Önceki 4 yazının toplam özetiyle başlayalım sonra da tepkilerin doğasına daha yakım çekim bakalım:
İnsan kendisi olduğunu sandığı düşük-yüksek-iyi-kötü-zayıf-güçlü bir imaja inanıp, onu korumaya ya da güçlendirmeye çalışırken, bir şeyleri sürekli arzu ederek kovalamak, bir şeyleri sürekli red ederek kaçmak ya da savaşmak şeklinde, fiziksel-duygusal-zihinsel, tepkiler verir. Bu tepkiler asla tatmin olmayacak bir egonun kaşıntısı, mutsuzluğun sebebi ve tüm acıların kaynağıdır. Tepkisel yaşam acı doludur. Doğmuş hiçbir tepkinin enerjisi yok olmaz; ruhun bir boyutunda arşivlenir ve dünya hayatında onu tetikleyen olaylar tekrarlandıkça, karıncalı bir tv ekranına benzettiğimiz- beden denilen kalapalar bütünlüğü üstünde (atom altı zerreler bütünlüğünde) ortaya çıkar. Böylece bedensel-duygusal-zihinsel acı duyumsanır hala gelir.
Tepkiler bu üç boyutta ortaya çıkar: Fizik, duygu, zihin boyutları
Fiziksel tepkiler
-Beş duyu organımızın fiziksel dünyayla etkileşimi sonucunda keyif veya acı veren şeylere karşı üreyen arzulama veya kaçınma tepkileri.
--Fiziksel Kaçınma:
Kişinin yanına otobüste kötü kokan biri oturmuş. Arşivden gelen etkiyle tiksinme hissinin frekansı açılmış ve bedenin farklı yerlerindeki kalapalar üzerinde fiziksel hisler ortaya çıkmaya başlamış.
Tiksinme, mide bulantısı, yukarı doğru tırmanan bir sıcaklama hissi, terleme, alında soğuk ter. Yani beden farklı hislerle dolup taşıyor o an. İnsan kokuyu ve ona karşı varlığında doğan tepkileri, kendi içinde olduğu gibi dinleyebilirse hepsinin geçici olduğunu, kendisi üzerinde kalıcı bir etkiye sahip olmadıklarını fark edecek ve bu zorlayıcı hisler giderek daha etkisiz hale gelecek. Yeni bir tepki üretilmemiş olacak. Arşivden inen geçmişin tepki frekansı ise bu kabul dolu izleyiş sonunda azalmış olarak arşive geri dönecek; belki de tamamen temizlenecek.
Olana kabul gösteremeyen, tepkisel olan kimse, olmakta olanla savaşacak ve olmakta olanı bastırmaya çalışacak. O sıcaklık duygusunu gidermek için kendisini yelleyecek ya da camı açacak.
Arşivinden gelen hislere yeni negatif düşünce, duygu ve fiziksel tepkiler yaratıp ekleyecek. İçinden adama küfür edecek belki; giderek daha negatif bir frekans yaratacak. Yarattığı frekans adamın aurasında farklı yerlere batacak. Kaçtığı halde fark etmeden adamla daha derin bağlanmış olacak.
O kadar içsel olarak savaşmakta ki olmakta olanla; olana olduğu gibi şahit olmaktan o kadar uzak ki neredeyse kör ve sağır; bir iyi çalışan burnu sanki...
Bu kadar kör ve sağır olmasaydı belki şöyle olacaktı olan:
Kendi içinde uyanan hisleri dinledikten ve içsel dingin bir noktaya vardıktan sonra, kokan adamın utanç içinde olduğunu, her an kalkıp gidebilecek kadar rahatsız, koltuğunun ucunda oturduğunu görecekti. Belki ruhsal sevgiden ve şefkatten gelen olumlu bir etkiyle ona merhaba diyecekti. Tanışmaları belki adamın hikayesini duymasına yol açacaktı. Adamın sezon işçisi olduğunu, işi bittiğinde kalacak yeri de kalmadığını, üç gündür sokakta yattığını ve yıkanmaya şansı olmadığını, aslında otobüste olmasının sebebinin bir iş başvurusuna gitme çabası olduğunu duyacaktı. Belki bu hikayeyi duyduğunda vicdanı uyanacak, içinden sevgi taşacak, bunun sonucu olarak: “kardeşim senin yıkanmaya ihtiyacın var. Gel seni bir hamama götüreyim” diyecekti. Belki gücü yetiyorsa ona bu yardımı yapacaktı ve onu daha temiz bir beden, tıraş ve kıyafetle iş başvurusuna uğurlayacaktı.
Belki bu kişi sonra arayıp işe alındığı haberini verip teşekkür edecek; belki aralarında ömür boyu sürecek bir dostluk gelişecekti...
Her zaman sayısız olasılıklar arasında seçimler yaparak ilerliyoruz. Farkındalığımız dışında gerçekleşen fiziksel-duygusal-zihinsel tepkilerimizin etkileri altında yaşarken bir çok güzel olasılığı ıskalıyoruz.
Sadece burnumuzun aldığı kötü bir kokuya tepki vermemiz; bu tepkinin hayatımızı yönlendirmesine izin vermemiz, karmayı dönüştürme ve bütünün hayrına bir hizmette bulunma şansımızı elimizden alabiliyor.
Bir tarafta ufak tefek bir organ-BURUN. Diğer tarafta ufak bir dokunuşla değiştirilebilecek bir insan hayatı... ki o hayatı değişen insan da nice insanların hayatlarına güzel dokunuşlarda bulunacaktır; olumlu etkiler geleceğe doğru bir çığ gibi büyüyecektir.
--Fiziksel Arzulama:
Kişinin o kremalı tatlıya duyduğu şehvet... Ah gün boyunca aklından çıkmadı belki... Tüm gün devam etti. Zayıflamak için gayret ediyor ve bu tatlıyı yemeye kendisine izin vermeyecek. Kendisini durdurması ve yememeyi başarması geçici bir zafer.
O şehvet sürekli ortaya çıkacak. Kişi arşivden inen şehvetin frekansını ve kalapalarda uyandırdığı fizisel hisleri dinlemediği sürece, o tekrar tekrar geri gelecek. Onu dinlemeli insan. O şehvetin yangını kalapalarda ifade ediyor kendini. Bedenin orasında burasında bir yanma duygusu ortaya çıkıyor. Mesela şehvetin ortaya çıktığı anda parmakların arasında egzama kaşıntısı gibi yanan bir kaşıntı... Bedenini dinlemeyen kimse, fiziksel-duygusal-zihinsel hislerin kalapalar üstünde ortaya çıkışına şahit olamaz. O arzu ile bağlantılı tüm hislerin, duygunun ve varsa düşüncelerin birlikte dinlenmesi, o güçlü arzudan kalıcı olarak özgürleşmenin yoludur.
Dinlemez ve tepki verirse insan muhtemelen şöyle olur: Parmaklarının arasını fark etmeden kaşıyarak o yakıcı kaşıntıyı gidermeye çalışır. Aynı zamanda tatlıya olan ihtiyacı unutmak için zihnini oyalayan bir şeyler yapmaya çalışabilir. Mesela televizyon izlemek, aptal bir telefon oyununa birkaç saat yapışıp kalmak... Böylece şehvetli istek hiçbir yere kaybolmadığı gibi artan bir dozajda arşivdeki yerini alır.
---
Ateşin üstünde yürüyen, buzlu suyun içinde saatlerce oturabilen, 40 gün su orucu tutabilen kimseler var. Onların süper güçleri yok. Sadece kendilerini fiziksel hislere tepki vermeden izleyebilmek üzerine eğitmişler. Bu kadar.
Fiziksel hislere tepki vermemenin yolu o hislere teslim olmak. Sıcaksa sıcak, soğuksa soğuk, acıysa acı, hazsa haz; Bastırmak yok, yok saymak yok, kaçınmak yok, abartmak yok, daha azı veya fazlası için savaşmak yok. Yüzleşmek, kabul göstermek, sıfır noktasında gözlemci olmak var. Geçici. Hepsi geçici. ANİCCA : her şeyin öz doğası: GEÇİCİLİK.
Duygusal ve mental tepkiler
Egomuzun olaylarla etkileşimine göre, öfke, nefret, korku, keder gibi negatif değerde duygular ve sıkıntıyı çoğaltan düşünceler şeklinde açığa çıkarlar.
Örneğin restorandasınız, yemek siparişi verdiniz. Sizden sonra gelen bir müşteriye sizden önce yemek servisi yapıldığını gördünüz. Ego-benliği hemen ajite olur.
Yüzeyde üreyen bir düşünce: Bana haksızlık yapılıyor. Beraberinde yükselen öfke duygusu.
Olay o ya; bir kişi daha gelmiş sizden sonra ve ona bile yemeği servis edilmiş...
Daha derin seviyede egonun tepki gösterdiği gerçek durum: Değerim bilinmiyor-Hakkettiğim değer, bana gösterilmiyor. Kıymetli varlığım (kimliğim) garson tarafından önemsiz bir çöp gibi köşeye atılıp unutuldu. Öfke, tiksinti, gurur, kibir... Beraberinde kalapalarda rahatsızlık duyuran fiziksel hisler...
Oysa ortaya çıkan bu duyguları izleyebilse insan, şahit olabilse tarafsızca; bastırmadan-yok saymadan ve de dışarıya saldırmadan-dışarıya yansıtmadan; insan böyle izleyebilse, bu geçici asidik duygular sönüşecek. Ruhun bilge ve sevgi olan tarafı ortaya çıkıp kendini insancaifade edebilecek.
“Pardon garson Bey. Neden benden sonra gelenlere benden önce yemek servisi yaptığınızı merak ediyorum. Bilgilendirir misiniz?
Cevap: Efendim onlar günün menüsünde olan, hali hazırda mevcut olan yemeklerden istediler; siz ise baştan hazırlanılması gereken ve pişmesi vakit alan bir yemek istediniz. Sizi bilgilendirmediğim için özür dilerim. Yemeğiniz birkaç dakika içinde sunuma hazır olacak.
İnsan duygularını kontrol edemezse o garsonla kavga da eder, olay da çıkartır, tabak da kırar, polis bile gelebilir.. olaylar nerelere varabilir...
Sabah işine gitmek için evden çıkıp da evine bir daha dönemeyen insanlar var... Trafikte kavga etmiş... Bu son kavgası olmuş...
Zihin, duyguların hizmetinde onlarla doğru orantılı düşünceler üretip durur.
Örneğin “garson neden bana hizmet etmiyor. Benim etnik kökenimi anladı...” Aslında bu yemeği bana getirmeyerek taaaaa atalarıma kadar küfür ediyor...”
Öff ne yazar kafa... Kafa neler yazar...
Tabii bütün o duygusal ve düşünsel yoğunluk yaşanırken aynı zamanda kalapalar üzerinde birçok fiziksel his doğar. Acı, ağrı, kaşıntı, soğuk sıcak vb. Hepsi arşivden inenlerin ifade şekilleri.
Yeni tepki ve eski tepkinin enerjileri birleşir, büyür, katlanır, çoğalır ve tetikleyici olayın geçişiyle birlikte arşiv katında yeni yerini alır. İnsanın fiziksel-duygusal-zihinsel acıları katlanarak artar. Öfke katlana katlana büyür. Üzüntü, nefret, kıskançlık, korku; fiziksel ve zihinsel rahatsızlık hisleri katlanarak büyür. İnsanın materyal boyutun zevklerine tutkusu katlana katlana büyür.
Bu acı birikimi ile onun geçici doğasını anlayarak yüzleşmek, ona kabul göstermek onun çözülmesinin yoludur. Geçmişin tüm acı birikimi çözüldüğünde geriye kutsal benliğini bilen ruhani bir üstad kalır.
Ruhani Kurtuluşun Sayısız Yolları:
Arşivdeki acı birikiminin bütünü, birdenbire varlığımıza dönmüyorsa, hepsini bir kerede görmüyorsak ve duyumsamıyorsak bu ruhumuzun bizi korumasından ötürüdür. Bütün geçmiş yaşamlarımızın ve de yaşamakta olduğumuz bu hayatın geçmiş yıllarının toplam acısıyla bir kerede yüzleşmek; bunun yok ediciliğinden geçmek çok zor. İmkansız değil ama çok zor. İçsel yüzleşmenin kademe kademe yaşanması, en yumuşak bir aydınlanma yoludur.
Bu içsel yüzleşme, ne zaman, nasıl, ne koşullarda gelecek; ne derece zorlayıcı ya da kademe kademe olacak bilemeyiz.
Belki kimi insan uykusunda kolaylıkla ulaştırılır o yüzleşmeye. Belki o kişinin Vipassana’ya, şamanik seanslara ya da ayahuascaya ihtiyacı yok; belki olduğu yerde ve şimdi zaten Tanrı onu geceden geceye, uykudan uykuya kendi acı birikimiyle yüzleştiriyor ve arındırıyor.
Belki bu yüzleşme gece rüyalarında değil de gün boyu yaşadığı zorlu karmik karşılaşmalarda ortaya çıkıyor...
Başka biri, kaderi öyleyse, şamanik bir trans halindeyken acısının büyük bir katmanıyla yüzleşiyor.
Kaderi öyleyse, karması buna izin veriyorsa belki Ayahuasca gibi kutsal bir bitki ilacının etkisi altındayken içsel acısının içine daldırılıp çıkartılyor.
Belki Bir kristali ya da bebeği ellerinde tutarken; insan farkında bile olmadan içsel acısıyla yüzleştirilir.
Ya da belki sema dönerken, kendisine en iyi gelen meditasyon tekniğini uygularken...
Artık ne sertlikte bir operasyondan geçirilerek, ne kadar sürede vuku bulacaksa- 100 hayat mı-10 dakika mı-bir saniye mi... Sonunda her şeyin geçici olduğu bilinci uyanacak.
Sonunda arşivlenmiş tüm acı enerji frekansları kabul edilip bırakılacak.
Tanrının bizleri şifalandırmak ve dönüştürmek için kullandığı sayamayacağımız kadar yolu ve yöntemi vardır. Hatta asla bilemeyeceğimiz yollar ve ilaçlardır onlar.
Belki bir güneş patlamasının güçlü enerji dalgası dünyaya vurduğunda, bir anlık bir kendinden geçiş esnasında olur. Hatta belki kaza sanılan bir düşme-bayılma esnasında... Öldü denilen kısa bir anda?
Bunu bize nasıl yaşatacağını bilemeyiz. Şunu bilebiliriz ki, ruhsal kurtuluş yolunda seçtiğiniz araç vipassana meditasyon ise, yani bunu kalben istiyor ve bilinçli olarak seçiyorsanız o zaman geçmişinizin enerjisine bedensel zerrelerinizin ekranında şahit olmaya karar vermişsiniz demektir.
İçsel yüzleşme, insanın ruh arşivinde sakladığı bütün acı frekansıyla, yani bütün geçmiş tepki enerjisiyle yüzleşmesi ve kabul göstermesi bu yolla da onu bırakması ve aydınlanmasının yoludur.
Pek tabii bu aydınlık yolu aydınlık bir ahlak ve saf bir vicdan sergileyenler yürüyebilir. İnsan isterse bin kere Ayahuasca içsin, bin kere DMT patlatsın, 1000 saat vipassana yapsın; ne faydası var iyi ahlakı ve şeffaf vicdanı seçmediği sürece. Çünkü vicdansız ve dolayısıyla ahlak yoksunu her davranış egomuzun hizmetinde bir tepkidir ve acının üremesi-çoğalması demektir. Ateşi söndürmek istiyorsa insan önce odun atmayı bırakmalıdır. Evet bu bir seçim.
Bu noktada, yumurtamı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan paradoksu var.
Ruhsal arayış yolunu yürümeyi seçenler mi aydınlanır? Aydınlanmaya içten başlayanlar mı ruhsal arayış yolunu yürür?
Bu ikilikten, bu soruyu bırakarak çıkmalıyız. İkisinin de aynı anda, bizim şu anda anlayamayacağımız şekilde doğru olduğunu kabul edebiliriz.
Sonuçta yumurta da tavuktan çıkar tavuk da yumurtadan...
Henüz ruhsal bir arayış yolunu yürümeye başlamadıysanız ve bunun eksikliği içinde olduğunuzu düşünerek kendinize stres veriyorsanız, bunu bırakın. Çünkü aydınlanmanız şimdi içeriden başlıyor ve Yaradan’ın sizi aydınlığa ulaştıracak bütün ilaçları şimdi içinizde mevcut. Yaradan şimdi sizinle içinizde çalışıyor; siz bilin ya da bilmeyin; anlayın ya da anlamayın; bu şimdi oluyor.
Bir şey aramadıysanız bile bu ana dek, şimdi aydınlanmaktasınız an ve an. Yolunuz daha daha daha aydınlığa doğru, sürekli.
Diğer yandan; uzun zamandır ruhani arayış yolundaysanız ve istediğiniz dingin huzurlu yere henüz ulaşamadığınız hissi ve acısı içindeyseniz; bunun sizin başarısızlığınız olduğu inancı ve acısındaysanız; bunu da hemen bırakın. Çünkü Yaradan sizi herhangi bir nefesinizde, yalnızca bir anda aydınlığa kavuşturacak sonsuz güçte ve bunun olması için çok yol gitmenize, çok şey denemenize gerek olmayabilir. Belki tüm yapmanız gereken tıpkı ölürken olduğu gibi gözünüzün kendiliğinden yumulmasına izin vermeniz; tıpkı ölürken ki gibi nefesinizi serbest bırakmanızdır. Belki o bir an- mucizeler olur.
Şimdi yazıyı okuyanlardan bazılarının gözünü yumup mucizeyi beklediğini hayal edip biraz kıkırdıyorum. Gözünüzü açtığınızda bir şey değişmediyse ve bu satırı okuyorsanız siz de kıkırdayın. Mucizelerin bir zaman çizelgesi, ajandası yok. Mucize olmaya başladı bile ve ne zaman tamamlanıp görünür olacaksa o zaman olacak...
Yine nerede kalmıştık? 5. yazının sonundayız. Vipassana. Amma Vipassana’ymış arkadaş gel gel gelemedi. Bin satır okudum. Bit bit bitmedi...
“Tepkilerin acının kaynağı olduğu gerçeğini” bu satıra dek tekrar tekrar okumuşsanız ve eee “Vipassana” nerede diye soruyorsanız:
İşte burada:
Açın bir avucunuzu önünüzde. Ona doğru bakın. Sonra gözünüzü kapayın ve avucunuzu hissetmeye çalışın. Nasıl hisler hareket ediyor kalapaların üstünde? Bir titreşim mi? Kaşıntı var mı? Batma...
Hiçbir şey hissedemeyenler 4. yazıyı birdaha okusun ve biraz Ana Panna meditasyonu yaparak dikkatini keskinleştirsin derim.
Dikkatiniz yeterince keskinse, içi hislerle dolup taşan bir el bulacaksınız.
Hisler an ve an değişecek.
Tepkisizce hissedin.
Bu iyi bir başlangıç.
Sonunda Vipassana başladı.
6. yazıda çok daha kısa olacak. Söz.
Aşk olsun Hu.
No comments:
Post a Comment
Note: only a member of this blog may post a comment.