Konu, değişimi kabul etmek, değişebilmek,
konfor alanının dışına çıkmak, en yüksek kader yoluna teslim olmak.
Bütünün en
yüksek hayrına ulaşması gereken kişilere ulaşıp gözlerinden kalplerine,
kalplerinden ruhlarına ulaşsın ve de tam tersi; ruhlarından kalplerine,
kalplerinden dünyalarına…
İlahi Plan gereği, sürekli hareket halinde
olan galaksimizin gezegenleri, yıldızları, Ay’ımız ve Güneş’imiz aralarındaki
iletişim açılarını değiştirip ortalarındaki minik gezegen Dünya’ya ve üstünde
yaşayan bizlere, yeni bakış açıları kazandıracak, sınayıcı enerjiler
gönderiyorlar. Çok şükür bu sınavlarla sınırlarımızın ötesine zorlanıyor,
konfor alanımızdan dışarıya çıkıyoruz; ya da zorlandığımızla kalıyor, çıkmıyoruz.
Bu özgür irademiz ile seçimimizdir.
Konfor alanı öğrenegeldiğimiz, yaratadurduğumuz,
alışageldiğimiz, aklımızla sınırlarını kabul ettiğimiz hayat tarzımızdır. O
alanda değerimizi bilmeyen, canımızı acıtan ya da pohpohlayan insanlarla
çevrilmiş, ruhumuzu boğan bir işle meşgul, kalbimize yabancı bir eş ile
zincirlenmiş olabiliriz. Böylesine rahatsız bir hayata neden konfor alanı dendiğini
merak edelim mi?
“Değerimi bilmese ve canımı acıtsa da o
çevremi sarmış insanlar, yalnızlıktan daha iyidir. Olsun; hem onlarla çevriliyken
emniyetteyim.”
“Ruhumu boğan bir işle meşgulüm. Olsun; işi
olmayanlara bak… Evine iki lokma yemek götüremeyenlere bak. Hatta evsizlere
bak. İyi-kötü bir kazancım var. Emniyetteyim. İş yerindeki masam kalöriferin
yanında. Bazen çok terliyorum ve pencere açılmıyor. Patronum hep azarlıyor.
Olsun; razıyım. Katlanırım. Daha rahat bir hayat kime mümkün olmuş ki…Yalnızca
şanslı doğanlara… Hayat dediğin katlanmak değil mi… Zaman geçiriyoruz işte.
İdare edelim yeter…”
“Eşim ve ailem beni anlamıyor, kendimi
gerçekleştirmeme engel oluyor. Olsun; ya bir eşim olmasaydı. Bak evde
kalanlara; nasıl yalnızlar. Bak anası babası göçüp gitmiş yetimlere. Allah
eşimi ve ailemi başımdan eksik etmesin. Ben razıyım susmaya, onların istediği
gibi olmaya. Bir de çocuğum olsun hele. O kurtarır beni bu yalnızlık hissinden…
Çok şükür eşimin iyi bir işi ve kazancı var... Bazen de gülümsese bana ve elimi
tutsa, bundan iyisi hayal olur. Aşk dediğin zaten yalan…”
Ya da,
“iş kıyafetimi hazır etsin, akşam eve geldiğimde bir tabak yemek koysun,
biraz kur yapabilsin, çocuğumu büyütsün, yeter.”
“Değişmek
zordur, değişmek çok efor ister, değişmek tanıyanlarımı şaşırtır, deli derler,
değişmek mümkün değil, böyle geldi böyle gider…”
Örnekler çok çeşitlendirilebilir. Gerçekten
çok lüks bir ev ve araba, aldatsa da yakışıklı ve yüksek mertebede bir eş,
ruhunu sıksa da bir yerin patronluğu vs.
İnsanın öğretmenlerinden, yöneticilerinden,
büyüklerinden, ebeveynlerinden, çevresindekilerden, televizyonlardan, geçmiş
hikayelerden defalarca kez duyup kendi aklının içinde de defalarca kez
tekrarladığı bu kalıp anonim düşünceler aynı zamanda hayatının görünmez
hapishanesi olur. O hapishaneye katlanabilmek için tatlı, ılık bir uyku hali
geliştirir. Vurdumduymazlık uykusudur o.
Konfor alanı gri-siyah ile cart
kırmızı-sarı-yeşil arasında değişebilir.
Konfor alanı, bilinçsizce emniyette olma ve
ya nefsi besleme adına insanın kendini katlanmaya zorladığı, tarzı, genişliği,
derinliği, rengi, sesi olan hayat (ruhani uyku) şeklidir. Kiminin ki diğerine
göre daha geniş ya da derin ya da renkli, ya da sesli gözükse de içinde duyulan
bunalım hissi aynıdır.
İnsan, inanç ve duygu ağırlıklarıyla
kendini bu konfor alanında kalmaya zorladıkça, Ruh öz rengini dünyaya
yansıtmakta sınırlanır. Gelmekte olan yüksek bir enerji vardır ama, zihin ve
duygu bedeni o enerjinin topraklanmasına, fiziksel hayata yansımasına engel
olur. Örnekler düşünelim bu bunalımın neye benzediğini anımsayabilmek için. Müzik
yapma arzusuyla yanan bir insanın müzik entrümanı çalacak elleri olmadığını
hayal edelim. Ya da doğurganlık gücü olan bir kadının rahimsiz olduğunu hayal
edelim. Nasıl bir bunalımdır… Aslında bu kadar hayal etmeye gerek yok. Dönüp
bir bakalım hayatımıza. Belki bir süre öncesine kadar o konfor alanında kalmaya
kendimizi zorlarken duyuyorduk bu bunalımı. Belki de şu anda hala o sahte konfor
bunalımının içindeyiz.
Belki ruhunuz sizi bahçıvanlığa
yönlendirecek sinyaller gönderirken, siz kendinizi bankacılıkta kalmaya zorladınız/zorluyorsunuz.
Yazının bundan sonraki satırları, günümüz
dünyasında yaşanmakta olan bu yol ayrımını yansıtacak şekilde üç tür insana
hitap edecektir. Ya konfor alanından çıktınız, ya çıkmak arzusundasınız ya da
çıkmamakta direnmektesiniz. Bu üç durumun da kendine has sınavları var.
Karnımızda kelebekler uçuran, kalbimize
şarkı söyleten arzular, ruhun insan varlığıyla iletişim dilidir. O dili duyup akışına
teslim olanlar ruhla bir olduklarını, hiç ayrılmadıklarını duyumsar ve
kutsallıklarına uyanır, öyle de yaşarlar.
O dili duymazdan gelip, aksi yöne gitmeye
kendini zorlayanlar ise ruhlarından koptukları yanılgısına düşerler. Bu ayrılık hissi asla hiç bir fiziksel
konforla ya da bağımlılıkla doldurulamaz. Hep eksik hissedersiniz ve o
eksikliğin bunalımını duyarsınız. Konfor alanınızda biraz daha başarılı olmaya
çalışırsınız belki, biraz daha güzel olmaya, biraz daha zayıflamaya, biraz daha
kilo almaya, biraz daha popüler olmaya, biraz daha kabul edilir olmaya vs. Ne
yaparsanız yapın o eksiklik hissi tatmin olmaz. Dahası eksikliğin ne olduğunu
da bir türlü anlayamazsınız. Kusmak
ister kusamazsınız, yanmak ister yanamazsınız, ölmek ister ölemezsiniz.
Başınızın dikine, akışın aksine yürümeye devam edersiniz. Suyun altında sonsuz
bir boğulma hissi gibidir bu. Antidepresan verirler; bir süre duygusuzlaşınca
herşey yolunda sanırsınız. Sonra antidepresan işe yaramaz olur; dozu arttırır
ve duygusuzluk alanına geri döner, bir süre daha idare edersiniz. Olmaz,
yetmez. Dozu ne kadar arttırırsanız arttırın içinizdeki boşluğu
dolduramazsınız. Duygularınız ayrılık ilüzyonunun farkına varmanız için
araçtır. Duygusuzlaştıkça ruhunuzdan daha ayrı, daha uzak düştüğünüz ilüzyonuna
kapılırsınız. O boşluk daha doldurulmaz hale gelir. Sonunda sizi sarsacak
deneyimler doğar hayatınıza; sarsılıp kendinize gelesiniz diye… Bir
organınınızı kaybedersiniz belki. Ölümün kenarına kadar gelir, diğer tarafa bir
göz atma şansı bulursunuz belki. İflas eder köprü altında yaşarsınız belki.
Neler neler.. ne sarsıcı hikayeler… Size bastırdığınız duyguları ortaya
çıkartacak, bu sayede özünüzden (Tanrı’dan) ayrılık ilizyonunda olduğunuzu
farkettirecek deneyimler…
Bazı insanlar anılarını, uyuşturucuları, alkolü,
seksi hatta ruhaniyeti araç olarak kullanabilir duygularını görmezden
gelebilmek için.
Bahaneler üretir insan değişmemek için. Ama
çocuğum var, ama ülke koşulları şöyle-böyle, ama ödenecek faturalarım var, ama
ailem ne der, ama ama ama…
Çevrelerindeki insanların kendisini
tanımladığı bir tarzı olan insan, o tarzın dışına çıkmaktan korkar. Ya ne
derler, ya ne düşünürler, ya ya ya… Bahane her zaman bulunabilir.
İnsanın konfor alanında kalmasına neden
(yardımcı) olan düşünce formları vardır. Para böyle kazanılır, iyi bir anne ya
da baba böyle olunur, kabul edilir bir toplum ferdi şöyledir, böyle emniyette
olunur, Tanrı böyle insanı sever, şöyle insanı sevmez vs. Bu öğrenilmiş bilgiyi
korurken çıkar bahaneler.
İnsan inançlarının neler olduğunu iyice
irdelemeli, analiz etmelidir. Neye inanıyorum? Bu inanç benim inancım mı? Bu
inanç benim kendi hapishanem mi? İnsan,
‘inancım hapishanem olmuş’, cevabına vardığında bir çözülme başlar. O ana kadar
belki koşullarının, işinin, ailesinin, dininin, toplumun, eşinin, kendisini
tuttuğunu sanan insan aslında inançlarının tututculuğunda olduğunu anlamaya başlar.
Güçsüz olduğu inancı yıkılırken, gerçek gücünü anlamaya başlar.
Ben ruhum, ruh ben; Ben Tanrı’yım, Tanrı
Ben; Ben Benim.
Böylece ruhtan ayrı düştüğü yanılgısından
doğan boşluk hissi, hakikatle dolmaya başar. Ruhtan gelen, o kalbi şakıtan
enerjiyi sonunda yakalar, anlar, içer ve korkularına rağmen gözleri kapalı
içine dalar. Olan, kendini karanlık bir deliğin içine bırakmak gibidir. Çünkü içine
daldığın akışın seni nereye götüreceğini bilemezsin. O seni bir anda senelerce
çalıştığın gemilerden çıkartıp, Japon bir ruh eşiyle evlendirip, baba yapıp, öz
değerlerine uyandırabilir; oradan da Peru’da yeni bir yaşama uçurabilir. Belki seneler sonra seni oradan alır Güney Afrika’ya
götürür ve Galaktik varlıkların Dünya’ya ilk inişine tanık eder. Dünya’da
başladığın insan hayatın bakarsın bir uzay gemisinde devam eder. Tamam bu kadar
fantastik gelişmeyebilir herkes için ama demek istediğim şu: Bunu kim
bilebilir? Bilmek ruhun işidir.
Deneyimlemek ise ruhun dünyadaki uzantısının – insanın işidir.
İnsan, ruhu kalbinde duyar, duyduğuna
inanır ve inandığını yaşar. Ya da zihnini başkalarının inançlarıyla doldurur,
onlara inanır ve onların dayattıklarını yaşar.
Konfor alanından çıkışınla içine daldığın o
kara delikteki sonsuz düşüş ve kayboluş hissi, uyanmaya karşı bunca zaman
beslemiş olduğun korku, endişe ve panik duygularınla bir yüzleşmedir
aslında. Direnip geri dönmeye
çalışabilir ve belki bunu başarabilirsin de. Kendini Yaradan’ın sonsuz gücüne
ve sonsuz çekimine teslim etmeyi başarabilirsen birsüre sonra karanlıktaki düşüş
hissi değişir, sanki rengarenk gökkuşaklarının içinde uçmaktaymışsın gibi olur.
Bir an sonra nerede olacağını ve ne yapacağını bilemesen de emniyette olduğunu duyumsarsın.
Yaradan’a güvenin ve teslimiyetin artık gelişmiştir. Beklentilerin buhar
olumuştur adeta. Yaptığın her şeyi beklentisiz bir neşeyle ve aşkla yapar
olursun. Ve sezersin ki her ne yapıyorsan bütüne hizmettir, bütüne faydadır. Artık
kendi emniyetini bencilce sağlamaya çalıştığın bireysellik kutusundan, evrenin
sonsuzluğuna doğru çıkmış, bütüne hizmette, güçlü ve güvende bir
ruh-insansındır.
Bütün yolculukların sonu eninde sonunda
budur.
Aslında kutuda kalmaya direnmek, akışa
teslim olup sonsuzluğuna açılmaktan daha zor gözükmüyor mu? Senin doğan zaten
sonsuzluk değil mi ey Tanrı’dan gelen, Tanrı’dan olan…
Bu gün bütün insanlığı konfor alınından çıkmaya
teşvik eden evrensel enerjiler bolluk ile geliyor, üstümüze yağıyor. Bu böyle
olunca kutusundan çıkmamayı seçenler her zamankinden daha fazla acı çekiyor.
Her zaman kullandıkları ilaçlar-maddeler-ilişkiler, geçmişe ait acı-tatlı
anılar, artık onları idare edemiyor. Katlandıkları iş, eş, durumlar, inançlar, tuttuklar
çelik teller gibi ellerini kanatıyor. Onlar aynı kalmaya çalışırken evrensel
bir kanuna karşı direniyorlar. O evrensel kanun, her şeyin değişme
zorunluluğudur.
Dünya değişirken, belki en sevdikleri bir
tanıdıkları da değişip-dönüşüp ışıl ışıl ışıyor. Onların ışığına da inanmıyor,
yalansın diyorlar. Sonra o dönüşen sevdiklerine kırılıyor, kızıyorlar.
Hiçbirşey sonsuza dek aynı kalamaz.
Sonsuzluk kadar uzun olan ruh yolculuğu içinde zamanımız var gibidir. Bu
hayatında şimdi dönüşmeyenler gelecek bir hayatta, er ya da geç uyanacak ve
dönüşmeye başlayacaktır. Onun için, hiç acele yok. Acıya katlanabildikleri
ölçüde değişim ve dönüşüme direnmeye devam edebilirler. Bu onların seçimi
olacaktır. Biz kutusunun dışına çıkmış-çıkmakta olanlar, onları tüm kalbimizle
seviyorsak, seçimlerine saygı duyarız. Özgür İrade başka bir evrensel kanundur.
Onların ruhani yolculuğunu ve bu hayattaki seçimlerini saygı duyarak
onurlandırırız. Onların acısını kalbimizde duyar ve daha fazla aşka
dönüştürürüz. Bu da aydınlığa yönelen ruhların evrensel görevi ve sınavıdır. Bu
boyutun ötesinden dünyayı ve insanlığı izleyip uyandırıcı etkiler gönderen
yüksek ruhları, melekleri, üstadları düşünün. Onlar insanlığın yaşadığı
bunalım, acı ve karanlığı görmezden geliyor mu dersiniz? Onlar (duyumun)empatinin
üstadlarıdır. Sonsuz merhametleriyle acımızı bizlerle birlikte dinler ve kendi
paylarına düşen kadarını daha fazla aşka dönüştürürler. Acımızla yanar,
uyanışımızla evrensel orgazma girerler. Mayalanmaya ve genleşmeye her halukarda
devam ederler. Biz bu üstadlık yolunda çok erken bir sınıftayız. Sevdiklerimizin
bizim değişimimizden duydukları acıları görüp duyduğumuzda, kutumuza geri
kaçmak istiyoruz. Her seçim, maddi-manevi bağımlılıkları kesip, öz
karakterimizi olduğu gibi açığa çıkarmak
için bir araç, bir sınav.
Öz’e doğru akan bu yolda, kendimizden şüphe
ettiren, günah mı işliyorum, deli mi oluyorum, herkes yanlış da ben mi doğruyum
diye sorgulatan, geri adım atmaya, saklanmaya, kaybolmaya teşvik eden her
sınava şükürler olsun.
İnsan, kalbim bundan daha fazla açılamaz
dediği andan itibaren, kalp bir dünya büyüklüğünde daha açılıyor. Bir noktadan
sonra aklının durduruculuğu, kalbinden akan yolun gücü karşısında duramayacak
kadar zayıf kalıyor. Zihin bundan daha fazla arınılamaz, bundan daha fazla
değişilemez dediği anda sabun köpüğü gibi patlıyor ve insan Tanrı’nın
sonsuzluğuna doğru dünyalar kadar arınıp, değişip, genleşiyor… Artık zihninin
üstadı oluyor.
Değişim gayretsizce,
Değişim sorunsuzca,
Değişim kolaylıkla,
Değişim aşkla,
Değişim doğamdır,
Değişim güven ve teslimiyetle,
Değişim sonsuza dek,
Değişimim Tanrı’ya uyanışım…
Ruh’tan-Öz’den-Tanrı’dan ayrılık yanılgısı
erirken içimizdeki eksiklik hissi dolmaya başlar dedik ya… Orada başka bir
yanılgıya düşmeyelim. Aşk’a – Yaradan’a asla doyamazsınız. Sonsuzun
varabileceğiniz bir son noktası yoktur çünkü. Ancak bu sonsuz yolculuğun içinde
insan ve ruh olarak iki ayrı şey olduğunuz yanılgısından çıkmanız,
yolculuğunuzu daha anlamlı, daha akışkan, daha orgazmik ve kelimelerle tarifi
olmaz mucizevi BİR ŞEY haline getirir. Ve de öyle olsun.
Bütün varlıklar gerçek emniyet hissinin Öz’e
teslim olmak ve Öz olmak olduğunu tüm zerreleriyle anlasınlar, Öz’e uyansınlar
ve ışısınlar. AHHHH, Şükürler olsun
Belki 2 ay kadar evvel, telefonla bir video
kaydetmişim. Bu videoda kendi kader yolumu ve bütün varlıkların kader yolunu
onurlandırdığımı ilan ediyorum. İçinde bulunduğum frekans birlik frekansı ve
ilanım katılan bütün varlıklar için, hepimizin sesi… Dinleyerek katılmak
istiyorsanız, buyurun. Kulaklıkla, meditatif olarak dinlemenizi önemle tavsiye
ediyorum. Davul, söz, chanting ve yakındaki köyün sesleri birbirine erimiş.
https://www.youtube.com/watch?v=nFc6V15v33c
---
Pisac'ta 2 Japon dostla tanıştık. Bir akşam yemeğinde evimize geldiler. Yuuka onlara karnı yarık yaptı. İlk kez böyle bir yemek gördüklerini söyleyerek, şüpheyle yaklaştılarsa da sonra parmaklarını yaladılar. :)
---
Yolculuk
ve Yaşamımız Nasıl Gidiyor?
44. blog yazımı okuduysanız
hatırlayacaksınızdır; Kader yolumuz bizi Peru’nun Kutsal Vadi’sinde Arda
ismindeki ileri görüşlü, koca kalpli dostumuzun evine, Vamoss’a getirmişti.
Görmüştük ki Arda kendi kendini idame ettirebilen, ekolojik, ruhani, sevgi dolu
bir köy yaratma projesi için kendi gibi güzel insanlardan oluşan bir ekiple
kolları sıvamış, projeler hazırlıyordu. Biz de kalbimizde katılma isteğini ve
heyecanını duyup katılmıştık. Bu projenin gerçekleşebilmesi için maddi desteğe
ihtiyaç vardı ve bunun için toplu fonlama sayfası oluşturulmuştu.
Hedeflenen meblanın hepsinin toplanması
halinde projede yer alan her şeyi elbirliğiyle hemen kurmaya başlayacaktık.
Meblanın belli bir kısmının toplanması halindeyse belki yalnızca toprağı alıp projenin
en önemli parçalarını kurarak başlayacaktık.
Toplu fonlamanın bu gün itibariyle son 22
günü. Her kes ve en önce Arda elinden geleni yaptı ve şimdi hepimiz sessizce
olanları izlemekte, hayatımızı yaşamaktayız.
Biz bu arada Vamoss evinden ayrılarak Pisac
Kasabası’nda ev kiraladık. Shasta’da, içinde meditasyon yaptığım bir piramit
vardı, önceki yazılarımdan birinde bahsettiğim. Piramidi yaptıran o güzel
insanın bize verdiği telefonu arayıp Pisac’taki dostuyla tanıştık. Ev sahibimiz
oldu. Ismi Angel (Melek), evinin adı Lemuria 😊
Vamoss aile hayatı çok değerliydi bizim için.
Yine de şifa işinde çalışan insanlar olarak, biraz daha geniş özel alana ihtiyaç
duymuştuk. Şimdiki evimiz de dağların arasında, doğanın içinde, sıcak ve sevimli.
Maya’yı çok yakınımızdaki Montessori eğitim
sistemini benimsemiş bir okula yazdırdık. Bizim gibi dünyanın çeşitli
yerlerinden gelip bu kasabaya yerleşmiş insanların çocukları var. Bir de Kaya
isminde tam yaşıtı bir Türk arkadaşı var Maya’nın. Kaya ve Maya birlikte
oynuyorlar. Kaya Maya’ya İspanyolca-Türkçe çeviriler yaparak yardımcı oluyor.
Birbirlerini çok seviyorlar. Maya İspanyolca’yı bizden çok daha hızlı
öğreniyor. Her sabah, Maya’yı nehir kenarında 15 dakikalık bir doğa yürüyüşü
yaparak okuluna bırakıyoruz. Onun sabah yokluğunda yoga yapıyoruz ya da
kasabada bir kafe’de oturup keyif yapıyoruz.
Kasabanın küçük
pazarında koskoca bir avakadoyu 1,5 tl’ye alabiliyoruz. Pazarcıların gözü
alıştı bize.
Ben akşam saatlerinde evimizin dinginlik
odasına çekilip Türkiye’den bağlantı kurmuş, istekte bulunmuş kişilere ‘Uzaktan
Görü Ruhani Rehberlik ve Şifa Seansını’ sunuyorum.
(Bu seansı almayı diliyorsanız bana strongwings121212@gmail.com email adresinden ulaşabilirsiniz)
Sonra hep birlikte Yuuka’nın yeni öğrendiği
ve ilk kez denediği yemekleri yiyoruz.
Gece belki bir film izliyoruz. Maya’yla
saklambaç oynayıp koşturuyoruz evin her yerinde.
Bir ufak faremiz vardı. Kendisinden barış
ve huzurla ayrılmasını diledik. Ayrıldı galiba.
Kalbimize Ekim-Kasım aylarında Türkiye’ye
gelmek, sevdiceklerimizi görmek, bireysel seanslar, ses şifa çemberleri, Evrensel
kanallık ve şifa kursları sunmak arzusu doğmuştu. Dostlarımıza ulaşıp biz size
geliyoruz; bir kere daha bütüne birlikte hizmet edelim, dedik. Çok sevindiler.
Tarihleri ve o dostların
mekan-iletişim bilgilerini birkaç güne kadar Facebook
üzerinde açacağım bir etkinlik sayfasında duyuracağım.
Bu yazımı Peru'daki hayatımızdan bir kaç fotoğrafla bitiriyorum.
Aşkla kalın dostlar.
3 bin küsür metre yükseklerde karlı tepelerin altında sıcak termal havuzlar bulduk. yılan gibi kıvrılan yollarda gidiş -dönüş 3 saat araba yolculuğu zor gelmese her gün gideceğiz. Suların çok güçlü ve şifa dolu.
Maya'nın Okulu
Kutsal Vadi'deki Türk dostlarımız (Vamoss evi değil) Unutulmaz bir kahvaltıydı.
Evimizin çok yakınında antik İnca Şehri var. Onun altına gidip piknik yaptık bir gün.
Ayda bir kez kurulan Ecoferia isminde bir festival. Bir dahaki ay biz de katılıp şifa seanslarımızı sunmaya anlaştık.
Maya'nın Okulu
Kutsal Vadi'deki Türk dostlarımız (Vamoss evi değil) Unutulmaz bir kahvaltıydı.
Evimizin çok yakınında antik İnca Şehri var. Onun altına gidip piknik yaptık bir gün.
Ayda bir kez kurulan Ecoferia isminde bir festival. Bir dahaki ay biz de katılıp şifa seanslarımızı sunmaya anlaştık.
No comments:
Post a Comment
Note: only a member of this blog may post a comment.