Sunday 27 October 2019

53. Şeytanın arabası



                 (20 sene kadar önce çektiğim bu 2 fotoğrafı buldum)


Gençliğimde Akdeniz-Ege sahil şeridini bir aşağı bir yukarı birçok kez otostopla geçmiştim. Bazen saatlerce hiç kimsenin almadığı olurdu. Bulunduğum noktadaki her detayı hafızama alırdım. Bir yol kenarı abidesi gibi özenle yerleştirdiğim sırt çantam ve gitarımın etrafında dönüp dururken hayaller kurardım.  Dünyayı gezmek ve görmekle ilgiliydi bu hayaller. Sevdiğim kadınla rengarenk bir otobüse biner uçar giderdik. Beni geçip metrelerce ileri duran bir aracın arkasından eşyalarımla koşturup nefes nefese, açık cama varırdım.

-Nereye gidiyorsun genç?
-Ben kuzeye doğru gidiyorum. Yolunuzun ayrılacağı yerde inerim.

Sonra başlasın muhabbet. Ne ilginç hikayeler.
Otostobu bana çekici kılan şey farklı insan profilleriyle karşılaşmalar, paylaşımlar, deneyimlerdi.
Onlarla besleniyordum adeta. Onlar benim yaşamadığım ve yaşamama imkan olmayan hikayelerin sahipleriydi.

Bir posta dağıtım kamyonu, traktör kasası, balıkçı, bir ekmekçi kamyoneti, ülkeler arası dolaşan bir tırcı, her türlüsünden özel araçlarıyla yolculuk eden insanlar. Fakirler, zenginler, mutlular, mutsuzlar, sağlıklı ve ya hasta olanlar. O zaman hikayelerin acı olanlarını dinlerken gözüm yaşarırdı. Umut verecek birşeyler söylemeye çalışırdım. Demişlerdir, çal bi şarkı genç efkarımız dağılsın; ben de çalıp söylemişimdir. Bazen yol üstü lokantasında yemek ısmarlamışlardır. Ödemeye çalıştığımda “HOP, dur orda genç!!” “Sen para kazandığında ödersin”…
Son lokma ekmeğini ortadan ikiye bölüp paylaşan kamyon şöförü güzel insanlar vardı.

Yıldızlı gökyüzüne doğru direksiyonu bırakıp 2 elini birden kaldıran şoför abi şöyle demişti:

“Orda bizden başka birşeyler olduğunu söylüyorlarlar… Ne dersin?”

Aradan geçen senelere rağmen aklımdan çıkmayan anılar, insan yüzleri ve hikayeleri hatta sözleri…

Asıl konuya gelmedik daha. Şeytanın arabasını anlatacaktım size…

Geçenlerde Mersin’den Kaş’a doğru araba sürüyorum. Geçtiğim her yerde otostop çeken 18-20-25 yaş aralığındaki Gökhan’ları görüyorum. Bir o yöne bir bu yöne doğru otostop çekiyorlar. Her görüşümde CANIMMMMM diye sesleniyorum. Seni seviyorum Gökhan. Devam et yolcu Gökhan!!!
Kalbim de geçmişime olan sevgimle dolup dolup taşıyor. Bazen güldürüyor, bazen gözümü yaşartıyor.

Derken Antalya’ya 1,5 saat mesafede bir dede gördüm, el etti durayım diye.
Durdum. Arabaya binip kusar gibi konuştu. Nerdeyse hiç bir şey anlamadım. İlk sarsıntıyı yaşayıp geçirdikten sonra daha iyi anlamaya başladım. Dedi, kendimi tanıtayım. Ben bilmem kimoğlu bilmem kim… geçenlerde aradılar almanya’dan hocam çocuğa şeytan kaçmış bir üfle çıksın… okudum üfledim de bıraktı çocuğu… Nefesim böyle imanlı böyle kuvvetli vs vs…

Adam konuşurken ağzından tükürükler saçılıyor. Haph köpj huph ghyy… gibi geliyor kulağıma söylediği herşey.

Bizim Konya’da bir şeyhimiz var… ooo bidibidibidibidi bidi bidid bidididid…

(Ölü bile kaldırır nekromencer 9. Seviye büyücüdür demediği kaldı)
Sen de gel tarikatımıza dedi.

Adamın enerjisi alanın %95’ini kapladı. Ben nerdeyse cam kenarına yapışmış şekilde sürüyorum arabayı. Bir de istemsizce basıyorum gaza. Son sürat gidiyoruz.

İçim kalktı. Farkettim ki bu güne kadar besleyip büyüttüğüm, yarattığım Gökhan’ın tam zıt kutbunda bu adam ve beni haşin bir misyoner gibi kendi içine çekip kendine dönüştürmeye çalışıyor.

Devam etti konuşmaya:

-Geçenlerde bir başkasının arabasına binmiştim böyle. Adam anlattı bir sıkıntısı varmış.
Sordum ona 5 vakit namaz kılar mısın diye. Yok kılmam dedi…
Ee ben de dedim ona, sıkıntının bintürlüsü gelir. Sen nur’dan değül şeytan’dan besleniyorsun.


İçimdeki rahatsızlık iyice büyüdü. Arabaya yayılan ağır gül yağı kokusu resmen adamın kaplayıcı enerjisinin fiziksel bir yansıması. Ta mideme kadar indi…

Sen necisin, dedi. Pazarlamacı mısın?

Duymamış gibi yaptım. İçimde fırtınalar kopuyor. Şamanım desem, “OOOOO Şeytan” deyip başlayacak tükürmeye. Gel seni dündar edelüm diyecek. Ben de yeter da bu kadar ben de insanım deyip durdurup indiricem arabadan. Hem o yolda kalmış olacak hem elimizden büyük bir fırsatı kaçırmış olacağız.
İşte bu fırsatın farkına varıverdim birden.

İçimden kendi kendime konuşuyorum. Yaradanım bizi bir arabaya bindirdiysen ve aynı yola gönderiyorsan bunun bir büyük amacı vardır. Neyi anlamamı istiyorsun?

Yavaş yavaş nefeslerim sakinleşti ve derinleşti. Merkezime geldim. Ohhhh dedim.

Herşey apaçık görünür oldu. Ben dünyasal kimliğimle tanımlı olduğum sürece her zaman bir zıt kutup olacak. Ve zıt kutuplarla her karşılaşma böylesine rahatsızlık verici olacak. Ben ruhumun merkezindeyken, kalbimin merkezindeyken egom olan dünyasal kimliğimin farkındayım ve kontrolü halindeyim. Kurslarda da zaten bunu yapmayı öğretiyorum. Ama ben de insanım ve bazen tetiklenebiliyorum. Kısa sürelerle farkındalığımı yitirip dünyasal kimliğimin çatışmasından doğan acının içinde kaybolabiliyorum. Ve o anda da öyle oluvermiş ve geçivermişti…

Egomun farkındayken ve de kalbimin merkezindeyken bu adama gayretsizce sevgiyle bakabiliyordum.

Öyle ki sevgiden ve onun hakkındaki iyi dileklerimden gözlerim yaşardı, dönüp dedim ki:

“Yalnızca şu kadarını söyleyebilirim ki arabama bindiğin için şükrediyorum. Kalbim mutlulukla doldu.”

Pencereyi açtım ki ağır koku dışarı çıksın.

Bu an bana anlam vermeye çalışan gözlerle baktı yan yan. Yavaş yavaş toparlandı, hatta camına iyice yaklaştı. Ellerini önünde kilitledi, kendini içine kapattı.

Biliyordum ki beni dinlemeye hazır değildi. Onun için konuşmama gerek yoktu. Benim konuşmam yalnızca onun açtığı bir savaşa katılmış olmam olacaktı.  Bu savaş haklılık savaşıydı. Doğru ve yanlışın haklı ve haksızın savaşı. Zıt kutuplarda durduğumuz sürece var olacak bir savaş.

Ruhani yükselişin bizleri ilerlettiği noktada ise kutsal birlik var. Yaradan’ın kendine has sonsuz renkleri, birbirini acıtmadan, aşk merkezinden, kendilerini ifade edebilir.

Biliyorum ve her zaman söylüyorum ki vakti gelirse sevgiden bir tokat atılabilir. Bazen de sevgiden ötürü hiç bir şey söylemeye gerek yoktur.

Sonra telefonum çaldı. Speaker açık şekilde konuştum. Telefonda Maya vardı ve ağlıyordu.

Ağlaması da gerçek bir ağlama sayılmaz; çizgifilm karakteri gibi ses ediyor.

Dedim, arabayı durdurunca arayayım, o zaman anlat kızım.

Kapattım.

Hacı dede sordu: Ne oldu annesi mi dövmüş?

Dedim, dede bizde ceza ve ödül yok. Öğretmen sevgidir.

Dede iyice küstü.

Arka fonda da hafif hafif şamanik tıngırtılar çalıyor.

Yaaa dede… binersin böyle şeytanın arabasına. Bindirirler… ruhun duymaz…

(Ben onun tanımladığı şeytanlık sıfatındayım ya o açıdan böyle diyorum)

Arabadan inerken çenesindeki ve gözündeki merak ifadesi son gördüğümdü.

Bütünün hayrına olan yolları yürüyelim dede, dedim.

Amin bile demedi…

Şey dedi: “Telefonumu vereyim, belki sonra ararsın, sana dergiler, gönderirim, tarikatı ziyaret edersin”

Yok dedecim dedim. Gerek yok…
Bir gizem olarak hafızasında kaldım. Geçmişinde…

Aşk ile dostlar


-----

Yaklaşan programım:

19 Kasım 19:00, Mersin Kayra Gelişim, Yuuka ile birlikte sunacağımız ''Soulgathering Ses ile Şifa Çemberi'' (0507 3656515 ve gulriz@kayragelisim.com)


28-29 Kasım, 2-3-4 Aralık İstanbul, Terraflowers bireysel seanslar (0216 4834433 ve 0532 6339516)
30 Kasım-1 Aralık Evrensel Kanallık ve Şifa Kursu İstanbul Terraflowers



No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.