(20 sene kadar önce çektiğim bu 2 fotoğrafı buldum)
Gençliğimde
Akdeniz-Ege sahil şeridini bir aşağı bir yukarı birçok kez otostopla geçmiştim.
Bazen saatlerce hiç kimsenin almadığı olurdu. Bulunduğum noktadaki her detayı
hafızama alırdım. Bir yol kenarı abidesi gibi özenle yerleştirdiğim sırt
çantam ve gitarımın etrafında dönüp dururken hayaller kurardım. Dünyayı gezmek ve görmekle ilgiliydi bu
hayaller. Sevdiğim kadınla rengarenk bir otobüse biner uçar giderdik. Beni
geçip metrelerce ileri duran bir aracın arkasından eşyalarımla koşturup nefes
nefese, açık cama varırdım.
-Nereye
gidiyorsun genç?
-Ben kuzeye doğru
gidiyorum. Yolunuzun ayrılacağı yerde inerim.
Sonra başlasın
muhabbet. Ne ilginç hikayeler.
Otostobu bana çekici
kılan şey farklı insan profilleriyle karşılaşmalar, paylaşımlar, deneyimlerdi.
Onlarla
besleniyordum adeta. Onlar benim yaşamadığım ve yaşamama imkan olmayan
hikayelerin sahipleriydi.
Bir posta dağıtım
kamyonu, traktör kasası, balıkçı, bir ekmekçi kamyoneti, ülkeler arası dolaşan bir tırcı, her
türlüsünden özel araçlarıyla yolculuk eden insanlar. Fakirler, zenginler,
mutlular, mutsuzlar, sağlıklı ve ya hasta olanlar. O zaman hikayelerin acı
olanlarını dinlerken gözüm yaşarırdı. Umut verecek birşeyler söylemeye çalışırdım.
Demişlerdir, çal bi şarkı genç efkarımız dağılsın; ben de çalıp söylemişimdir.
Bazen yol üstü lokantasında yemek ısmarlamışlardır. Ödemeye çalıştığımda “HOP,
dur orda genç!!” “Sen para kazandığında ödersin”…
Son lokma
ekmeğini ortadan ikiye bölüp paylaşan kamyon şöförü güzel insanlar vardı.
Yıldızlı gökyüzüne
doğru direksiyonu bırakıp 2 elini birden kaldıran şoför abi şöyle demişti:
“Orda bizden
başka birşeyler olduğunu söylüyorlarlar… Ne dersin?”
Aradan geçen
senelere rağmen aklımdan çıkmayan anılar, insan yüzleri ve hikayeleri hatta
sözleri…
Asıl konuya
gelmedik daha. Şeytanın arabasını anlatacaktım size…
Geçenlerde Mersin’den
Kaş’a doğru araba sürüyorum. Geçtiğim her yerde otostop çeken 18-20-25 yaş
aralığındaki Gökhan’ları görüyorum. Bir o yöne bir bu yöne doğru otostop
çekiyorlar. Her görüşümde CANIMMMMM diye sesleniyorum. Seni seviyorum Gökhan.
Devam et yolcu Gökhan!!!
Kalbim de
geçmişime olan sevgimle dolup dolup taşıyor. Bazen güldürüyor, bazen gözümü
yaşartıyor.
Derken Antalya’ya
1,5 saat mesafede bir dede gördüm, el etti durayım diye.
Durdum. Arabaya
binip kusar gibi konuştu. Nerdeyse hiç bir şey anlamadım. İlk sarsıntıyı
yaşayıp geçirdikten sonra daha iyi anlamaya başladım. Dedi, kendimi tanıtayım.
Ben bilmem kimoğlu bilmem kim… geçenlerde aradılar almanya’dan hocam çocuğa
şeytan kaçmış bir üfle çıksın… okudum üfledim de bıraktı çocuğu… Nefesim böyle
imanlı böyle kuvvetli vs vs…
Adam konuşurken
ağzından tükürükler saçılıyor. Haph köpj huph ghyy… gibi geliyor kulağıma
söylediği herşey.
Bizim Konya’da
bir şeyhimiz var… ooo bidibidibidibidi bidi bidid bidididid…
(Ölü bile
kaldırır nekromencer 9. Seviye büyücüdür demediği kaldı)
Sen de gel
tarikatımıza dedi.
Adamın enerjisi
alanın %95’ini kapladı. Ben nerdeyse cam kenarına yapışmış şekilde sürüyorum
arabayı. Bir de istemsizce basıyorum gaza. Son sürat gidiyoruz.
İçim kalktı.
Farkettim ki bu güne kadar besleyip büyüttüğüm, yarattığım Gökhan’ın tam zıt
kutbunda bu adam ve beni haşin bir misyoner gibi kendi içine çekip kendine
dönüştürmeye çalışıyor.
Devam etti
konuşmaya:
-Geçenlerde bir
başkasının arabasına binmiştim böyle. Adam anlattı bir sıkıntısı varmış.
Sordum ona 5
vakit namaz kılar mısın diye. Yok kılmam dedi…
Ee ben de dedim
ona, sıkıntının bintürlüsü gelir. Sen nur’dan değül şeytan’dan besleniyorsun.
İçimdeki rahatsızlık
iyice büyüdü. Arabaya yayılan ağır gül yağı kokusu resmen adamın kaplayıcı
enerjisinin fiziksel bir yansıması. Ta mideme kadar indi…
Sen necisin, dedi. Pazarlamacı mısın?
Duymamış gibi
yaptım. İçimde fırtınalar kopuyor. Şamanım desem, “OOOOO Şeytan” deyip
başlayacak tükürmeye. Gel seni dündar edelüm diyecek. Ben de yeter da bu kadar
ben de insanım deyip durdurup indiricem arabadan. Hem o yolda kalmış olacak hem
elimizden büyük bir fırsatı kaçırmış olacağız.
İşte bu fırsatın
farkına varıverdim birden.
İçimden kendi
kendime konuşuyorum. Yaradanım bizi bir arabaya bindirdiysen ve aynı yola
gönderiyorsan bunun bir büyük amacı vardır. Neyi anlamamı istiyorsun?
Yavaş yavaş
nefeslerim sakinleşti ve derinleşti. Merkezime geldim. Ohhhh dedim.
Herşey apaçık
görünür oldu. Ben dünyasal kimliğimle tanımlı olduğum sürece her zaman bir zıt
kutup olacak. Ve zıt kutuplarla her karşılaşma böylesine rahatsızlık verici
olacak. Ben ruhumun merkezindeyken, kalbimin merkezindeyken egom olan dünyasal
kimliğimin farkındayım ve kontrolü halindeyim. Kurslarda da zaten bunu yapmayı
öğretiyorum. Ama ben de insanım ve bazen tetiklenebiliyorum. Kısa sürelerle
farkındalığımı yitirip dünyasal kimliğimin çatışmasından doğan acının içinde
kaybolabiliyorum. Ve o anda da öyle oluvermiş ve geçivermişti…
Egomun
farkındayken ve de kalbimin merkezindeyken bu adama gayretsizce sevgiyle
bakabiliyordum.
Öyle ki sevgiden
ve onun hakkındaki iyi dileklerimden gözlerim yaşardı, dönüp dedim ki:
“Yalnızca şu
kadarını söyleyebilirim ki arabama bindiğin için şükrediyorum. Kalbim
mutlulukla doldu.”
Pencereyi açtım
ki ağır koku dışarı çıksın.
Bu an bana anlam
vermeye çalışan gözlerle baktı yan yan. Yavaş yavaş toparlandı, hatta camına
iyice yaklaştı. Ellerini önünde kilitledi, kendini içine kapattı.
Biliyordum ki
beni dinlemeye hazır değildi. Onun için konuşmama gerek yoktu. Benim konuşmam
yalnızca onun açtığı bir savaşa katılmış olmam olacaktı. Bu savaş haklılık savaşıydı. Doğru ve
yanlışın haklı ve haksızın savaşı. Zıt kutuplarda durduğumuz sürece var olacak
bir savaş.
Ruhani yükselişin
bizleri ilerlettiği noktada ise kutsal birlik var. Yaradan’ın kendine has
sonsuz renkleri, birbirini acıtmadan, aşk merkezinden, kendilerini ifade
edebilir.
Biliyorum ve her
zaman söylüyorum ki vakti gelirse sevgiden bir tokat atılabilir. Bazen de sevgiden
ötürü hiç bir şey söylemeye gerek yoktur.
Sonra telefonum
çaldı. Speaker açık şekilde konuştum. Telefonda Maya vardı ve ağlıyordu.
Ağlaması da
gerçek bir ağlama sayılmaz; çizgifilm karakteri gibi ses ediyor.
Dedim, arabayı
durdurunca arayayım, o zaman anlat kızım.
Kapattım.
Hacı dede sordu:
Ne oldu annesi mi dövmüş?
Dedim, dede bizde
ceza ve ödül yok. Öğretmen sevgidir.
Dede iyice küstü.
Arka fonda da hafif
hafif şamanik tıngırtılar çalıyor.
Yaaa dede…
binersin böyle şeytanın arabasına. Bindirirler… ruhun duymaz…
(Ben onun
tanımladığı şeytanlık sıfatındayım ya o açıdan böyle diyorum)
Arabadan inerken
çenesindeki ve gözündeki merak ifadesi son gördüğümdü.
Bütünün hayrına
olan yolları yürüyelim dede, dedim.
Amin bile demedi…
Şey dedi: “Telefonumu
vereyim, belki sonra ararsın, sana dergiler, gönderirim, tarikatı ziyaret
edersin”
Yok dedecim
dedim. Gerek yok…
Bir gizem olarak
hafızasında kaldım. Geçmişinde…
Aşk ile dostlar
-----
Yaklaşan programım:
19 Kasım 19:00, Mersin Kayra Gelişim, Yuuka ile birlikte sunacağımız ''Soulgathering Ses ile Şifa Çemberi'' (0507 3656515 ve gulriz@kayragelisim.com)
28-29 Kasım, 2-3-4 Aralık İstanbul, Terraflowers bireysel seanslar (0216 4834433 ve 0532 6339516)
30 Kasım-1 Aralık Evrensel Kanallık ve Şifa Kursu İstanbul Terraflowers
No comments:
Post a Comment
Note: only a member of this blog may post a comment.