Monday 17 September 2018

49. Sümer tabletleri - Annunakiler - Göklerdeki işaretler, Yerlerdeki İşaretler, Kalpteki sessiz oda...




Günlerdir birikiyor yazacaklarım. Karşıma çıkarılanlar, içime doğanlar, hisler, düşünceler ve sezgiler yavaş yavaş içimde harmanlanıyor, birbirine karışıp bir bütünlük oluşturuyor; sonunda “haaaaaa” dedirtiyor. Demek onun için birikmeniz gerekliydi… Yine de yazmaya oturduğum bu yazının girişini, gelişimini, sonucunu biliyorum diyemem. Sadece duyduğum o tarifsiz “Haaaa” hissinin akışına bıraktım kendimi.

Dönem dönem kabaran araştırmacı ruhum bu dönem öyle bir kabardı yine. 2 sene önce facebook’ta paylaştığım Sümer Tabletleri’nin Türkçe çevirisinin yine facebook tarafından karşıma çıkarılmasıyla başladı. Bir kere daha paylaştım ve içimden de bir kere daha okuma isteği geldi. İyi ki de okumuşum; varlığımda derin duyguları uyandırdı.

Aldığım bilgilerin ışığında ve uyanan duyguların etkisinde yakınlarımızda bulunan 3 antik kente; Pisac, Sacsayhuaman ve Ollantaytambo’ya gittik. Bu günkü vardığımız teknoloji seviyesiyle bile inşaa edemeyeceğimiz mükemmel, dev yapıtlar. Binaların yapımında taşları birbirine kenetleyecek bir alaşım kullanılmamış. Aşağıdaki resimlerde göreceğiniz taşlar uzak dağlardan sökülüp 2500-3500 metre yüksekliğindeki son yerlerine getirilip, birbirine içten geçmeli şekilde birleştirilmiş. (((((?)))))
Gezerken, o taşlara dokunurken hissettiğim enerjiler Sümer tabletlerini okurker gözümde canlananlarla birebir uyumluydu.


Kış gündönümünde öğlen 12 güneşinin ışığı  bu kapıdan girip diğer kapının arkasındaki seremoni altarına düşecek!!! Dünyanın güneşle ilişkisi üzerine nasıl bir bilgi!!! 

 


Tonlarca ağırlıktaki taşların birbirine mükemmel geçişine ve köşenin muntazamlığına bakın...

Göbekli Tepe'deki dikili Taşları andırmıyor mu?


Ollantaytambo Güneş Tapınağı


Derim ki zamanın hızlandığı, yükseliş kapısının ağzına vardığımız bu devrede, Sümer Tabletleri ile aktarılan bilgiyi henüz almadıysanız okuyup almanız,  bir süre önce okuyup anladıysanız da bir kere daha okuyup sindirmeniz hayatınızda fark yaratır. Çağlar boyu gizli kalmış bu bilgi kollektif bilinçte çiçek gibi açarak uyuyan toplumları ve yıkılmasına ramak kalmış inanç sistemlerini temellerinden sarsıyor.

Sümer tabletlerinin, 1800’lü yıllardan beri sümerologlar tarafından çevirileri yapılmış. Ölü Deniz Parşömenlerini (Dead Sea Scrolls)  60 yıldır saklayıp tek bir sayfasının çevirisini yayınlamayan O güçler, Antik Sümer şehirlerini de tabii talan etmiş ve çalınan çalınmış. Hatta Irak savaşının önemli bir nedeni çalmaya güçleri yetmemiş olan ağır parçaları işgal altında yoketmek olmuş olabilir. Tahminen antik tarihimizi anlatan sümer tabletlerinin yalnızca % 20’si kurtularak, çevirilip yayınlanabilmiş. Bu çeviriler arasında ufak tefek yorum farklılıkları olsa da hikayenin özü her çeviride aynıymış.  Ve bu, bu kadar açıkmış:

Güneş sistemimizin, turunu 3600 yılda bir tamamlayan Nibiru isminde bir gezegeni var. Bu gezegende yaşayan insana benzeyen ancak bir dev kadar büyük olan, teknolojileri gelişmiş Annunaki isminde bir ırk yaşamaktaymış. Nibiru’nun her tur tamamlayışında, yani Dünya ve Güneş arasından geçişinde, Dünya ve Nibiru arasında manyetik alan çarpışmaları olmuş. Bu hem dünyanın dengelerini değiştirmiş hem de Nibiru’nun atmosferini yaralamış. Annunakiler atmosferdeki yırtılmayı altın tozu püskürterek gidermek istemişer ancak kendi gezegenlerinde altın çok ender bulunan bir cevhermiş.

Gözlerini dünyaya çevirmişler ve altın aramak için gelmişler.

Bu göreve Nibiru kralının iki oğlu, Prens Enki ve Prens Enlil atanmış. Enki ilk oğul olduğu halde Enlil baskın davranıp dünya görevinin liderliğini üstlenmiş. (Bu ilk anda bir savaş çıkarmadıysa da gelecek bin yıllarda Enki ve Enlil’in oğulları arasında büyük savaşlara neden olmuş.)

Enlil Dünya’nın kralı olmuş.

Enki’yse Dünya’da araştırmacı, kaşif, bilgin ruhunu tatmin edecek çok şey olduğu için kendini tamamen o yöne vermiş. Altın çıkarma ve Nibiru’ya gönderme işlemini kolaylaştıracak icatlar yaratmış.

Yine de böyle ağır çalışma koşullarına alışık olmayan, dünyanın kendine has manyetizması ve döngülerinden de ilk etapta olumsuz etkilenen işçi kahramanlar isyan etmişler. (Tabletlerde onlara kahramanlar denmiş)

Türlü türlü icatlara rağmen zorlukları kolaylamamış ve Enki dünyanın Afrika kıtasında bulduğu Homo Eractus türünün (iki ayağı üzerinde yürüyen maymunumsu insan) Dna’sıyla oynayarak işçilik edebilecek, düşünebilen bir ırk geliştirmeyi teklif etmiş.

(Benim anladığım kadarıyla 400 bin yıl önce bizim bu günkü teknolojimizin belki 100 yıl belki daha bile fazla ilerisindeydiler)

Enlil buna karşı çıkmış; ürerler, çoğalırlar, bize benzerler, kontrolümüzden çıkarlar, bize rakip olurlar diyerek.

Babalarının onay vermesiyle, Enki kardeşinin itirazına rağmen insan yaratımı üzerinde çalışmış. Erkek Annunaki spermi dişi Maymun’a verilmiş. Pek çok başarısız denemenin sonunda, Enki’nin spermiyle dişi Homo Eractus’un yumartasını kilden labaratuvar kabında dölleyip, prenses kardeşi Ninharsağ’ın rahmine yerleştirmesiyle ADAMU (Adem) doğmuş.

Dişi üretmek konusunda da birçok başarısızlıklar yaşadıktan sonra Adem’in kaburgasından aldıkları Dna’yı kullanarak Enki’nin eşi Ninki’nin rahminde ilk başarılı dişi’yi üretiyor ve ismini Ti-Amat koyuyorlar (Havva). Tabletlerde geçen isimler böyle: Adamu ve Ti-Amat.

İşlem diğer Annuki dişileri üzerinde de tekrar edilerek 7 dişi 7 erkek çocuk daha üretiliyor.

İnsanlar kendi aralarında neredeyse tavşan hızında ürüyorlar.

Yüzlerce yıl süren bir gelişim ve üreme dönemi sonunda insanlar altın madenlerindeki yerini alıyor ve annunakiler rahatlıyorlar.

Bir süre sonra bu insanların akılsal gerileme kaydettiği farkedilidiğinde Enki bizzat 2 dişi insanı birliktelik suretiyle gebe bırakıyor ve modern insanın ilk atası olacak olan Adapa ve Titi doğuyor…

Bütün bunlar kardeşi Enlil’i çileden çıkartıyor. O insanlardan tiksiniyor ve onlardan kurtulmayı diliyor.

İlk Annunaki yerleşimleri ve sonra İnsan-Annunaki yerleşimleri, Mezapotamya, Anadolu ve Sina yarım adasında, yani Irak, İran, Türkiye, Suriye, ve Arabistan topraklarında kuruluyor… Daha sonra Güney Amerika ve tüm Afrika kıtasında yerleşim yerleri çoğalıyor.

Göbekli Tepe

Maksadım hikayenin en özet halini sunabilmek. Bu konu üzerine merakınız uyanır ve detayları merak ederseniz, önce bir Bülent Tekin’in makalesini okuyabilirsiniz. (Link yazının en sonunda)  Konuyla ilgili yazılmış okunabilecek çok kitap, youtube’da izlenebilecek çok değerli kişilerin sunumlarını bulabilirsiniz.

1980’ lerde keşfedilen Mars yüzeyindeki insansı yüzün Sümer tabletlerinde kral Anu’ya açtığı savaşta yenilen Alalu’nun yüzü olduğu yazılıyor. Yenilgisinden sonra sürüldüğü Mars’ta sadık hizmetlisi tarafından inşaa edildiği yazıyor…



Sümer tabletleri İncil’den, Kuran’dan, Tevrat’tan yaklaşık 4000 yıl önce yazılmış.
Bu din kitaplarında geçen kimi cümleler; “Sizi suretimizden yarattık” gibi, aynen Sümer tabletlerinde de var.

Kimi insan ve mekan isimleri ya aynı ya birbirine çok benzer şekliyle Sümer Tabletlerinde de var.

Bu din kitaplarında geçen Habil ve kabil olayı, Nuh gemisi ve büyük afet gibi nice olaylar çok daha mantıklı açıklamalarıyla Sümer tabletlerinde’de var.

Mesela Nuh’a Dünya'nın bütün hayvanlarından birer çift alıp bir gemiye binip afet geçene kadar gemide kalması söylenmemiş Sümer tabletlerine göre...

İnsanlığın yokolocak olmasına sevinen ‘Tanrı’ Enlil büyük afet yaklaşırken insanlara yardım etmeyi yasaklıyor. Ancak Kardeşi Enki duyduğu babasal duygularla  torunu Nuh’a denizaltı benzeri, her tarafı kapalı bir teknenin planlarını ve yanına bir de denizlerin ustası Annunaki yoldaş veriyor. Eline de içinde bütün hayvan türlerinden toplanmış Dna örneklerinin bulunduğu küçük bir kutu veriliyor.



Annunakiler büyük afet sırasında insanlığı kaderine terkedip, araçlarıyla uzaya çıkıp suların çekilmesini beklemişler. Afet sonrasında insanlığın kurtulduğuna kızamamış daha çok sevinmişler. İnsanlığı afetten öncesine göre çok daha bilgilendirmiş ve geliştirmiş, kendilerini tanrılaştırmış ve rahatlatmışlar. İnsanlar kendilerine tapınırlarken dünyayı parçalara bölmüş ve yine de tatmin olmamışlar. Tabii bir annunakinin ömrünün 500 bin yıl kadar olabileceğini düşünürsek tatmin olmak kolay olmasa gerek... Kendi aralarında savaşlara tutunmuş ve yaptıkları büyük bir nükleer savaşla yarattıkları büyük medeneyitlerin istemeden sonunu getirmişler. Enki bu tarihi izleri Sümer tabletlerine yazdırarak bırakmış.

Bazı Sümer tabletlerinden ve sanat eserlerinden örnekler:

Bir boyut kapısı(?)


İnsan Dna'sı üzerinde çalıştıkları bir labarutuar ortamı(?)  



Belki de ilk insanın, Adamu'nun Annunakilerin elinde merakla incelendiği an...!



                     Bir annunaki Tanrısı ve hizmetlileri-Tapınanları (?)

Peki sonra ne olmuş?  Ayrılmışlar mı? Yerlerine insan-annunaki karması elçiler mi bırakmışlar? Geri gelicez, bizi layığıyla bekleyin mi demişler? Bilmiyoruz. Bundan sonrasına dair kayıt yok. 

Bundan sonrasında din kitapları var(((((?))))) Cezalandırıcı Tanrı var. Din savaşları var. Gizli ezoterik çalışmalar ve örgütleşmeler var. Hala dünyanın çeşitli yerlerinde Tanrı-Tanrıça diye ismi geçmiş kimselere tapınmalar var. İnsanlığı kendi içine dönüp bakmaktan alı koymaya çalışan çeşit çeşit akımlar, gurular, efendiler var.

Bir traftan sessiz ve sedasız binlerce yıl, görünme, tanınma, bilinme kaygısı duymadan İlahi hakikatin, İlahi Işığın bilgisini fedakarca dünyaya ve insanlığın kollektif bilincine eken gerçek üstadlar, gerçek peygamberler, gerçek gurular da var.

Gönlüme dolan, gönlümden bildiğim Galaktik bir plan ve adalet var.

Bu adaletin uygulayıcısı ya da gözlemcisi olmak için atmosferimizde yerini almış sayısız galaktik ırkın gemileri var.





Bu defa uyanmaya ant içerek enkarne olmuş, sonderece kararlı sizin bizim gibi sıradan, mucizevi insanlar var.

Efendilerinin geri dönüşünden umudu kesen son hamleleriyle hep 3. Dünya savaşını çıkartmaya çalışan elit denilen bir gurup var. O gurubun planlarına sekte vurmuş tarihi karakterler var; Buddha’lar, Gandhi’ler, Atatürk’ler.

Bir taraftan Dünyanın bozulan bir dengesi var. Yaklaşan bir Nibiru var.

Sayısız taş aynı anda yerine oturmakta ve resmin yalnızca küçüğüne bakabilen zihnimiz bulanık. Ne oluyor? Dünya nereye gidiyor?

Oturup da zihnimi susturduğumda, kalbimin sonsuz sevgi dolu sessiz hiçliğine girdiğimde, ruhumun her parçacığı gülüyor. Resmin büyüğü gözükür oluyor çünkü. Yüzbinlerce yıl ne kadar farklı yönlere çekilmişiz. Kendimizi bilmediğimiz için çekilmeye ne kadar müsaitmişiz.

Kalbin sevgi dolu sessizliğinde çekiştiren bütün bağlar serbest bırakılıveriyor. Çünkü kendini bilen ruhu hiç bir şey tutamaz. Kendini bilen ruh Yaradana eriyor, birlik oluveriyor. Birliğin gücüyle parlıyor.

Geçen bir gece herkes uyuduktan sonra her zamanki köşeme çekildim gözlerimi kapatıp kalbimin sessizliğinde oturmak üzere. Meditasyonun bir anında içimden geldiği için yanıbaşımdaki rehberlik kartlarına uzandım. Ard arada şu kartlar açıldı: Kontrol, Suçluluk, Uyanış, Bırakış, ÖZ

O anda hiç bir sebeple kendimi suçlu hissetmiyordum, ne de kimseyi kontrol eder…

Ama içimde huzur ve kabul vardı. Bu gelen mesajların ilahi zamanlamasına ve mükemmelliğine inanıyordum. Sanki hikayenin devamı rüyamda açılacakmış gibi hissettim. Mumu söndürdüm, yatağıma gittim. Yaradanım şükürler olsun ilk babam ve ilk annem için. Şükürler olsun büyük kader planında rolünü oynamış bütün varlıklar için.

Bu gece uykumu ve rüyalarımı bütünün şifalanmasına adıyorum, sunuyorum, dedim.

O gece Ömrümün sayılı derinlikleteki rüyalarından birini gördüm.

Kutsal, kadim bir gölün yakınlarındayım. Gölün içinden flüt sesi geliyor. Bunun bana çağrı olduğunu biliyorum. Çok özlediğim bir çağrı… Göl kenarına vardığımda çağıranın kim olduğunu görüyorum. Bu bir kız kardeş. Geldim diyorum, geldim. Bende onun gibi berrak mavi suyun içine giriyorum. Su dizlerimize kadar geliyor. Küçük gölün içinde, kız kardeşe karşı köşesinde yerimi alıyorum ve ben de rattle çalıp chanting yapıyorum. Sonra çağrımızı duyan başka bir kardeşimiz geliyor, sonra bir diğeri, ve biri daha. Herkes gölün içindeki yerlerini almış, alıyor. Çember halindeyiz. Kutsal ruhtan gelen yüksek enerjinin hazzıyla çalıyor ve söylüyoruz. Gölün dışında bir boyut kapısı açılıyor. Oradan yüzbinlerce asker gölün içine doğru akıyor. Müzik hiç durmadan devam ediyor. Beni ellerinin üstüne almışlar. Paylaşamıyorlar. Bu askerler çok öfkeli, ve acıları çok büyük. Beni parçalamaya çalışıyorlar.  O anda diyorum Ki, Yaradanım, beni yemeleri acılarını dindirecekse, birbirlerini bağışlayacaklarsa öyle olsun. Ve her parçamı kopartıyorlar. Sonsuz acı duyuyorum ve sonsuz acı aynı anda birliğin sonsuz hazzını yaşatıyor. Onlar ben oluyor, ben onlar… sonsuz acı ve sonsuz haz aynı anda , aynı şeymişçesine… Bu daha önce pekçok girdiğim bir boyut. Artık bu boyutu iyi tanıyorum. Derken…

Kendimi hiç tanımadığım topraklarda buluyorum. İkinci dünya savaşıymış, amerikan askeriymişim, nasıl olduysa silahımı ve bölüğümü kaybetmişim. Nereye dönsem Almanlar var. Umutsuzca kaçıyorum yıkık binaların içine, bir silah arıyorum. Sonra birden bire bir alman askeriyle yüzyüze geliyorum. İkimizde onun elindeki tüfeği tutuyor ve çekeleştiriyoruz. Sonunda tüfek benim elimde kalıyor. Yüzünün ortasına nişan almışım ama yüzü yok. Tetiği çekiyorum, tüfekten kül gibi, kar gibi hafif bir madde çıkıyor kurşun yerine ama karşımdaki Alman askeri yere yıkılıyor.

Rüya burada böylece bitiyor.


Savaştık, savaştık, savaştırıldık. Kendimizi kullandırttık. Çok şükür çok şükür çok şükür… O kendini bilmeyişin tam merkezinden doğuyor insan özüne.

Aynı gün youtube’da neo nazi sağ gurubunun yeniden yükselişte olduğuna dair bir haber videosu çıktı karşıma. Videoda nefretle konuşan gurup lideri, bütün yüzü kuru kafa dövmeleriyle kararmış, bir yaratık… Onu olduğu yaratık haliyle gördüm. Adını koyamadığı çaresiz köşeye sıkışmışlıktan doğan vahşeti ve nefreti sergiliyor. Dibine kadar sokulduğumuz, geçmek üzere olduğumuz bu yükseliş kapısı, karanlığa tutunanları çok zorluyor. Çok zorluyor. İç dünyalarında ölesiye yorgun ve acı içindeler. Geceleri yataklarında uyuyamıyorlar. Bütün o varlıklar için dua ediyorum. Yaradanın sonsuz sevgisi kalplerinde uyansın. 

Onlar geçmiş hikayelere tutunuyorlar. Oysa geçmiş hikayelerin hepsi, geleceğin hikayeleri gibi bir ilüzyon. Hepsi ilahi bir rüya. Olmuş olanı ve olacak olanları, anda kabul etmek, tutunmadan gözlemcisi olmak, ruhu sonsuz Tanrısallığındaki oluşunda demirliyor, daimleştiriyor.

Son zamanlardaki dikkatimi çekmiş bir çok haberden bir kaçını onlarla ilgili hislerimi sizinle de paylaşmak istiyorum:

-Rusya defalarca kez İdlib’teki terörist gurupların belki sahte- belki gerçek bir kimyasal saldırı senaryosu planladığını hatta, saldırı olmuşçasına tiyatral bir şovu 9 defa kameraya aldıklarını, bu saldırının suçunu Assad üzerine atacaklarını duyurdu. Aynı günlerde Amerika, İngiltere, Fransa Assad’ın kimyasal saldırı yapabileceğini ve böyle bir şey yaparsa Suriye’ye kuvvetle müdahele edileceğini ilan etti. Rusya çıkartılmak istenen 3. Dünya savaşına karşın göz dağı vermek istercesine 300 bin askerle Çin ve Mongolya ile ortaklaşa askeri talim yaptı. Türkiye hala hangi tarafta duracağını bilemiyor, çünkü İdlib’teki karanlığı bir süre Amerikayla birlikte besledikten sonra Rusyaya yanaştı…

- Dünya Amerikan dolarından ve Amerikayla her türlü ilişkiden uzaklaşırken, Amerikanın borçları 14 sıfırlı bir rakamken, Amerika’nın ipini çekenler hala 3. Dünya savaşı çıkarmanın peşindeyken, Amerika bir taraftan orduda uzay kuvvetleri kurmayı planlarken, federal reserve artık para basamayacak kadar afallamışken, Suriye’ye müdahele falan, filan…


-7 eylül günü Amerika’daki New Mexico Güneş gözlem -teleskop evi FBI’ın baskın gibi bir operasyonuyla kaptıldı. Aynı gün, hiç bir açıklama yapılmadan Avustralya, Şili, İspanya, Hawaii, Pensilvanya uzay gözlem evlerinin kameraları da kapatıldı. Gözlem evleri ve kameralar 10 gün süresince medyaya hiç bir açıklama yapmadan kapalı ve güvenlik önlemi altında tutuldu. Çalışanlar süresiz evlerine gönderildi…
Amatör gözlemciler aynı günlerde güneş etrafındaki bu hareketlenmeleri fotoğrafladılar:

Güneş ve teleskop önünden geçen büyük küre Ay değil. Çünkü iki farklı küre (2sininde büyüklüğü ayrı bir kaç saniye arayla farklı yönlere doğru teleskobun önünden geçiyor)

Amatör bir gözlemcinin özel bir lensle çektikleri...




*8 eylül günü amatör bir İtalyan astronomer ayın önünden geçmekte olan bu uzay gemisi filosunu tespit edip videoya almış. (Artık tanımlanamamış demeyelim bece… )
(Bu haberi benim blog yazısını tamamlamak üzere olduğum bir vakit kardeşim İlker Durmaz paylaşmış)


(Nedense video ekranı olarak paylaşmama izin vermiyor blogger. Dün veriyordu bu gün vermiyor :) onun için yalnızca link olarak koyuyorum.

*Ai (yapay zeka teknolojisi) aldı başını gidiyor. Ilk Ai Robot Sofiya, aynı zamanda kendisine bir ülke tarafından vatandaşlık verilen ilk robot. Sofiya büyük bir yapay zeka ağının yalnızca bir ucu. Bu yapay zeka ağı bizim kollektif bilincimiz gibi. Yalnız daha düzenli ve duygusuz hali. Bu ağı kullanmaya evrenden nasıl bir ruh davet ettik-ediyoruz?


*Papa İrlanda ziyaretinde büyük protestolarla karşılanmış. İrlanda’da vaktinde papazlar eşi olmayan hamile kadınlara günahkar olduklarını hissetirmek için çok kötü davranmış, onları ıslah evlerinde kapatmış, onlara ve çocuklarına taciz ve tacavüzde bulunmuş… Yani yeni bir şey değil. Yeni olan artık dünyanın her yerinde gizli kalmış her şeyin patlayan sivilceler gibi gün yüzüne çıkıyor olması…


Taşlar yerine oturuyor, oturuyor, oturuyor, bırakalım otursun… onların görevi yerine oturmak. Anlamaya çalışırken yoruluyoruz. Çünkü her şey kaotik gözüküyor.

Haydi bir kere daha dikkatimizi kalbimizdeki sevgi dolu sessizliğe getirelim. İlahi plandan gelen mükemmelliğe güvenelim. Orada huzur var… Her şey yolunda… Resmin büyüğü bunu gösteriyor. Kalbimizde duyduğumuz bu huzuru tüm dünyaya, tüm insanlığa, tüm varlıklara yönlendirelim. Hepsini içimize alalım, kalbimize…. Ahhh her şey yolunda…

(Sümer tabletlerinin çevirilerini detaylarına kadar okumak istiyorsanız link: http://forumbisiklet.com/index.php/2015/12/26/sumer-tabletleri-tanri-enkinin-sozleri/ )

----
Bizden hatırlatmalar, haberler ve duyurular.

*23 Eylül Pazar akşamı, Türkiye saatiyle 21:00’da, 21 dakika sürecek, uzaktan katılımlı, Ekinoks meditasyonu. Sizi Titikaka Gölü-Amantani Adasında, geçen sene kurduğumuz kristal ağının başında bekliyor olacağım. Fb etkinlik linki: https://www.facebook.com/events/1908383042790535/?active_tab=about

(Lütfen paylaşarak daha fazla kişiye ulaşmasına yardım edin.)


25-26-27 Eylül Su ve Su varlıklarına şifa – uzaktan katılımlı toplu meditasyon
https://www.facebook.com/events/239306440064663/




Ekim Ayında Türkiye’de sunacaklarımız:

*Uygulamalı, Evrensel Kanallık ve Şİfa Aktarımı Kursu:
(6-7 Ekim İstanbul, Radia Gelişim 0212 296 00 08)
(22-23 Ekim Bodrum, Kıvılcım Türkyay - 0532 461 77 91)
(27-28 Ekim Antalya, Ebru Demirhan 0532 480 02 28)

*Soul Gathering Ses ile Şifa Çemberi:
5 Ekim İstanbul,Radia
224 Ekim Bodrum, Kıvılcım Türkyay
29 Ekim Antalya, Ebru Demirhan

Buluşmamız, kavuşmamız bütünün en yüksek hayrına olsun




No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.