Tuesday 23 May 2017

15. Bağımsızlık ve Yalınlık- Sucre, Bolivya

Yazılacakların bardağı öyle doldu ki, bu sabah dört'te uyandırdı beni ve kalk yaz, dedi.

 

Santa Cruz'dan Potosi'ye, yaklaşık 12 saatlik bir otobüs yolculuğu yaptık.
Tam yolculuğa başlamadan evvel Maya ateşlendi. 30 C Aconite homeopati ilacı yarım şişe suya karıştırıp gece boyunca 5-6 kez verdik. Sabah 6 'da Sucre'ye vardığımızda 1 defa istifra etti. Sabah 7'de otelimize varıp, 2 saat uyuyup uyandığındaysa hiç bir şeyi kalmamıştı. Nerdeyiz, diye sordu. "Yeni evimize mi geldik?"  

(Homeopati antik zamandan gelen bir bitki özleriyle şifalandırma yöntemi).

(Tüm doktorlara ve tıp insanlarına en içten saygı ve sevgimle) Maya'yı batı tıbbının, insanlığı ilaç bağımlısı yapan, bağışıklık sistemini kıran, kendini şifalandırma gücünü çalan yöntem ve dayatmalarından koruyabilmek için hastanede değil, evde doğurmuştuk. Duyan da doğumu ben yaptım sanacak. Aslında yarı yarıya ben de yaptım diyebilirim. Yuuka'yla doğum anını beklediğimiz saatlerde adeta bir olmuştuk. Onun çektiği sancıyı hissedebiliyordum. Yarı çıplaktık.  Kış soğuğu bir gece, doğum odamız sıcaktı; oda mum ışıklarıyla aydınlanıyordu; cd çalarda Reiki enerjisi ve Yunus seslerinin karışımı, sakinleştiren bir müzik çalıyordu. Yuuka eski çağlardaki kadınların yaptığı gibi, doğumu ayakta durarak karşılıyordu ve ben kimi zaman sırtına masaj yapıyor, kimi zaman sıcak sulu havlularla karnını, belini, sırtını ısıtıyordum. Birlikte evrenden inmekte olan enerjiyi sese dönüştürüp chanting yapıyor, yunusların sesine karışıyorduk. 
5 saatlik doğum sancısından sonra, saat sabah 04:55'ti Maya'nın saçları gözüktüğünde; sonra da kafası. Boynuna dolanmış kordonunu çekip başı serbest bıraktığımda... Sonra bütün bedeniyle bir balık gibi, rahim suyuyla birlikte dışarı fırlarcasına çıktığında...
Havada yakalayıp yüzümün önüne getirdiğimde, ağzını ve burnunu dolduran sıvıları emip tükürdüğümde ve o nefes almaya başladığında... Gözlerini açtığında... Kısaca ağlayıp, sonra gülümseyip sakalımı çektiğinde, saat hep 04:55'ti.
Zaman mı donmuştu neydi? 
Adeta donmuştu. Odayı, bedenlerimizi, varlığımızın derinliklerini titreten bir nevi orgazm veren, o büyük kozmik enerji dalgasını süren Maya, Koruyucu Melekleri ve Rehber Ruhları, zaman-mekan ağı ve realite algımızı delerek hayatımıza girmişlerdi. 
Yere uzanan Yuuka'nın üstüne koydum Maya'yı. Kendi çabasıyla, iç güdüsüyle memeyi arayıp bulmasını ve emmeye başlamasını izledik hayranlıkla. Göbek bağını kesmedik dört gün boyunca. Kapılarımız kilitli, telefonlarımız kapalı, en ilkel ve en kutsal kadın-erkek-çocuk-aile deneyimimizdi bu. 
Göbek bağını organik calendula yağıyla yağlayıp tertemiz bezlerle sardık. Dört gün içinde göbek bağı kurudu ve sonunda kendi kendine düştü. 

Bu kısa süre içinde Maya, bizim pek çok hayat ve bu hayatın pek çok senesi boyunca, türlü zorluklar neticesinde öğrendiğimiz ve hala öğrenmekte olduğumuz iki derin, iki ruhani dersi, hayatının ilk günlerinde edinmiş oldu. 

Birincisi, kendini hazır hissettiğinde kendi çabasıyla dünyaya gelmesi (hiç bir ilaç zorlaması olmadan) ve yine iç güdüsüyle ve çabasıyla, yardım almadan memeyi bulup emmesinden doğan, hayatta kalmak için kimsenin yardımına ihtiyaç duymaması ve iç güdülerine kuvvetle güvenmesi.
İkincisi, göbek bağını artık ihtiyaç duymadığı anda, kendi rızasıyla bırakmasından doğan, eklentileri bırakma gücü.

Bağımsızlık ve yalınlık. Bu iki değeri ne derece sindirebildiğimiz, hayatımızın şeklini, rengini, kokusunu belirliyor.
Bağımlılıkları ve ağırlıkları olan insanların enerjileri donuk, çürük, gri, ağır, kederli, korkak...
Bağımsız ve yalın olan insanlar ise bir o kadar akışta, hafif, ışık, parlak, mutlu, özgür...

Yuuka ve ben, bağımsızlık ve yalınlık yolunda nice dersler aldık. Korkularımıza rağmen yürüyebilmeyi ve en sevdiğimiz dediğimiz şeyleri ve kimseleri sevgiyle bırakabilmeyi öğrendik. Sucre'deki son günümüzde yaşadığımız olay ise, daha hala alacak dersimiz olduğunu, bu konuda sindirecek değerler kaldığını bize gösterdi. 

Onu anlatmadan önce, biraz başa döneyim. Sucre'ye vardık. 16-17. Yüzyıllar İspanya'sı tadında, katedrallerle, irili ufaklı kiliselerle, uzun beyaz sütunlu binalarla dolu; Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla, sevimli, küçük bir şehir bu Sucre; diğer pek çok Bolivya şehri gibi. Kalbime acı veren de buydu.

 

Dünya Anneyle barış içinde yaşayan yerli halklar, kendini evrimde diğer varlıklardan üstün sayıp, bütün dünyayı ve insanlığı yönetmek isteyen karanlık varlıkların avucundaki devletler tarafından saldırıya uğramasaydı, evrimleşmeleri huzur ve barış içinde devam edebilseydi, bu gün dünya nasıl bir yer olurdu? Biliyorum ki evrende sebepsiz ve gereksiz, rastlantısal tek bir olay olamaz. Her şey Yaratan'ın ilahi planında var ve bütünün evrimi, aydınlanması için gerekli. Kalbimde duyduğum acının asıl sebebi o yerli halkların yaşadığı acılarda benim de henüz bağışlayamadığım bir payım olmuş olmasıydı. Bir asker, bir general, bir devlet lideri olarak değil; bir rahibe olarak. 

Gemiler dolusu İspanyol askeri, peşlerinde onlarca rahip, yüzlerce iş gücü oluşturacak insanla birlikte bu topraklara ulaşmıştı. Savaş taktiği bilmeyen, gece silahlanıp nöbet bekleyen ama gündüz düşman beklemediği için tarlasında, işinde gücünde çalışmaya giden bu yerli halkın üzerine çullandılar. Önce fiziksel dirençlerini kırdılar. Sonra geri kalanların akılsal ve ruhsal dirençlerini kırdılar. Bu noktada rahip-rahibe misyonerler onlara korkmaları gereken bir Tanrı olduğunu, onun cehennemiyle cezalandırıp, cennetiyle ödüllendirdiğini anlattılar.

Ben oradaydım. Bunu kalbim biliyor. 

2400 metre yükseklikteki Sucre'nin sokaklarında dolaşırken içimden hiç kiliselere girmek gelmedi. Her yerde Coca cola afişi, hollywood hayranlığı, İspanyol askeri adetlerinin devam ettiği, şehir  meydanında marşlı bandolu sabah bayrak töreni; bayrak Bolivya bayrağı olsa da selam durdukları büst bir  İspanyol generalinin büstü. Sokak başlarında televizyonda Amerikan güreşi izleyen topluluklar, tişörtlerinde karanlığın sembolleri gençler. Bolivya'nın yerli halkını nasıl kırdılarsa zamanında ve sonra emperyalist sistemi nasıl giydirdilerse üzerlerine, öyle kalmış.
Muhakkak güzel şeyler ve büyük uyanışlar da oluyordur bu ülkede. Dünya üstünde tek bir ülke yoktur ki bu uyanış çağından payını almasın. Çünkü büyük uyanışın katalizörü olacak olan ruhlar dünyanın her bir yerine serpiştirilmiş ve ruhani görevine uyanmıştır, uyanmaktadır, uyanacaktır.

Ayaklarım sonunda beni Recoleta Manastırına getirdi.

 

Manastırın girişinde, soy ağacı benzeri bir tabloda bu manastıra öğretmenlik ve yöneticilik yapmış kimselerin tarihi çizelgeye göre resimleri ve adları vardı. Orada kalmak istediysem de rehberimiz bizi beklemeden ilerlediği için tablonun resmini çekip peşinden koştum. Yuuka ve Maya turist modundaydı ama benim kollarımın tüyleri ayağa kalkmıştı. İçimden de ağlamak geliyordu. Karışık koridorlarda, kapısı ziyaretçilere kapalı bir bölgenin önünden geçerken durup rehbere sordum:
"Bu taraf öğrencilerin yatak odaları mı?"

Evet, dedi.
 Gözlerim doldu.
Biliyorum, dedim. Ben burayı biliyorum.

Kendime hakim oldum.

Sonra bahçede 1500 küsür yaşında bir ağacın yanına getirildik.

Bir rahibeydim burada ve bu ağacın karşısında pek çok oturup onu izlemiştim. 

Ağaca sarıldım. Sarılırken birden kuvvetli bir vizyon açıldı aklımda. Daha önce duymadığım kadar kuvvetle duydum rehber ruhumun sesini:

Vizyonumda manastırın girişinde görüp resmini çektiğim öğretmen ağacı vardı.
Ses ise, Sen ağacın onaltıncı dalındasın, dedi.

Telefondaki resmi açtım. Yukarıdan aşağıya doğru saydığımda en alt dal 16. daldı ve hiç tereddüt etmeden soldaki dala ve hiç tereddüt etmeden o daldaki bir kadının resmine baktım. Bu bendim, dedim. 

Sonra yaşlı ağaca bir kere daha sarıldım. 

"Geçmiş yok, gelecek yok. Spiral evrensel zamanda yalnızca bu An var."

Bu an'da, 1601 yılında Rahibe olan Ben ve 2017 deki Ben bir birimizi hissettik.
O, geleceğe dair evrensel bir sezgi edindi. Bense, onun Bolivya'nın yerel halkı için duyduğu endişeyi, üzüntüyü duydum. O ağaca dokunuyordu; ben sarılıyordum. Kendimi sevdim. Tüm boyutlarda, tüm zamanlardaki beni sevdim. Hepsi bir enerji, Bir Bilinç, BİR.

 

 

 Maya'nın hayatının ilk günlerinde edindiği, bizimse Sucredeki son günümüzde bir kere daha testine tabii tutulduğumuz eklentileri bırakmak ve yalınlıkla ilgili sınavımızı bir sonraki blog yazımda paylaşacağım.


Bütün varlıklar kendilerini bağışlasınlar. Bütün varlıklar kendilerini sevsinler.
Bütün varlıklar bu ayrılık yanılgısından uyansınlar!

Ve öyledir
Şükürler olsun.


Aşağıdaki fotoğraf Recoleta Manastır'ının önündeki meydanda, gün batımında çekildi. Bu gün batımını kaçıncı izleyişim?
 

---

Bu blog sayfasını ilk kez bu yazı vesilesiyle ziyaret ediyorsanız "Nedir" sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim.

Uzaktan görü şifa seansımızla ilgileniyorsanız, Heaven Earth Şifahane Blogumuzda, seanslar sayfasına göz atmanızı tavsiye ederim. ( http://yuuka-and-wings.blogspot.com/?m=1 )

Mucizeye yolculuk blog yazılarının dilediğiniz kadarını sosyal medyada paylaşmakta özgür hissedin. Bu blogun amacı ilham kaynağı olmak.

Mucizeye yolculuk blog yazılarının bir bölümünü ya da tamamını bir dergi ve ya kitapta yayınlamaksa isteğiniz bana email yolu ile ulaşabilirsiniz.
strongwings121212@gmail.com

Koşulsuz Sevgiyle

Sucre'den fotoğraflar:
 
Bir vejeteryan öğlen yemeği. ( 3 farklı çeşit patatez, misir, soğan turşusu ve sebzeli pilav)

 
Dine davet eden genç bir rahip.

 
Kaldığımız evin çamaşır makinası-         tam manuel ( yardıma gelmiş beyaz orblar görüyorum)

 

Maya Bolivya yerli şapkalarını deniyor ve çok eğleniyor.

 

Yuuka akşam yemeği için alışverişte. Mutfak bulduğumuz sürece kendi yemeğimizi kendimiz hazırlıyoruz. Daha ucuz ve daha sağlıklı oluyor.

===


24th May 12:12

No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.