Friday 7 September 2018

48. Yeni çağın giriş kapısında


Yazılarımın tek kaynağı kalbimdir,



Acıyla yüzleşebilmek, onu bırakabilmek ve kaynağını bağışlayabilmek belli bir bilinç istiyor.

İnsan o bilinç seviyesine ulaşana dek zorlu duygularını görmekten-sezmekten kaçınır.

Bu kaçışın en kolay yolu  o acıyı veren kişinin karakterine bürünmektir.
Korktuğun şey fırtınaysa, gider fırtınanın gözüne oturursun, fırtınanın ta kendisi olursun.

Korktuğun şey şiddetse şiddeti karakterin haline getirirsin.
Onun için çocukluğunda şiddete maruz kalmış bir kimse kendisine şiddet uygulayan ebeveynine dönüşebilir. Çocukluğunda tacize uğramış bir kimse yetişkinliğinde bir çocuk tacizcisi haline gelebilir.

İnsan en nefret ettiği şeye dönüşebilir. Bu dönüşümün farkında olmayabilir. Ya da farkında olup ayrı bir acı duyarak yine de nefret ettiği karaktere dönüşmeye devam edebilir.

Insanın nefreti ve nefret ettiği karakteristik arasında kuvvetli bir çekim vardır. Aslında fenalıklara maruz kalmış olan kimse, kendisine bunları yaşatan kişiden öc almak ister. Bunu ya cesareti olmadığı için ya da o kişi artık ulaşamayacağı bir yerde olduğu için yapamaz. O kişinin karakteristiğine dönüşür ve kendinden nefret eder, sanki kendi kendinden öc alır.

Girdiği her kavgada, yumruk attığı her yüz ve de yüzüne yediği her yumruk aslında asıl öc almak istediği kişiye yapamadıklarını temsil eder.

İyi bir dövüşün sonunda, iyi bir dayak attığında ve iyi bir dayak yediğinde bir rahatlama duyar.

O kişinin uyuşturucusu şiddettir. Şiddetin içinde duygusal acısından tamamen kopar. Bir ömür boyu kaçtığı, peşini bırakmayan duygusal acıdan bir süre için tamamen kaçmış olur. Şiddetin ve öcün karanlığında başka duygular sezilemez.
Kramp giren kasımızın yakınına iğne batırarak rahatlamamıza benzemiyor mu?
Bu şiddet uyuşturucusunun etkisi geçtiğinde, adını koyamadığı duygusal acısı yeniden hissedilir olduğunda, yeni bir doza ihtiyaç duyar. Şiddet uygulayacak dışarıda bir kimse bulamadığında, kendini keser, kendine zararlar verir. Ya da kendine fiziksel acı vermekten çekiniyorsa alkolün ve narkotik maddelerin verdiği hislerde kaybolabilir.

Bu kadar uç bir örnekten bahsettiğim için, bu olanın ender bir olay olduğu sanılmasın. Örneği biraz yumuşatmaya başlarsak herkesin aynı sınavı vermekte olduğunu daha kolay anlayabiliriz.

Duygusal acılarımızla yüzleşip, bizi mağdur etmiş kimseleri bağışlayıp, kendimizden serbest bırakana dek, farkında olarak ya da olmayarak kısmen o kişilere dönüşebiliyoruz.

Hayatınıza şöyle dönüp bir baktığınızda, bu alışkanlığım benim öz karakterimi yansıtmıyor diyebileceğiniz bir çok şey, geçmiş travmalarda size negatif duygular yarattırmış kişilerden kopyaladıklarınızdır.

Size atılan tokatı hatırlamak istemiyorsanız o tokatın içine saklanıyorsunuz.
Siz de kendi çocuğunuza tokat atabiliyorsunuz. Bunu yaptıktan sonra kendinizi çok suçlu hissediyorsunuz belki. Bu suçluluk, tokat attığınız için olduğu kadar, otantik karakterinizden bu derece uzaklaşmış olmanızdan duyduğunuz  boşluğun sonucu.

Bir çocuk ve babasını yolda birlikte yürürken hayal edin. Yaralanmış, yardım dilenen biriyle karşılaşsınlar. Çocuk kalbi koşup yardım etmek istesin. Babasıysa, bu bizim işimiz, bizim meselemiz değil desin ve yardım isteyen kişinin yanından geçip gitsinler. Çocuğun o an duyduğu, yardıma muhtaç birine yardım edememiş olmanın verdiği duygusal acıdan kaçınmasının bir yolu, babasının o anda sergilediği bu karakteristiğe bürünmek olacaktır. Tabii ki istisnalar bilinç seviyesine bağlı olarak var. Örneği, kendi duygusal acısından kaçan bilinç seviyesi üzerinden verdim.

Bu çocuk da acısıyla yüzleşmeden büyüyüp babasının karakterini sergiler olmuş olsun. Ne zaman yardıma muhtaç birini görüp başını başka yöne çevirse, benim meselem değil dese, o ilk duyduğu duygusal acıdan uzaklaşmış, kopmuş olacaktır. Bu onun acısından kaçabilmesinin tek yoludur.

Ama ilahi plan bizi hep bir üst bilinç seviyesine doğru yürüttüğü için eninde sonunda vicdan acısı ortaya çıkıp, bize öz karakterimizden ne kadar uzaklaştığımızı hatırlatacaktır.

Bu gün öz karakterinden ne kadar uzaklaştığını sezen acı dolu bir dünya topluluğuyuz.

Bu gün kollektif bilinçteki en büyük acı, öz karakterimizden uzak düşmüş olmaktan duyulan acıdır.

Çünkü bu çağ bir bilinç yükselişi çağının başlangıcıdır.

Bu çağın giriş kapısından geçmeden evvel özümüze ne kadar başkalaştığımızı farkederiz, saklanagelmiş duygusal acılarımızla ya seve seve ya zorluk dolu hastalıklar ve olaylar vesilesiyle yüzleşiriz. Kendimizden kaçmak için kullandığımız uyuşturucu alışkanlıkların farkına varır, o bağları keseriz. Ya seve seve ya zorlu deneyimlerle.

Bu yüksek bilinç kapısından herkes geçmek istemeyebilir. Bu, ruhun özgür irade ile yaptığı seçimdir.

Bu seçimi yapanlar ve yapmayanlar arasında çok belli bir frekans farklılığı ve yol ayrımı var.

Dünya bir noktada kendi içinde bir kopyasını oluşturdu ve 2 dünya oldu. Herkes hangi dünyada yaşamak istediğini seçti, seçiyor, seçecek. İki dünya hala iç içe ve birmişçesine gözüküyor. Ancak başka yönlere doğru meyletmeye başladılar. 
Önümüzdeki belki 30 belki 100 sene içinde birbirlerinin içinden tamamen çıkmış olacaklardır. (boyutsal bir ayrım) Ve herkes seçiminin sonucu olan dünya boyutunu deneyimleyecektir.

Aaa ben o kadar uzun yaşayıp görmem diyorsanız bir de şöyle düşünün. Şu anda bu dünya üzerinde kaçıncı reankarnasyonunuzu yaşıyorsunuz?
Seçimimiz bütünün hayrına olsun.

Hikaye kaldığı yerden devam eder…

“KUTSAL BEN olmayan, belki geçmiş hayatlarımda, belki bu hayatımda büründüğüm  yanılgı dolu kimliklerimi bütünün en yüksek hayrına farketmeye, karanlığımla ve ışığımla, Tanrısal irade ve cesaret göstererek yüzleşmeye niyet ediyorum.
Öz ışığımla bütünün en yüksek hayrına parıldamaya niyet ediyorum.
Birliğin ve Sevginin Dünyasını seçiyorum.”



Şimdi söyleyeceklerimi, “Evet bu bana söylendi diye şüphesizce bilecek” olan, ışık hizmetlisi topluluğuna ithaf ediyorum.

“Hikayesinin geçmişini ve geleceğini sezen ve neden bu vakitte dünyada olduğunu kalbinden doğan bir bilişle bilen bizlerin, artık merkezimizin üstadı olması vakti. Merkezimiz Aşk’tır. Bütüne duyulan bu sevgi ve merhametin sonucu olarak artık konuşulamayanları konuşmamız, yapılamayanları yapmamız, öz karakterimizin gerekliliklerini evrensel bir sorumlulukla yerine getirmemiz gerek. İsterse tüm dünya fırtınayla kararsın, isterse son karanlık kapımıza kadar gelip dayanmış olsun. Biz birliğin ve sevginin dünyasını seçtik. Dünyaların son kapıdaki ayrımında oynayacağımız anahtar roller için, sonsuz sevgimiz ve Tanrısal cesaretimizden ötürü, sözümüzü tutmak üzere buradayız.”

Şükürler olsun.

       (Bu muhteşem görselleri yaratan kişilerin varlığına ruhuna şükran)
---

Bir önceki yazımda Türkiye’ye taşınacağımızı duyurduğumda,  bir çok kardeşim kalplerinden gelen en güzel duygularla, sevgi ve mutlulukla hoşgeliyorusunuz dediler; ya yazarak ya da sessizce gönüllerinden gönderdikleri enerjileriyle. Kalbim doldu doldu taştı sevginizle. Varlığınıza ve Ruhunuza şükran. Hoşbulduk bile. Kavuşmak, sarılmak dileğimle.

İstanbul programımız hakkında kısaca:

İstanbul’da bütünün şifası için alan tutan sevgili kardeşim Seda Rodop Soran’ın mekanı Radia Gelişim’de bir kere daha Evrensel Kanallık ve Şifa Kursu vereceğim için çok mutluyum. Bu kursta, gelecek olan dostlara hatırlatmak istediğim, Yaradanın ilahi renk huzmelerine her daim kanal oldukları. Yalnızca bir kaç bin yıl bu bağlantıyı unutmuştuk. Kısmetse hep beraber ışığı sese dönüştüreceğiz, ışığı masaja dönüştüreceğiz, ışığı dansa dönüştüreceğiz, ışığı bilgiye dönüştüreceğiz, ışığı şifa olarak aktarmanın çeşitli yollarını birlikte deneyimleyeceğiz.

(Radia’da vereceğimiz bireysel seanslar için yer kalmadı.)


İstanbul (Nişantaşı) - Radia Gelişim : 0212 296 00 08 / info@radiagelisim.com

5 Ekim (2 saatlik toplu çalışma): 19:00, (Gurup seans) Soul Gathering Ses ile Şifa Çemberi
6-7 Ekim (2 gün, 10:00-17:00)  : Uygulamalı, Evrensel Kanallık ve Şifa Aktarımı Kursu


No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.