Yazılarımın tek kaynağı kalbimdir,
Acıyla yüzleşebilmek, onu bırakabilmek ve
kaynağını bağışlayabilmek belli bir bilinç istiyor.
İnsan o bilinç seviyesine ulaşana dek zorlu
duygularını görmekten-sezmekten kaçınır.
Bu kaçışın en kolay yolu o acıyı veren kişinin karakterine
bürünmektir.
Korktuğun şey fırtınaysa, gider fırtınanın
gözüne oturursun, fırtınanın ta kendisi olursun.
Korktuğun şey şiddetse şiddeti karakterin
haline getirirsin.
Onun için çocukluğunda şiddete maruz kalmış
bir kimse kendisine şiddet uygulayan ebeveynine dönüşebilir. Çocukluğunda tacize uğramış bir kimse
yetişkinliğinde bir çocuk tacizcisi haline gelebilir.
İnsan en nefret ettiği şeye dönüşebilir. Bu
dönüşümün farkında olmayabilir. Ya da farkında olup ayrı bir acı duyarak yine
de nefret ettiği karaktere dönüşmeye devam edebilir.
Insanın nefreti ve nefret ettiği karakteristik arasında
kuvvetli bir çekim vardır. Aslında fenalıklara maruz kalmış olan kimse,
kendisine bunları yaşatan kişiden öc almak ister. Bunu ya cesareti olmadığı
için ya da o kişi artık ulaşamayacağı bir yerde olduğu için yapamaz. O kişinin
karakteristiğine dönüşür ve kendinden nefret eder, sanki kendi kendinden öc
alır.
Girdiği her kavgada, yumruk attığı her yüz
ve de yüzüne yediği her yumruk aslında asıl öc almak istediği kişiye
yapamadıklarını temsil eder.
İyi bir dövüşün sonunda, iyi bir dayak
attığında ve iyi bir dayak yediğinde bir rahatlama duyar.
O kişinin uyuşturucusu şiddettir. Şiddetin
içinde duygusal acısından tamamen kopar. Bir ömür boyu kaçtığı, peşini
bırakmayan duygusal acıdan bir süre için tamamen kaçmış olur. Şiddetin ve öcün
karanlığında başka duygular sezilemez.
Kramp giren kasımızın yakınına iğne
batırarak rahatlamamıza benzemiyor mu?
Bu şiddet uyuşturucusunun etkisi
geçtiğinde, adını koyamadığı duygusal acısı yeniden hissedilir olduğunda, yeni
bir doza ihtiyaç duyar. Şiddet uygulayacak dışarıda bir kimse bulamadığında,
kendini keser, kendine zararlar verir. Ya da kendine fiziksel acı vermekten
çekiniyorsa alkolün ve narkotik maddelerin verdiği hislerde kaybolabilir.
Bu kadar uç bir örnekten bahsettiğim için,
bu olanın ender bir olay olduğu sanılmasın. Örneği biraz yumuşatmaya başlarsak
herkesin aynı sınavı vermekte olduğunu daha kolay anlayabiliriz.
Duygusal acılarımızla yüzleşip, bizi mağdur
etmiş kimseleri bağışlayıp, kendimizden serbest bırakana dek, farkında olarak
ya da olmayarak kısmen o kişilere dönüşebiliyoruz.
Hayatınıza şöyle dönüp bir baktığınızda, bu
alışkanlığım benim öz karakterimi yansıtmıyor diyebileceğiniz bir çok şey,
geçmiş travmalarda size negatif duygular yarattırmış kişilerden
kopyaladıklarınızdır.
Size atılan tokatı hatırlamak
istemiyorsanız o tokatın içine saklanıyorsunuz.
Siz de kendi çocuğunuza tokat
atabiliyorsunuz. Bunu yaptıktan sonra kendinizi çok suçlu hissediyorsunuz
belki. Bu suçluluk, tokat attığınız için olduğu kadar, otantik karakterinizden
bu derece uzaklaşmış olmanızdan duyduğunuz
boşluğun sonucu.
Bir çocuk ve babasını yolda birlikte
yürürken hayal edin. Yaralanmış, yardım dilenen biriyle karşılaşsınlar. Çocuk
kalbi koşup yardım etmek istesin. Babasıysa, bu bizim işimiz, bizim meselemiz
değil desin ve yardım isteyen kişinin yanından geçip gitsinler. Çocuğun o an
duyduğu, yardıma muhtaç birine yardım edememiş olmanın verdiği duygusal acıdan
kaçınmasının bir yolu, babasının o anda sergilediği bu karakteristiğe bürünmek
olacaktır. Tabii ki istisnalar bilinç seviyesine bağlı olarak var. Örneği, kendi
duygusal acısından kaçan bilinç seviyesi üzerinden verdim.
Bu çocuk da acısıyla yüzleşmeden büyüyüp
babasının karakterini sergiler olmuş olsun. Ne zaman yardıma muhtaç birini görüp
başını başka yöne çevirse, benim meselem değil dese, o ilk duyduğu duygusal acıdan
uzaklaşmış, kopmuş olacaktır. Bu onun acısından kaçabilmesinin tek yoludur.
Ama ilahi plan bizi hep bir üst bilinç
seviyesine doğru yürüttüğü için eninde sonunda vicdan acısı ortaya çıkıp, bize
öz karakterimizden ne kadar uzaklaştığımızı hatırlatacaktır.
Bu gün öz karakterinden ne kadar
uzaklaştığını sezen acı dolu bir dünya topluluğuyuz.
Bu gün kollektif bilinçteki en büyük acı,
öz karakterimizden uzak düşmüş olmaktan duyulan acıdır.
Çünkü bu çağ bir bilinç yükselişi çağının
başlangıcıdır.
Bu çağın giriş kapısından geçmeden evvel
özümüze ne kadar başkalaştığımızı farkederiz, saklanagelmiş duygusal
acılarımızla ya seve seve ya zorluk dolu hastalıklar ve olaylar vesilesiyle
yüzleşiriz. Kendimizden kaçmak için kullandığımız uyuşturucu alışkanlıkların
farkına varır, o bağları keseriz. Ya seve seve ya zorlu deneyimlerle.
Bu yüksek bilinç kapısından herkes geçmek
istemeyebilir. Bu, ruhun özgür irade ile yaptığı seçimdir.
Bu seçimi yapanlar ve yapmayanlar arasında
çok belli bir frekans farklılığı ve yol ayrımı var.
Dünya bir noktada kendi içinde bir
kopyasını oluşturdu ve 2 dünya oldu. Herkes hangi dünyada yaşamak istediğini
seçti, seçiyor, seçecek. İki dünya hala iç içe ve birmişçesine gözüküyor. Ancak
başka yönlere doğru meyletmeye başladılar.
Önümüzdeki belki 30 belki 100 sene
içinde birbirlerinin içinden tamamen çıkmış olacaklardır. (boyutsal bir ayrım) Ve
herkes seçiminin sonucu olan dünya boyutunu deneyimleyecektir.
Aaa ben o kadar uzun yaşayıp görmem
diyorsanız bir de şöyle düşünün. Şu anda bu dünya üzerinde kaçıncı
reankarnasyonunuzu yaşıyorsunuz?
Seçimimiz bütünün hayrına olsun.
Hikaye kaldığı yerden devam eder…
“KUTSAL
BEN olmayan, belki geçmiş hayatlarımda, belki bu hayatımda büründüğüm yanılgı dolu kimliklerimi bütünün en yüksek
hayrına farketmeye, karanlığımla ve ışığımla, Tanrısal irade ve cesaret
göstererek yüzleşmeye niyet ediyorum.
Öz
ışığımla bütünün en yüksek hayrına parıldamaya niyet ediyorum.
Birliğin
ve Sevginin Dünyasını seçiyorum.”
Şimdi söyleyeceklerimi, “Evet bu bana
söylendi diye şüphesizce bilecek” olan, ışık hizmetlisi topluluğuna ithaf
ediyorum.
“Hikayesinin
geçmişini ve geleceğini sezen ve neden bu vakitte dünyada olduğunu kalbinden
doğan bir bilişle bilen bizlerin, artık merkezimizin üstadı olması vakti.
Merkezimiz Aşk’tır. Bütüne duyulan bu sevgi ve merhametin sonucu olarak artık
konuşulamayanları konuşmamız, yapılamayanları yapmamız, öz karakterimizin
gerekliliklerini evrensel bir sorumlulukla yerine getirmemiz gerek. İsterse tüm
dünya fırtınayla kararsın, isterse son karanlık kapımıza kadar gelip dayanmış
olsun. Biz birliğin ve sevginin dünyasını seçtik. Dünyaların son kapıdaki
ayrımında oynayacağımız anahtar roller için, sonsuz sevgimiz ve Tanrısal
cesaretimizden ötürü, sözümüzü tutmak üzere buradayız.”
Şükürler olsun.
(Bu muhteşem görselleri yaratan kişilerin varlığına ruhuna şükran)
---
Bir önceki
yazımda Türkiye’ye taşınacağımızı duyurduğumda,
bir çok kardeşim kalplerinden gelen en güzel duygularla, sevgi ve
mutlulukla hoşgeliyorusunuz dediler; ya yazarak ya da sessizce gönüllerinden gönderdikleri
enerjileriyle. Kalbim doldu doldu taştı sevginizle. Varlığınıza ve Ruhunuza
şükran. Hoşbulduk bile. Kavuşmak, sarılmak dileğimle.
İstanbul programımız hakkında kısaca:
İstanbul’da bütünün şifası için alan tutan
sevgili kardeşim Seda Rodop Soran’ın
mekanı Radia Gelişim’de bir kere
daha Evrensel Kanallık ve Şifa Kursu
vereceğim için çok mutluyum. Bu kursta, gelecek olan dostlara hatırlatmak
istediğim, Yaradanın ilahi renk huzmelerine her daim kanal oldukları. Yalnızca
bir kaç bin yıl bu bağlantıyı unutmuştuk. Kısmetse hep beraber ışığı sese
dönüştüreceğiz, ışığı masaja dönüştüreceğiz, ışığı dansa dönüştüreceğiz, ışığı
bilgiye dönüştüreceğiz, ışığı şifa olarak aktarmanın çeşitli yollarını birlikte
deneyimleyeceğiz.
(Radia’da vereceğimiz bireysel seanslar
için yer kalmadı.)
İstanbul (Nişantaşı) - Radia Gelişim : 0212 296 00 08 / info@radiagelisim.com
5 Ekim (2 saatlik
toplu çalışma): 19:00, (Gurup seans)
Soul Gathering Ses ile Şifa Çemberi
6-7 Ekim (2 gün, 10:00-17:00) : Uygulamalı,
Evrensel Kanallık ve Şifa Aktarımı Kursu
No comments:
Post a Comment
Note: only a member of this blog may post a comment.