     Yemek yaparken beş dakikanızı bu bilinç haline ayırın. Çorbayı karıştırıyorsunuz, acele duygunuz var. Terlemişsiniz. Aklınız çorba dışında her şeyi düşünüyor. Uyanın! 5 dakikayı uyanık geçirin. Andaki tüm hisleri, tüm görünen ve görünmeyeni, her şeyin geçiciliğini fark ederek gözlemleyin, yaşayın; yemeği an ve an bu farkındalıkla pişirin. Her his sürekli geçiyor.

     Yatağa yattığınızda uykuya dalmadan önceki beş dakikayı bu farkındalığa ayırabilirsiniz. Sırt üstü uzanmışsınız. Nefesiniz nasıl? Bedeniniz? Ağrı mı var, düşünce mi, duygu mu? Nasıl hisler ve bedenin nerelerinde ? Her şeyin geçiciliğiyle dinlerken, uyku haline geçin. Uykuya düşmeyin, uykuya geçin.

     Sonra bu beş dakikaları sıklaştırın. Her neredeyseniz ve ne yapıyorsanız beş dakika bu bilinç halini yakalayın, yaşayın.

     'Her şeyin geçiciliği' farkındalığı varlığınızın merkezine oturduğunda, dikkatiniz de yeterince keskinleştiyse vipassana için hazırsınız.

     (İşte tam da bu sebepten ötürü gidip yerinde yaşayarak 10 günlük bir Vipsassana inzivasında öğrenmenizi tavsiye ederim. Çünkü 10 günlük vipassana inzivası hem dikkati geliştirecek, hem herşeyin geçiciliği bilincini güçlüce getirecek, hem ahlakınızın en saf noktasında kalmanızda size uygun alan olacak Daha ne olsun. Vipassanayı öğrenmek ve deneyimlemek için ideal ortam, ideal koşullar.)

     Böyle bir kursa gitme olanağını bulamıyorsanız, bu yazı dizisi faydalı olacak. Okuyup, en azından artık Vipassananın ne olduğunu ya da olmadığını biliyorum diyebilirsiniz. Belki birkaç kişi tekniği yalnızca bu yazı vesilesiyle de öğrenebilir.

     O fırsatı bulduysanız ve 10 günlük vipassana inzivasına gidecekseniz, bu yazı size hazırlayıcı olacaktır.


     Vipassana tekniği:


     Vipassana meditasyonu, keskin bir dikkatle ve her şeyin geçiciliği bilişiyle, bedenin zerrelerini belli bir sırayı takip ederek gözlemlemek şeklinde gerçekleştiriliyor.(Belli bir sırayı takip etmek acemilik süresince gerekli)

     Sıra şöyle başlıyor: Kafa tasınızın tepesinde ve biraz geride kalan, yumuşak nokta (bıngıldak) olarak bilinen yerden başlarsınız hisleri dinlemeye. Nasıl hisler var? Titreşim, gıdıklanma, ısınma, batma, genleşme, daralma vb.? Yavaş yavaş dikkatinizi kafatasınızın farklı bölgelerine -ama içeri girmeden, yüzeyde kalarak- yönlendirip, bölge bölge yüzeydeki hisleri dinlersiniz. Bir his duyumsayana kadar dikkatinizi çevirdiğiniz bölgede zaman geçirmeniz gereklidir. Hisler her an her zerrede bollukla var. Bir bölgeden his duyamıyorsanız dikkatiniz o bölgeyi delip geçmeye yetersiz demektir. O bölge diğer bölgelere göre daha perdeli, daha kalın, ulaşılması daha zor olabilir; daha keskin bir dikkate gerek olabilir.

     Zaman zaman Anna Panna ve ya benzeri dikkat geliştiren meditasyonları uygulayarak dikkatinizin keskinliğini hep koruyun ve arttırın.

     Diyelim dikkatinizi geliştirmişsiniz ve onu bir büyüteç gibi çevirdiğiniz her bölgeden hisler duyumsuyorsunuz. Bu hisleri duyumsarken onların geçiciliğini de aynı anda biliyor olmanız gerekli. Bu biliş hali hiç kaybolmamalı. Size keyif veren hisler ortaya çıkabilir. Mesela başın üstünü dinlerken oradaki güçlü enerji merkezinden ötürü ruhla bağlantınızı fark etmenin neşesi, coşkusu ve ya gizemli karıncalanmaları gelebilir. Ortaya çıkan hisler ne kadar hoşsa da tutulmayın-tutunmayın. Hatırlayın geçecekler. Ya da yine başın üstünü dinlerken, basınç, sıkışma, daralma gibi rahatsız hisler duyuyorsanız, belki ruhunuzdan kopmuş, ayrılmış, dünyada yapayalnız ve yabancı kalmış hissediyorsanız, bu da geçecek.

     Hatırlayın her türlü his sizin geçmiş boyunca ürettiğiniz tepkisel enerjilerin beden zerrelerinize yansıyışı. Tüm yapmanız gereken yakınmadan, yalvarmadan, kendinize acımadan, kaçınmadan, kovalamadan, her nasılsa o hisleri geçiciliklerini bilerek izlemeniz.

     Bir hissi fark edip dinledikten sonra, o his bitmiyorsa, dinmiyorsa, sonuna kadar beklemenize gerek yok. Uzun süre aynı noktada kalmanız sizi uykuya çekebilecek, hatta hissizliğe çekebilecek bir şey -acemilikte-. Bir his duyumsadıysanız birkaç saniye ya da en fazla 1-2 dakika hissedin ve geçin. Ustalıkta ise ne kadar gerekiyorsa o kadar süre o minik nokta üstünde duracaksınız, bekleyeceksiniz; perdeler katmer katmer kalkacak ve uzun süre saklı kalmış olan acı görünecek.

     Kafatasınızın her yönünü yüzeysel olarak dinledikten sonra, parça parça yüzünüzdeki hisleri dinleyin. Her parçadan bir his alana dek bekleyin. Bir hissin doğuşunu beklerken

     “Haydi yavrum titreşim, haydi ver elektriği gibi” egosal olan arzuya düşmemeye gayret edin. Düştüyseniz kalkın. Bir hissin doğmasını dilemeyin. “Hadi ama artık bir his bile mi olmaz, hadi hisler gelin bana...”, demeyin. His zaten doğacak. Çünkü doğa böyle. Sizin arzu etmenize, yalvarmanıza, daha fazla egosal tepki enerjisi-ACI yaratmanıza gerek yok.

     Ah evet, yanlış kafayla yapıldığında meditasyon bile ACI yaratır!!!

     Sıfır noktasında oturuyorsunuz: YALNIZCA ŞAHİTSİNİZ!

     Bir bölgede hissi bekleme süresi 1-2 dakikayı geçiyorsa ısrar etmeyin ve komşu bölgeleri tarayarak devam edin.

     Alnınız, şakaklarınız, teker teker kaş ve gözleriniz, yanaklarınız, kulaklarınız. Ağzınız, diliniz, damağınız, dudaklarınız, çeneniz, boynunuzun önü, arkası, yanı...

     Böylece başınızın tamamını yüzeysel olarak dinlemeyi bitirdiniz ve omuzlarınıza kadar geldiniz. Bir omzunuzu üstünden başlayarak dinleyin. O taraftaki kolunuza geçin. Kolun her yönü, dirsekler, bilekler, parmaklar, avuç içi, el üstü, hatta tırnaklar. Teker teker hisler alarak bölge bölge ilerleyin. Sonra diğer omzunuz ve diğer kolunuzu aynı şekilde bitirin.

     Sonra bütün sırtınızı, koltuk altlarından kalçalara kadar yanları, sonra bedenin ön yüzünü, sonra cinsel organı ve çevresini, kalçaları, bacakları teker teker her bir ayak parmağına dek.

     Böylece başınızın üstünden ayak tabanlarınıza dek bir tam tur yüzey taramasını yaklaşık 30-40 dakika içinde gerçekleştirmiş olacaksınız.

     Sonra başa geri dönün. Baştan başlayın. Daha önce his alamadığınız yerler var idiyse yavaş yavaş o bölgelerde biraz daha uzun kalıp dinleyin. Sonunda bedeninizin yüzeyinden his alamadığınız bir bölge kalmayacak.

     Amaç beden zerrelerini dinleyerek ruh katından gönderilen geçmiş yansımalarına nasıl bir hisse dönüşüyorlarsa öyle şahit olmak. Mesela vipassana esnasında bir yerinizde ağrı mı başladı; dinlemeyi o ağrıyı iyileştirebilmek isteğiyle yapmayın. O ağrıyı tanımak için dinleyin. Saf doğasına şahit olmak için dinleyin. Ancak böyle saf ve beklentisiz bir dinleyiş, şahit oluş, her şeyin geçiciliği bilinciyle yapıldığında o ağrıyı yaratan kök enerji çözülecek, geçecek, değişecek, dönüşecek.

     Herhangi bir şahit oluş değil bu; her şeyin geçiciliği bilişiyle gösterilen bir şahit oluş! Ancak böyle bir şahit oluş o zerreye yansıtılan geçmiş acının çözülmesine, daha güçlü ruhsal-kutsal enerjiye dönüşmesine, dolayısıyla kişinin giderek aydınlanmasına ve bilgeleşmesine izin verir. İlk 5 yazıyı okumuş olanlar bu bilginin bilmem kaçıncı vurgulanışını ve dolayısıyla önemini artık daha iyi anlayabiliyordur.

---

     Tepeden tırnağa bir tur dinlediniz kendinizi. Dilerseniz, vaktiniz varsa, meditasyonu sonlandırmayın ve ikinci bir tur daha dönün. Bunu kuvvetle tavsiye ederim. Çünkü ilk seferde his alamadığınız bazı bölgelerden ikinci taramada hisler duyumsamaya başlayabilirsiniz. 

     Her turda yavaş yavaş hızlanacaksınız. Bilmem kaçıncı turdan sonra bir farkedeceksiniz ki, küçük küçük dinlediğiniz bölgelerin hisleri birleşmiş ve bir büyük alan hissine dönüşmüş.

     Mesela omzunuzun üstü ve parmaklarınızın ucuna dek kolunuz. Bu hissel birleşim tarama hızınızı giderek arttıracak. O birleşen alanlardaki eneji size “serbest akış” hissini verecek. Orada enerji serbestçe akıyor. Onu duymak çok kolay ve çok süratli. Serbest akış alanlarını hızla tarayıp geçin ve daha zor his aldığınız alanlarda biraz daha vakit geçirin.

     Kimi zaman arşivden çok derin bir acının yoğunluğu gelecek. Bedeninizin dinlemekte olduğunuz bölgesinde açılacak. Örneğin bıçak delmesi gibi bir batma, böbreğinizde. O kadar yoğun ki, onu daha önce ortaya çıkışlarında o kadar dinlememiş ve baskılayıp kapatmışsınız ki şimdi bu son gücünde kendisini ortaya çıkarttığında çığlık atmak istiyorsunuz. Off nasıl acı hem de yok yere... Diyorsunuz benim böbreğimle problemim yok. Bu neyin ağrısı?

     Bilmiyorsunuz arşivden inen enerji nedir, nasıl hikayelerde doğmuştur. 

     Neyse ne...! 

     Kendisini böbreğinizde acı olarak ifade ediyor ve bu sizin bu anda anlayabildiğiniz dil. Teslim olun. Teslim olun acıya. Geçecek. ...ve geçtiğinde; artık herşeyin geçiciliğini Vipassana'dan içsel bir deneyim olarak öğrenmiş-kazanmış olacaksınız. Bu varlığınızın derinliklerine dek işleyen bir kazanç. 


     Bizzat Vipassana'da acıyla yaşadığım bir deneyim:

     Son vipsassana seferimde ikinci gün başlayan ve sekizinci güne kadar büyüyen fiziksel bir ağrım oldu sırtımın bir noktasında. Onu olduğu gibi dinledim; sekizinci güne dek defalarca kez ve uzun saatler boyunca. Sekizinci sabah yağmur yağıyordu. Hava karanlıktı. Toplu meditasyon salonunda yerimi aldım. Gözlerimi kapattım. Yağmurun sesini duyabiliyordum. Yağmurun sesi bir şekilde meditasyonumun içsel deneyimiyle birleşmiş, bir olmuştu. Bedenimin her bölümünde serbest bir akış vardı; bir tek o acıyan nokta dışında. Bir tek orada akmıyordu eeneerjim. Sanki nehrin ortasında kalmış iri bir kaya parçasıydı. Bütün beden enerjim onun etrafında akıp duruyordu; bir katılık oydu. Acı öyle büyük bir seviyeye ulaşmıştı ki artık herşeyin geçiciliğini bilmek bile yardım etmiyordu. Geçecek ama ne zaman geçecek? Neredeyse isyan edecek içim. Öyle kederlenmişim... Hakketmediğim birşeyi yaşıyorum duygusu da orada...

 Yağmursun sesi... her bir damlanın sesi aynen matrix filmindeki aşağı doğru düşen bilgisayar kodları gibi birer farkındalık zerresine dönüştü. Daha doğrusu bilincim yağmuru kopyaladı da varlığımın içini yağan bir yağmur gibi dinlemeye başladı. O zaman akan nehir ortadan kayboldu. Her zerreye bir yağmur damlası düştü. O kayanın en iç en sert yerlerine kadar nüfus edebilen , durdurulamaz güçte bir dikkat yağmuru... Kayayı delik deşik edip her zerresine indi ve o sırada bütün bedenim tarifsiz bir hazla titredi. Bütün beden, serbest akış halini aldı. Sert-katı olan hiç bir şey kalmamıştı. Göz yaşlarım da kendiliğinden akıyordu. Durdurmak için hiç birşey yapmadım. Akadurdular... Acı hazza dönüştü, aşka dönüştü.

     Bilmem kaçıncı turun sonunda, bilmem vipassananın kaçıncı gelişim basamağında, artık bedeninizin iç bölgelerine dikkatinizle girebileceksiniz. Kalbinizi, akciğerlerinizi, böbreklerinizi, bağırsaklarınızı, beyninizi, tüm iç organlarınızı ayrı ayrı dinleyebileceksiniz.

     Vipassananın kaçıncı saatinde ve basamağında olacaksa artık bedeninizin içi ve dışı bir bütün serbest akış alanına dönüşecek. İşte o vakit egonuzda da bir çözülme olacak. Bir parçanız ölecek. Onu uğurlayacaksınız. O parça görevini tamamlamış olan acı benliğiniz-egonuz. Sonra hiçliğin içinden, yeni bir ben olarak, tanımlanmaya ihtiyaçsız, daha güçlü, daha parlak, daha ışıktan bir ben olarak çıkacaksınız.

     Daha önceki yazıda dediğim gibi, ölmeden ölme ve özbenliğine uyanma durumunu Tanrı insana nasıl yaşatacak bilemeyiz. Bu ille vipassana ile olacak diye bir şey yok ama vipassana ile olacaksa...O 2500 yıl öncesinden gönlüne ekilmiş bir ışık tohumu ve şimdi uyanıyor: Anicca.


     Not:

     Takip eden yazı Vipassana yazı dizisinin son yazısı olacak.

     Vipassana hakkında sorularınız olursa lütfen çekinmeden fb yorumlarda sorun. Ben de biliyorsam cevabı orada veereyim. Ki bu bilgi akışından başkaları da faydalanmış olsun.

     Not:


     Türkiye'de yalnızca bir tane Dhamma Vipassana merkezi var ve çok yoğun.

     Ülkelerdeki merkezleri, o merkezlerdeki yıllık programları ve başvuru formlarını bu sitede bulabilirsiniz.

     Başvuru İngilizce olsa da  bir çok ülkenin merkezlerinde Türkçe çeviri kasetleri mevcut ve eğitim Türkçe olarak da veriliyor. 


https://www.dhamma.org/en/index








Sunday, 9 February 2025

87. Vipassana Yazı Dizisi 5 - Tepkiler

 



     Önceki 4 yazının toplam özetiyle başlayalım sonra da tepkilerin doğasına daha yakım çekim bakalım:


     İnsan kendisi olduğunu sandığı düşük-yüksek-iyi-kötü-zayıf-güçlü bir imaja inanıp, onu korumaya ya da güçlendirmeye çalışırken, bir şeyleri sürekli arzu ederek kovalamak, bir şeyleri sürekli red ederek kaçmak ya da savaşmak şeklinde, fiziksel-duygusal-zihinsel, tepkiler verir. Bu tepkiler asla tatmin olmayacak bir egonun kaşıntısı, mutsuzluğun sebebi ve tüm acıların kaynağıdır. Tepkisel yaşam acı doludur. Doğmuş hiçbir tepkinin enerjisi yok olmaz; ruhun bir boyutunda arşivlenir ve dünya hayatında onu tetikleyen olaylar tekrarlandıkça, karıncalı bir tv ekranına benzettiğimiz- beden denilen kalapalar bütünlüğü üstünde (atom altı zerreler bütünlüğünde) ortaya çıkar. Böylece bedensel-duygusal-zihinsel acı duyumsanır hala gelir.


     Tepkiler bu üç boyutta ortaya çıkar: Fizik, duygu, zihin boyutları


     Fiziksel tepkiler

-Beş duyu organımızın fiziksel dünyayla etkileşimi sonucunda keyif veya acı veren şeylere karşı üreyen arzulama veya kaçınma tepkileri.


     --Fiziksel Kaçınma:

     Kişinin yanına otobüste kötü kokan biri oturmuş. Arşivden gelen etkiyle tiksinme hissinin frekansı açılmış ve bedenin farklı yerlerindeki kalapalar üzerinde fiziksel hisler ortaya çıkmaya başlamış.

     Tiksinme, mide bulantısı, yukarı doğru tırmanan bir sıcaklama hissi, terleme, alında soğuk ter. Yani beden farklı hislerle dolup taşıyor o an. İnsan kokuyu ve ona karşı varlığında doğan tepkileri, kendi içinde olduğu gibi dinleyebilirse hepsinin geçici olduğunu, kendisi üzerinde kalıcı bir etkiye sahip olmadıklarını fark edecek ve bu zorlayıcı hisler giderek daha etkisiz hale gelecek. Yeni bir tepki üretilmemiş olacak. Arşivden inen geçmişin tepki frekansı ise bu kabul dolu izleyiş sonunda azalmış olarak arşive geri dönecek; belki de tamamen temizlenecek.

     Olana kabul gösteremeyen, tepkisel olan kimse, olmakta olanla savaşacak ve olmakta olanı bastırmaya çalışacak. O sıcaklık duygusunu gidermek için kendisini yelleyecek ya da camı açacak.

     Arşivinden gelen hislere yeni negatif düşünce, duygu ve fiziksel tepkiler yaratıp ekleyecek. İçinden adama küfür edecek belki; giderek daha negatif bir frekans yaratacak. Yarattığı frekans adamın aurasında farklı yerlere batacak. Kaçtığı halde fark etmeden adamla daha derin bağlanmış olacak.

     O kadar içsel olarak savaşmakta ki olmakta olanla; olana olduğu gibi şahit olmaktan o kadar uzak ki neredeyse kör ve sağır; bir iyi çalışan burnu sanki...


     Bu kadar kör ve sağır olmasaydı belki şöyle olacaktı olan:


     Kendi içinde uyanan hisleri dinledikten ve içsel dingin bir noktaya vardıktan sonra, kokan adamın utanç içinde olduğunu, her an kalkıp gidebilecek kadar rahatsız, koltuğunun ucunda oturduğunu görecekti. Belki ruhsal sevgiden ve şefkatten gelen olumlu bir etkiyle ona merhaba diyecekti. Tanışmaları belki adamın hikayesini duymasına yol açacaktı. Adamın sezon işçisi olduğunu, işi bittiğinde kalacak yeri de kalmadığını, üç gündür sokakta yattığını ve yıkanmaya şansı olmadığını, aslında otobüste olmasının sebebinin bir iş başvurusuna gitme çabası olduğunu duyacaktı. Belki bu hikayeyi duyduğunda vicdanı uyanacak, içinden sevgi taşacak, bunun sonucu olarak: “kardeşim senin yıkanmaya ihtiyacın var. Gel seni bir hamama götüreyim” diyecekti. Belki gücü yetiyorsa ona bu yardımı yapacaktı ve onu daha temiz bir beden, tıraş ve kıyafetle iş başvurusuna uğurlayacaktı.

     Belki bu kişi sonra arayıp işe alındığı haberini verip teşekkür edecek; belki aralarında ömür boyu sürecek bir dostluk gelişecekti...

     Her zaman sayısız olasılıklar arasında seçimler yaparak ilerliyoruz. Farkındalığımız dışında gerçekleşen fiziksel-duygusal-zihinsel tepkilerimizin etkileri altında yaşarken bir çok güzel olasılığı ıskalıyoruz.

     Sadece burnumuzun aldığı kötü bir kokuya tepki vermemiz; bu tepkinin hayatımızı yönlendirmesine izin vermemiz, karmayı dönüştürme ve bütünün hayrına bir hizmette bulunma şansımızı elimizden alabiliyor.

     Bir tarafta ufak tefek bir organ-BURUN. Diğer tarafta ufak bir dokunuşla değiştirilebilecek bir insan hayatı... ki o hayatı değişen insan da nice insanların hayatlarına güzel dokunuşlarda bulunacaktır; olumlu etkiler geleceğe doğru bir çığ gibi büyüyecektir.


     --Fiziksel Arzulama:


     Kişinin o kremalı tatlıya duyduğu şehvet... Ah gün boyunca aklından çıkmadı belki... Tüm gün devam etti. Zayıflamak için gayret ediyor ve bu tatlıyı yemeye kendisine izin vermeyecek. Kendisini durdurması ve yememeyi başarması geçici bir zafer.

     O şehvet sürekli ortaya çıkacak. Kişi arşivden inen şehvetin frekansını ve kalapalarda uyandırdığı fizisel hisleri dinlemediği sürece, o tekrar tekrar geri gelecek. Onu dinlemeli insan. O şehvetin yangını kalapalarda ifade ediyor kendini. Bedenin orasında burasında bir yanma duygusu ortaya çıkıyor. Mesela şehvetin ortaya çıktığı anda parmakların arasında egzama kaşıntısı gibi yanan bir kaşıntı... Bedenini dinlemeyen kimse, fiziksel-duygusal-zihinsel hislerin kalapalar üstünde ortaya çıkışına şahit olamaz. O arzu ile bağlantılı tüm hislerin, duygunun ve varsa düşüncelerin birlikte dinlenmesi, o güçlü arzudan kalıcı olarak özgürleşmenin yoludur.

     Dinlemez ve tepki verirse insan muhtemelen şöyle olur: Parmaklarının arasını fark etmeden kaşıyarak o yakıcı kaşıntıyı gidermeye çalışır. Aynı zamanda tatlıya olan ihtiyacı unutmak için zihnini oyalayan bir şeyler yapmaya çalışabilir. Mesela televizyon izlemek, aptal bir telefon oyununa birkaç saat yapışıp kalmak... Böylece şehvetli istek hiçbir yere kaybolmadığı gibi artan bir dozajda arşivdeki yerini alır.


---


     Ateşin üstünde yürüyen, buzlu suyun içinde saatlerce oturabilen, 40 gün su orucu tutabilen kimseler var. Onların süper güçleri yok. Sadece kendilerini fiziksel hislere tepki vermeden izleyebilmek üzerine eğitmişler. Bu kadar.


     Fiziksel hislere tepki vermemenin yolu o hislere teslim olmak. Sıcaksa sıcak, soğuksa soğuk, acıysa acı, hazsa haz; Bastırmak yok, yok saymak yok, kaçınmak yok, abartmak yok, daha azı veya fazlası için savaşmak yok. Yüzleşmek, kabul göstermek, sıfır noktasında gözlemci olmak var. Geçici. Hepsi geçici. ANİCCA : her şeyin öz doğası: GEÇİCİLİK.


     Duygusal ve mental tepkiler


     Egomuzun olaylarla etkileşimine göre, öfke, nefret, korku, keder gibi negatif değerde duygular ve sıkıntıyı çoğaltan düşünceler şeklinde açığa çıkarlar.


     Örneğin restorandasınız, yemek siparişi verdiniz. Sizden sonra gelen bir müşteriye sizden önce yemek servisi yapıldığını gördünüz. Ego-benliği hemen ajite olur.

     Yüzeyde üreyen bir düşünce: Bana haksızlık yapılıyor. Beraberinde yükselen öfke duygusu.


     Olay o ya; bir kişi daha gelmiş sizden sonra ve ona bile yemeği servis edilmiş...

     Daha derin seviyede egonun tepki gösterdiği gerçek durum: Değerim bilinmiyor-Hakkettiğim değer, bana gösterilmiyor. Kıymetli varlığım (kimliğim) garson tarafından önemsiz bir çöp gibi köşeye atılıp unutuldu. Öfke, tiksinti, gurur, kibir... Beraberinde kalapalarda rahatsızlık duyuran fiziksel hisler...

     Oysa ortaya çıkan bu duyguları izleyebilse insan, şahit olabilse tarafsızca; bastırmadan-yok saymadan ve de dışarıya saldırmadan-dışarıya yansıtmadan; insan böyle izleyebilse, bu geçici asidik duygular sönüşecek. Ruhun bilge ve sevgi olan tarafı ortaya çıkıp kendini insancaifade edebilecek.

     “Pardon garson Bey. Neden benden sonra gelenlere benden önce yemek servisi yaptığınızı merak ediyorum. Bilgilendirir misiniz?

     Cevap: Efendim onlar günün menüsünde olan, hali hazırda mevcut olan yemeklerden istediler; siz ise baştan hazırlanılması gereken ve pişmesi vakit alan bir yemek istediniz. Sizi bilgilendirmediğim için özür dilerim. Yemeğiniz birkaç dakika içinde sunuma hazır olacak.

     İnsan duygularını kontrol edemezse o garsonla kavga da eder, olay da çıkartır, tabak da kırar, polis bile gelebilir.. olaylar nerelere varabilir...

     Sabah işine gitmek için evden çıkıp da evine bir daha dönemeyen insanlar var... Trafikte kavga etmiş... Bu son kavgası olmuş...

     Zihin, duyguların hizmetinde onlarla doğru orantılı düşünceler üretip durur.

     Örneğin “garson neden bana hizmet etmiyor. Benim etnik kökenimi anladı...” Aslında bu yemeği bana getirmeyerek taaaaa atalarıma kadar küfür ediyor...”


     Öff ne yazar kafa... Kafa neler yazar...


     Tabii bütün o duygusal ve düşünsel yoğunluk yaşanırken aynı zamanda kalapalar üzerinde birçok fiziksel his doğar. Acı, ağrı, kaşıntı, soğuk sıcak vb. Hepsi arşivden inenlerin ifade şekilleri.

     Yeni tepki ve eski tepkinin enerjileri birleşir, büyür, katlanır, çoğalır ve tetikleyici olayın geçişiyle birlikte arşiv katında yeni yerini alır. İnsanın fiziksel-duygusal-zihinsel acıları katlanarak artar. Öfke katlana katlana büyür. Üzüntü, nefret, kıskançlık, korku; fiziksel ve zihinsel rahatsızlık hisleri katlanarak büyür. İnsanın materyal boyutun zevklerine tutkusu katlana katlana büyür.

     Bu acı birikimi ile onun geçici doğasını anlayarak yüzleşmek, ona kabul göstermek onun çözülmesinin yoludur. Geçmişin tüm acı birikimi çözüldüğünde geriye kutsal benliğini bilen ruhani bir üstad kalır.


     Ruhani Kurtuluşun Sayısız Yolları:


     Arşivdeki acı birikiminin bütünü, birdenbire varlığımıza dönmüyorsa, hepsini bir kerede görmüyorsak ve duyumsamıyorsak bu ruhumuzun bizi korumasından ötürüdür. Bütün geçmiş yaşamlarımızın ve de yaşamakta olduğumuz bu hayatın geçmiş yıllarının toplam acısıyla bir kerede yüzleşmek; bunun yok ediciliğinden geçmek çok zor. İmkansız değil ama çok zor. İçsel yüzleşmenin kademe kademe yaşanması, en yumuşak bir aydınlanma yoludur.


     Bu içsel yüzleşme, ne zaman, nasıl, ne koşullarda gelecek; ne derece zorlayıcı ya da kademe kademe olacak bilemeyiz.


     Belki kimi insan uykusunda kolaylıkla ulaştırılır o yüzleşmeye. Belki o kişinin Vipassana’ya, şamanik seanslara ya da ayahuascaya ihtiyacı yok; belki olduğu yerde ve şimdi zaten Tanrı onu geceden geceye, uykudan uykuya kendi acı birikimiyle yüzleştiriyor ve arındırıyor.

     Belki bu yüzleşme gece rüyalarında değil de gün boyu yaşadığı zorlu karmik karşılaşmalarda ortaya çıkıyor...

     Başka biri, kaderi öyleyse, şamanik bir trans halindeyken acısının büyük bir katmanıyla yüzleşiyor.

     Kaderi öyleyse, karması buna izin veriyorsa belki Ayahuasca gibi kutsal bir bitki ilacının etkisi altındayken içsel acısının içine daldırılıp çıkartılyor.

     Belki Bir kristali ya da bebeği ellerinde tutarken; insan farkında bile olmadan içsel acısıyla yüzleştirilir.

     Ya da belki sema dönerken, kendisine en iyi gelen meditasyon tekniğini uygularken...

     Artık ne sertlikte bir operasyondan geçirilerek, ne kadar sürede vuku bulacaksa- 100 hayat mı-10 dakika mı-bir saniye mi... Sonunda her şeyin geçici olduğu bilinci uyanacak.

     Sonunda arşivlenmiş tüm acı enerji frekansları kabul edilip bırakılacak.

     Tanrının bizleri şifalandırmak ve dönüştürmek için kullandığı sayamayacağımız kadar yolu ve yöntemi vardır. Hatta asla bilemeyeceğimiz yollar ve ilaçlardır onlar.

     Belki bir güneş patlamasının güçlü enerji dalgası dünyaya vurduğunda, bir anlık bir kendinden geçiş esnasında olur. Hatta belki kaza sanılan bir düşme-bayılma esnasında... Öldü denilen kısa bir anda?

     Bunu bize nasıl yaşatacağını bilemeyiz. Şunu bilebiliriz ki, ruhsal kurtuluş yolunda seçtiğiniz araç vipassana meditasyon ise, yani bunu kalben istiyor ve bilinçli olarak seçiyorsanız o zaman geçmişinizin enerjisine bedensel zerrelerinizin ekranında şahit olmaya karar vermişsiniz demektir.

     İçsel yüzleşme, insanın ruh arşivinde sakladığı bütün acı frekansıyla, yani bütün geçmiş tepki enerjisiyle yüzleşmesi ve kabul göstermesi bu yolla da onu bırakması ve aydınlanmasının yoludur.

     Pek tabii bu aydınlık yolu aydınlık bir ahlak ve saf bir vicdan sergileyenler yürüyebilir. İnsan isterse bin kere Ayahuasca içsin, bin kere DMT patlatsın, 1000 saat vipassana yapsın; ne faydası var iyi ahlakı ve şeffaf vicdanı seçmediği sürece. Çünkü vicdansız ve dolayısıyla ahlak yoksunu her davranış egomuzun hizmetinde bir tepkidir ve acının üremesi-çoğalması demektir. Ateşi söndürmek istiyorsa insan önce odun atmayı bırakmalıdır. Evet bu bir seçim.

     Bu noktada, yumurtamı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan paradoksu var.

     Ruhsal arayış yolunu yürümeyi seçenler mi aydınlanır? Aydınlanmaya içten başlayanlar mı ruhsal arayış yolunu yürür?

     Bu ikilikten, bu soruyu bırakarak çıkmalıyız. İkisinin de aynı anda, bizim şu anda anlayamayacağımız şekilde doğru olduğunu kabul edebiliriz.

    Sonuçta yumurta da tavuktan çıkar tavuk da yumurtadan...

     Henüz ruhsal bir arayış yolunu yürümeye başlamadıysanız ve bunun eksikliği içinde olduğunuzu düşünerek kendinize stres veriyorsanız, bunu bırakın. Çünkü aydınlanmanız şimdi içeriden başlıyor ve Yaradan’ın sizi aydınlığa ulaştıracak bütün ilaçları şimdi içinizde mevcut. Yaradan şimdi sizinle içinizde çalışıyor; siz bilin ya da bilmeyin; anlayın ya da anlamayın; bu şimdi oluyor.

     Bir şey aramadıysanız bile bu ana dek, şimdi aydınlanmaktasınız an ve an. Yolunuz daha daha daha aydınlığa doğru, sürekli.

     Diğer yandan; uzun zamandır ruhani arayış yolundaysanız ve istediğiniz dingin huzurlu yere henüz ulaşamadığınız hissi ve acısı içindeyseniz; bunun sizin başarısızlığınız olduğu inancı ve acısındaysanız; bunu da hemen bırakın. Çünkü Yaradan sizi herhangi bir nefesinizde, yalnızca bir anda aydınlığa kavuşturacak sonsuz güçte ve bunun olması için çok yol gitmenize, çok şey denemenize gerek olmayabilir. Belki tüm yapmanız gereken tıpkı ölürken olduğu gibi gözünüzün kendiliğinden yumulmasına izin vermeniz; tıpkı ölürken ki gibi nefesinizi serbest bırakmanızdır. Belki o bir an- mucizeler olur.

     Şimdi yazıyı okuyanlardan bazılarının gözünü yumup mucizeyi beklediğini hayal edip biraz kıkırdıyorum. Gözünüzü açtığınızda bir şey değişmediyse ve bu satırı okuyorsanız siz de kıkırdayın. Mucizelerin bir zaman çizelgesi, ajandası yok. Mucize olmaya başladı bile ve ne zaman tamamlanıp görünür olacaksa o zaman olacak...


     Yine nerede kalmıştık? 5. yazının sonundayız. Vipassana. Amma Vipassana’ymış arkadaş gel gel gelemedi. Bin satır okudum. Bit bit bitmedi...

     “Tepkilerin acının kaynağı olduğu gerçeğini” bu satıra dek tekrar tekrar okumuşsanız ve eee “Vipassana” nerede diye soruyorsanız:

     İşte burada:


     Açın bir avucunuzu önünüzde. Ona doğru bakın. Sonra gözünüzü kapayın ve avucunuzu hissetmeye çalışın. Nasıl hisler hareket ediyor kalapaların üstünde? Bir titreşim mi? Kaşıntı var mı? Batma...


     Hiçbir şey hissedemeyenler 4. yazıyı birdaha okusun ve biraz Ana Panna meditasyonu yaparak dikkatini keskinleştirsin derim.


Dikkatiniz yeterince keskinse, içi hislerle dolup taşan bir el bulacaksınız.

Hisler an ve an değişecek.

Tepkisizce hissedin.

Bu iyi bir başlangıç.

Sonunda Vipassana başladı.




6. yazıda çok daha kısa olacak. Söz.




Aşk olsun Hu.


Friday, 31 January 2025

86. Vipassana yazı dizisi 4. +Sila-Samadhi-Panna+

 


Vipassana Yazı Dizisi 4


     Bu yazı dizisinin her bölümünde konu biraz daha yoğunlaşıyor ve okuyucu sayısının yarısı uçup gidiyor :D Galiba sonunda birkaç kişi kalacak... Ya da tek kişi . Aşk olsun. Tek bir kişiye bile bu bilgileri aktarabilirsem kalbim neşeyle dolar. Hatta şimdiden doldu bile.

     Annem okuyormuş. Çok sevindim. :)


     Önceki yazının özetini bir de bu yazının başında hatırlayalım:


     “Zihinsel olarak yarattığı kimliği; yani bir rüya olan Ego benliğini gerçek sanan, onu korumak ve genişletmek için sürekli bir şeyleri reddeden ve sürekli bir şeyleri arzulayan; sürekli arzuladıklarını kovalayan-tutan ve reddettikleri’yle savaşan, reddettiklerinden kaçan insan, bunu fark edene ve içinden çıkmak için doğru araçları kullanmaya başlayana dek acı içinde yaşar. EGO(rüya) düzleminde, tepkisel yaşam acı vericidir ve bu uyku halindeki her insanın realitesidir. Tüm insanlar daha sığ ya da derin bu uykunun ve rüyanın içindedir; öyle ya da böyle acı çekerler. Zenginler, fakirler; hastalar, sağlıklılar; güzeller, çirkinler; materyalistler, ruhaniyetin farklı derinliklerine dek her kes... Ruhani arayıştaki bir kimse için Yaradan’ın ulaşılmazlığı da asla bitmeyecek bir acıdır mesela. İnsan egosu ister ruhani ister materyalist bir şekil almış olsun, asla tatmin olmayacak, asla dolmayacak ve doymayacak bir boşluktur. Bir problemimiz olduğunu kabul etmeden onu çözmek üzerinde çalışamazdık: İnsanlık olarak ortak problemimiz, bir rüya olan egomuzu korumaya ve sürdürmeye çalışırken verdiğimiz tepkilerdir ve tepkilerin yarattığı içsel acı katlanarak çoğalır.


     Hele de her birimizin tepkilerinin yarattığı etkiler, birbiriyle karışıp dünya realitesini yarattığında... Onun adı kollektif acı.


     Dünyanın sonu gelmiş gibi hisseden ve böyle konuşan çok insan var. Çünkü ortak yaratımımız olan dünya realitesi alabileceği en çirkin, en kötücül, en karanlık, en hastalıklı halleri aldı. Düşülebilecek kadar derine ve dibe düşüldü. Çoğunluk kendi dışında birilerini işaret etmeye çalışıyor: “O sorumlu” demek için. “O ülke, O insan ya da gurup, o karanlık ya da şeytanlar; o acı kader ya da şanssızlık sorumlu”, demek istiyorlar.

     Bütünün pozitif dönüşümü için kendi pozitif dönüşümü üzerinde çalışanlarsa bir avuç insan. Dünyanın bütün nüfusuyla kıyaslandığında, evet bir avuç. Bu hiç kimsenin moralini bozmasın. Çünkü bir avuç bilinçli insan yeter bu dünyayı dengeye geri getirmek için; bütün yapılmış zararları dünyanın bedeninde ve kolektif bilincinde onarmak ve şifalandırmak için. Bu 10 yıl mı alır artık, 100 yıl mı, 300 mü? Süreç başladı. Yıl 1. Olumlu işaretler her yönde göründü.

     Bir avuç bilinci uyanmış insan yeter çünkü, dünya denilen ruhlar okulu bilinçlerin uyuduğu karanlık bir çağı arkasında bıraktı; bilinçlerin uyandığı bir çağa doğru da geçiş aşamasında. Bu büyük geçiş evrensel bir karar ve evrensel destek bizlerle. Bunu yıldızlara bakanlar biliyor. Daha da önemlisi bunu kendi kalbine bakanlar biliyor. O bir avuç insan evrensel bir orkestra tarafından yürütülüyor. Evet içinde bulunduğumuz dünya realitesine baktığımızda acı, acı, acı görüyoruz ama geçiyor, dönüşüyor. Eski ve hizmetini doldurmuş sistemler, düzenler yıkılıyor ve kolektif bilinç üzerindeki kontrolünü kaybediyor. Tekrar söyleyelim, bu bir kitap bilgisi değil. Bu yıldızlarda da kalplerimizde de böyle yazıyor.

     O büyük evrensel destek aslında günümüzden yüzlerce-binlerce yıl önce gelmeye başlamış. Peygamberler, rahipler, keşişler, mistikler olarak binlerle gelmiş ve kolektif bilincimize uyanışın tohumlarını bırakmışlar. “Cennet içinizdedir, kendinizi bilin” demişler. Ahlaklı ve vicdanlı olmanın öncelikle insanın kendine yaptığı bir iyilik olduğunu anlatmışlar. Namaz, zikir, sema, mantra, nefesle ve sesle içsel yolculuk gibi insana kendini bilmesi için araçlar, yollar yordamlar iletmişler; hepsi meditasyonun bir hali. Meditasyon zihni susturmanın ve Tanrısal olana-bütüncül hayra-hakikate-ışığa içsel olarak yönelmenin yolu. Bütüncül olan hayra içsel olarak yönelmek, egosal benlikten vazgeçemektir - ölmeden ölmektir. Bu yaşam eğitimini almak, bu içsel araçları kullanmak egonun insan varlığı üzerindeki kontrol gücünü giderek zayıflatır. İşte böylece ego kaynaklı tepkisellik acısı azalır ve bütüncül hayra yaklaşmanın içsel mutluluğu yükselir.

     Buddha o evrensel desteği getiren kutsal hizmetlilerden biri. Onu içsel aydınlanmaya ulaştıran teknik Vipassana meditasyon. Bu teknik insanlığa Buddha aracılığıyla iletilen bir kendini bilme aracı.

     Onun tanıttığı, acıdan çıkış yolunu ve vipassana meditasyonu az çok kendi içinde deneyimlemiş biri olarak naçizane anladıklarımı yazıyorum:


     İnsanın her bir zerresi (kalapa: atomdan da kat ve kat küçük) saniyede trilyonlarca kez yanıp sönen, bir an var olan, o aynı anda geçen ve yok olan bir doğaya sahip. Yani doğamızda geçicilik var. (O zerrelere kalapa; her şeyin sürekli geçici olan doğasına ise Anicca deniliyor.)

     Bütün deneyimler, bütün hisler, düşünceler, duygular, olaylar, oluşlar hepsi ortaya çıkıyor; zaman algımızda bir saniye ya da saat, gün ya da seneymiş gibi bir anlayış bırakarak geçip gidiyor.

     Örneğin çocuklukta yediğiniz bir dayak... O geçmedi mi? O şimdi ve burada olamaz. O olduğu an, oldu ve geçti. Devam eden ise dayak esnasında otomatik olarak ortaya çıkan tepkimizin, duygusal ve düşünsel titreşimi. Yani devam eden şey TEPKİMİZ. Peki bu tepki frekansını saklayan şey ne-neresi- o nerede? O ruhta bir boyut. Ana arşiv diyelim. Peki o enerji paketini görmemize-duymamıza-hissetmemize yarayan düzlem ne-neresi? Kalapalar; adeta bir ekran görevi yapan Zerreler-Beden-Zihin.

     Her kalapa yanıp sönüyor, geliyor gidiyor, var-yok. Bir an var olan ve aynı an yok olan o zerreleri, yayınla bağlantı kurmamış bir televizyonun karıncalı ekranı gibi düşünün. Yayın bir frekans bandıdır. Televizyonunuza bir yayının frekansıyla bağlantı kurma emrini verdiğinizde-yani kanalı açtığınızda, seçtiğiniz kanalın resimleri gelip görünür oluyor. Nerede? O karıncaların üstünde. Ruhsal bir kanalı açarsanız huzurlu, sevgi dolu, bilge bir varoluş yayını ve Egosal kanalda ise hep drama.

     İnsan, günlük bilinçsiz yaşamını sürerken, egosunu tetikleyen bir olayla karşılaştığında o tetikleyicinin frekansı Arşiv odasından eski bir tepki-acı kaydını yayına sokuyor. Örneğin arkadaşını küçük düşüren, onunla alay eden bir kimseyi görüyor ve çocukluğunda yaşadığı benzer bir olayda ortaya çıkan tepkisi ve acısı canlanıyor. Nerede? Öncelikle karıncalı ekranın üğüstünde -kalapalarda. Bedeninde yanıp sönen kalapalar bedenin belli bölgelerinde arşivden inen bu hisleri canlanmasına, duyulmasına yataklık ediyor ve kişi fiziksel, duygusal, zihinsel tepkiler yaratıp yaşıyor. Mesela içinde öfke ve belki korku beliriyor. Hiç farkında değil ama tam çocukluğundaki o vakada yaşadığı nefes hızlanmasını, boğaz daralması, sırtının üşümesi, parmaklarının titremesini yaşamaya başlıyor. Gördüğü sahne kendisine değil, tamamen başka birine gerçekleştirilen zorbalık olmasına rağmen kendisine yapılmış gibi içinde acı yaşıyor. Buna benzer deneyimden doğan empati de denilebilir. Egoyu tetikleyen her bir olay insana varlığında tutup biriktirdiği duygusal, zihinsel, bedensel enerjileri bildirmek için var.

     Başka bir örnekte, çocukluğunda çok fazla anne baba kavgası görmüş yetişkin bir kimse, kaldığı otelde yan odadaki kavga eden çocuklu çifti duyuyor. Bir süre sonra dikkat kesilip dinliyor. Nefesi sığlaşıyor, eli kolu üşüyor, göğsünde bir batma hissi, kalbinde bir sıkışma... Kalapalar arşivden gelene yataklık ediyor. Kalapanın tek görevi bu. Sorumlu o değil. O bir araç.

     Dahası, bu andaki gösterilen tepkinin frekansı ve geçmiş tepkinin frekansı kalapalar üzerinde birleşip büyüyor-çoğalıyor ve olay sönmeye başladığında tepkinin yeni ve çoğalmış enerjisi arşivde yeni kayıt oluyor. Geçmişin tepkisel enerji birikimi, bu anda uyumlandığı yeni tepkisel acı enerjimizle birleşip, çoğalıp geri çekiliyor-saklandığı boyuta.

     Böylece öfke daha alevli, üzüntü daha soğuk, korku daha korkunç bir hal alıyor; insanı adeta bir deliliğe sürüklüyor; bir kırılma, bir parçalanmaya doğru. Geçmişten bu ana ve geleceğe doğru katlanarak çoğalıyor tepkiselliğin acı birikimi. Bu vakitte gördüğümüz kolektif deliliğin sebebi de bu. Dünya okulunda dönem sonu olduğu için herkes kendi tepkisellik-acı birikiminin en zorlayıcı hallerini deneyimliyor.

     Hani her şey geçiciydi, her şey geçiyor da acı birikerek kalıcı mı oluyor?

     Acı da geçici. Bir insanın egosal tepkimeyi bırakıp, varlığındaki geçmiş tüm tepkisel enerji birikimini arındırması ve aynı anda tepkisel olmayan, pozitif eylemsel bir yaşam tarzını yaşamaya başlaması ile bu acı da geçecek ve evrensel zamanda -bu ister bir hayat ister 500 hayat olsun, gelip geçen bir an.

     Diğer yandan bu muazzam devre sonunda, mezuniyete yakın bir avuç öğrenci olduğumuzu yine hatırlayınca; egosal varoluş acısının bu hayatlarımızda sona ereceğini de umut ediyor insan. Bu uyanış üç-beş-on yaşam sonunda olmak zorunda değil. Gerekli evrensel destek bizimle ve çağlar boyunca hiç olmamış bir bilinç zıplaması şansına sahibiz ve aslında zıpladık şimdi havadayız...

     Nerede kalmıştık... Biliyorum, iki ileri bir geri gidiyor yazım. Bazı şeyleri tekrar tekrar söyleyerek ilerliyorum. Herhalde öyle gerekli.

     Şuradan tekrar alıp öyle devam edelim:


“...insanın egosal tepkimeyi bırakıp, varlığındaki geçmiş tüm tepkisel enerji birikimini arındırması ve aynı anda tepkisel olmayan pozitif eylem halinde bir yaşam tarzını yaşamaya başlaması...”


     Buna ruhsal uyanış ya da aydınlanma denir.


     Vipassana’yı anlatabilmem için Buddha’nın aydınlanma yol haritasındaki üç temel değerine de değinmem gerekli. Sila, Samadhi, Panna.


     Aydınlanma yolunun 3 değeri:


     Not: İlk iki öge olan Sila ve Samadhi birlikte var olmadığı sürece insan içsel aydınlığa yaklaşamaz. Birinden birinin eksik olması buna sebep olur. 


     1. Sila(Ahlak):

Doğru söz, doğru eylem, doğru yaşam!.


     Sila’nın gerekliliği:

     Doğru söz: Abartı ya da yalana kaçan her söylem aslında egomuza hizmet eden bir tepkidir; dolayısıyla bitmelidir. (Hatırlayalım: Bitirilmesi gereken şey acıların kaynağı olan TEPKİLER.)

Doğru eylem: Yanlış eylem nedir diye soralım önce. Yanlış eylemler bencillikten ve umursamazlıktan doğan eylemlerdir ve bütünsel hayrın zıttınadır. Öldürmek, çalmak, tecavüz etmek, maddi manevi zarar verici söz ve eylemler, zihni bulandıran, bedeni zehirleyen maddeler kullanmak...

Bu sayılan en temel yanlış eylemlerin hepsi ya egomuzun arzularına yenik düşmemiz, ya egomuzun reddettikleriyle savaşmamız ya da umursamazlık ile kaçmamızdan doğan tepkilerdir. Dolayısıyla bitmelidir.

Doğru eylem ise kendine yapılmasını istemeyeceğin her şeyi yapmaktan kendini alı koymak ve bütünün hayrını gözeten ve bilinçli seçimler ile yapılan eylemlerdir.

Doğru yaşam: İşi alkol satmak olan biri, işinin bağımlılık, hastalık, mutsuzluk, huzursuzluk yarattığını bile bile mutlu olabilir mi? Egosal tepkilerden ve çekimden doğmuş yanlış bir meslek-yanlış bir yaşam.

Arşivde tepkisel acı biriktirmemenin yoludur Sila bu yüzden gereklidir.


     Sila’nın tek başına yetersizliği:


     Ruhsal bir yaşamı seçmek ve yaşamak yönünde kalpten istek duymak ve bunun için zihinsel-bedensel bir efor göstermek çok önemli ve gerekli olmakla birlikte, kalapaların mikro kozmosuna inilip bilinçaltının oradaki yansımaları izlenmezse; geçmiş acı birikiminin arındırılması daha zor-daha zaman alıcı hatta imkansız... Buna insanın karanlığını görmek için aynaya bakması denilebilir. Kalapaların mikro kosmosuna inmenin, orada aynaya bakmanın yolu ise Samadhi’dir.

     Sonuç: Aydınlanmak için tek başına iyi ahlak ve vicdan yeterli değil ve bir yardımcı araca ihtiyaç var. O araç Samadhi.


     2. Samadhi (Zihnnini kontrol edebilmek)


     Samadhi: Doğru konsantrasyon (Anapana ve Vipassana meditasyonu)


     Diyor ki Buddha ruhsal arayışınızda en doğru, en net, en güçlü, en hızlı yolları kullanın ki bu acı dolu düzlemden o kadar hızlı özgürleşin.

     Mesela mantra okunarak zihnin boşaltılması ve belli bir yüksek frekansın açılması kişiye ruhsal bir gelişimin ilhamlarını, şifalarını veriyorsa da bir vipassana meditasyonun sunduğu arınma ve dönüşüm hızını veremiyor.

     Hızlı, net, güçlü bir arınma ve yükseliş için doğru konsantrasyon-doğru zihin-doğru meditasyona gelin diyor.

     Bu sebeple ki 10 günlük vipassana inzivasına gittiğinizde sizi uyarıyorlar: sakın sakın sakın tekniği başka tekniklerle birleştirmeyin. Sakın sakın dini her hangi bir öğeyi içine katmayın. Bırakın teknik orijinal saflığında kalsın ve gerçek gücünü size sunabilsin, deniyor.


     Aynaya bakmanın tekniği burada başlıyor:


     Öncelikle kalapaların mikro kosmosuna inebilmek için dikkatin keskinleştirilmesi gerekiyor.

     Dikkatin keskinleştirilmesi amacıyla önce Anapana meditasyonu öğretiliyor.

     Gözleriniz kapalı, sırtınız dik, dikkatiniz burnunuza giren ve burnunuzdan çıkan nefeste. Nefes içeri girerken burnun altındaki alanı serinletiyor, dışarı çıkarken içerinin sıcaklığını taşıyor ve orayı ısıtıyor. Bu meditasyon boyunca sürekli odaklandığınız iki şey:

     1-Nefesin içeri girişinin farkındalığı + üst dudakta yarattığı his.

     2. Nefesin dışarı çıkışının farkındalığı + üst dudakta yarattığı his.


     Dikkatinizi pergel gibi düşünün. Bir ucu burnun hemen altında ve sabitlenmiş; oradan hiç kopmayacaksınız. Diğer ucu ise bir içeri bir dışarı doğru nefesin hareketini takip ediyor.

     Bunu yaparken zihniniz hemen düşünceler üretiyor. Bir bakmışsınız 3-5 dakikadır aslında meditasyonda bile değilmişsiniz. Ya geçmişe dair ya geleceğe dair bir şeyler düşünmekteymişsiniz.

     Nasıl olur diyorsunuz, tekrar ciddiyetle dönüyorsunuz... Ah bi süre sonra bir bakıyorsunuz yine kayıp gitmişsiniz... Uyuyanlar, horlayanlar, rüyalar görenler, derin düşüncelere dalanlar...

     Olmuyor olmuyor olmuyor başta. Bir türlü şu basit görünen şeyi yapamıyorsunuz; otuz saniye bile. Zihin bir türlü odaklanmak istemiyor. Siz de defalarca kez bunu farkedip ısrarla onu geri getiriyorsunuz. Yapmanız gereken de bu. Kendinize kızmadan, zihninize küfür etmeden, gülümseyerek, şefkat ve sevgiyle dikkatinizi geri o noktaya getiriyorsunuz. Sonunda zihniniz eğitimi almaya başlıyor. Sonunda dikkat gücü kazanıyorsunuz. Dinlemekte olduğunuz yer başta üst dudağın daha geniş bir alanıyken yavaş yavaş daha daha küçük bir noktaya iniyor dikkatiniz.

     Anapana yalnızca dikkatinizi keskinleştirmek için yapılan bir meditasyon.

     Dikkatinizi bileyleyip bir ameliyat neşterine dönüştürebilmeniz için. Çünkü vipassanada kendinize adeta bir ameliyat yapacaksınız; dikkatinizin neşteriyle. Dikkati bir lazer atışı gibi başınızın üstünden ayaklarınızın altına dek, derinizin yüzeyinden iç organlarınıza dek gezdiriyor ve kalapaları üstlerine yansıyan geçmişin acı frekansıyla görüp kabul ediyorsunuz. Bu dönüşümü başlatıyor.

     Bu yazıda vipassana tekniğinin kendisine yalnızca bukadar değineceğim. Çünkü bu yine bir dahaki yazının konusu olarak kaldı; öyle oldu. Yine varamadık oraya... Belki bir daha ki yazı gelene dek ihtiyaç varsa biraz Anapana yapar ve dikkatinizi keskinleştirirsiniz(?)


     Samadhi’nin gerekliliği ve tek başına yetersizliği:


     Samadhi, yani zihninizin kontrolü tabii ki gerekli. O eğitimsiz maymun oraya buraya zıplarken, sizi bu anda var olmaktan alı koyarken, bu andaki hislerinizin farkında olmadan yaşarsınız. Bu da arşivden gelen tepkilerinizi fark edemeyeceğiniz ve bunun sonucu olarak fark etmeden ahlak ve vicdanınıza ters düşen şeyler de yapabilirsiniz demek.


     Diğer yönden tek başına samadhi de aydınlanmak için yeterli değil. Ahlaksız ve vicdansız ve ama zihnini kontrol edebilen bir kimse dünya ve bütün varlıklar için çok tehlikeli biri olur. Tarihte örnekleri var.


     3. Panna: İçsel bilgelik


Ruhsal-ahlaklı-vicdanlı yaşamın zihinsel ve bedensel gayretle seçilmesi (+)ARTI kalapaların mikro kosmosunda acı birikimlerinin izlenmesi (=) tepkisellikten kurtulmuş bir varlığın İçsel bilgelik & kendini biliş hali (Panna)

Burada çok çok çok önemli bir not: O kalapalardaki yansıyan acııların izlenmesi, sıradan bir izleme değil: O herşeyin geçiciliği farkındalığıyla yapılan bir izleme.

Yani kalapalarda beliren fiziksel acı ve duygusal acı, herşeyin geçiciliği farkındalığı ve kabulüyle izlendiğinde çözülüyor ve serbest kalıyor.

Bunun nasıl yapıldığı bir sonraki yazının konusu!

---


     Vipassana öğretisinden ayrıldığım nokta:


     Vipassana topluluğunun bugünkü öğretisiyle ters düştüğüm yere geldik. Evet aynaya bakmadan arınmak da yok, şifalanmak da yok, dönüşüm de yok, yükseliş de yok... Ama aynaya bakmanın tek yolu vipassana meditasyon tekniği değil. 2500 yıl önce bile, Buddha asla tek yol bu dememiş ama vipassana 10 günlük inzivasında biraz bu his var; sanki tek yol vipassana gibi...

     Ben mucizelerle sonuçlanan şamanik şifa çalışmaları gördüm. Şifacı, hastaya farklı ruhani araçlarla öyle net bir ayna oluyor ki, kişi varlığında tuttuğu geçmiş birikimlerin acısını o an duyumsamaya, kabul etmeye, bağışlamaya ve bırakmaya başlıyor. Bunu bedensel, zihinsel, ruhsal bir şifalanma ve dönüşüm izliyor.

     Doğru zamanda ve yerde, doğru niyetle alınan Ayahuasca ya da DMT5MEO insanın bilinçaltına öyle temiz bir ayna oluyor ki, insan bilinçaltının tüm acısına şahit oluyor. Şahit olmak, kabul göstermek ise geçmişin birikimini arındırmaya başlıyor.

     Bugün dünyada öyle üstatlar var ki, bir tanesinin karşısına otursak ve gözüne baksak, belki içimiz dışımıza çıkana dek ağlarız; Öyle güçlü bir ayna; bize bir bakışıyla hem egomuzu hem ruhumuzun ışığını gösterir.

     Dünya dönem sonlarına mahsus olan ruhani uyandırıcı ve arındırıcıların bolluğunu yaşıyor.

     Vipassana’nın anlatım şeklinden ötürü bu gün 10 günlük vipassana meditasyona giden kimselerde fark etmeden büyük bir stres oluşuyor. “Aman bu tek şansım, çok iyi kullanmalıyım.”

     Evet 10 günlük vipassana inzivasına gidebilmek çok özel bir deneyim dönüşüm için ama asla son bir şans değil ve tek yol da değil. Onun için on günü atlatan bazı kişiler sevinemiyor. “Başarabildim mi? Oldu mu? Başaramadım galiba...”

     Onlardan biri bu satırları okuyorsa, İan ve Cameron’a söylediğim gibi: Başardınız bile. Kendinizi kutlayın. Yükseliş on günle sınırlı bir tek sınav ve şans değil. Kalbinizin çağırdığı her yönde ilacınız sizi bekliyor.

     Tekniği anlatan Goenka Hocamızın (Rahmetli) bir tavsiyesi var. Bu tavsiyeyi minik bir hikayeyle anlatmış:

     Annesi çocuğa bir kase sütlaç yapıp vermiş. Tatlıyı yerken çocuk içinde siyah küçük ve sert birkaç minik şey bulmuş. Bu ne demiş annesine; taş mı? Annesi onun lezzetli bir baharat olduğunu, onunla birlikte yemesinin iyi olduğunu söylemiş. Çocuksa asla yemem o taştır diye direnmiş.

     Annesi bunun üzerine, iyi madem öyle o siyah taşları çıkar da öyle ye; ziyan etme; geri kalanı saf sütlaç demiş.

     Goenka ji hikayeyi anlattıktan sonra şöyle tavsiyede bulunmuştu:

     Bu tekniği size kazandırabilmek için burada size bir sütlaç pişirdik, sunduk. Onun içinde bir taş bulduğunuzu düşünüyorsanız tekniğin hepsini çöpe atmayın. O taşı kenara çıkarın ve Vipassananın geri kalan saf tadını alın.

     Ben öyle yaptım; gitmiş ve gidecek olan herkese de aynı şeyi tavsiye ederim. Teknik çok saf, güçlü ve gerçek lakin anlatım-sunum şeklinde gördüğüm ve belki de benim henüz anlamaya yetecek kadar bilincim olmadığı için böyle yorumladığım- taş sandığım bir durum oldu(tekniğin tek yol olduğunun verilmeye çalışıldığı hissi).

     Onu kenara ayırdım, vipassanayı sunulduğu kaptan çıkartıp içime aldım hem de sonsuz bir şükran hissi ve göz yaşıyla.



----------


Beşinci yazı kısmetse bir hafta içinde.

Auroville hakkında da yazmak istediğim şeyler var ve sırasını bekliyorlar.






Mathrimandir


Aşk olsun Hu.