Vipassana Yazı Dizisi 4
Bu yazı dizisinin her bölümünde konu biraz daha yoğunlaşıyor ve okuyucu sayısının yarısı uçup gidiyor :D Galiba sonunda birkaç kişi kalacak... Ya da tek kişi . Aşk olsun. Tek bir kişiye bile bu bilgileri aktarabilirsem kalbim neşeyle dolar. Hatta şimdiden doldu bile.
Annem okuyormuş. Çok sevindim. :)
Önceki yazının özetini bir de bu yazının başında hatırlayalım:
“Zihinsel olarak yarattığı kimliği; yani bir rüya olan Ego benliğini gerçek sanan, onu korumak ve genişletmek için sürekli bir şeyleri reddeden ve sürekli bir şeyleri arzulayan; sürekli arzuladıklarını kovalayan-tutan ve reddettikleri’yle savaşan, reddettiklerinden kaçan insan, bunu fark edene ve içinden çıkmak için doğru araçları kullanmaya başlayana dek acı içinde yaşar. EGO(rüya) düzleminde, tepkisel yaşam acı vericidir ve bu uyku halindeki her insanın realitesidir. Tüm insanlar daha sığ ya da derin bu uykunun ve rüyanın içindedir; öyle ya da böyle acı çekerler. Zenginler, fakirler; hastalar, sağlıklılar; güzeller, çirkinler; materyalistler, ruhaniyetin farklı derinliklerine dek her kes... Ruhani arayıştaki bir kimse için Yaradan’ın ulaşılmazlığı da asla bitmeyecek bir acıdır mesela. İnsan egosu ister ruhani ister materyalist bir şekil almış olsun, asla tatmin olmayacak, asla dolmayacak ve doymayacak bir boşluktur. Bir problemimiz olduğunu kabul etmeden onu çözmek üzerinde çalışamazdık: İnsanlık olarak ortak problemimiz, bir rüya olan egomuzu korumaya ve sürdürmeye çalışırken verdiğimiz tepkilerdir ve tepkilerin yarattığı içsel acı katlanarak çoğalır.
Hele de her birimizin tepkilerinin yarattığı etkiler, birbiriyle karışıp dünya realitesini yarattığında... Onun adı kollektif acı.
Dünyanın sonu gelmiş gibi hisseden ve böyle konuşan çok insan var. Çünkü ortak yaratımımız olan dünya realitesi alabileceği en çirkin, en kötücül, en karanlık, en hastalıklı halleri aldı. Düşülebilecek kadar derine ve dibe düşüldü. Çoğunluk kendi dışında birilerini işaret etmeye çalışıyor: “O sorumlu” demek için. “O ülke, O insan ya da gurup, o karanlık ya da şeytanlar; o acı kader ya da şanssızlık sorumlu”, demek istiyorlar.
Bütünün pozitif dönüşümü için kendi pozitif dönüşümü üzerinde çalışanlarsa bir avuç insan. Dünyanın bütün nüfusuyla kıyaslandığında, evet bir avuç. Bu hiç kimsenin moralini bozmasın. Çünkü bir avuç bilinçli insan yeter bu dünyayı dengeye geri getirmek için; bütün yapılmış zararları dünyanın bedeninde ve kolektif bilincinde onarmak ve şifalandırmak için. Bu 10 yıl mı alır artık, 100 yıl mı, 300 mü? Süreç başladı. Yıl 1. Olumlu işaretler her yönde göründü.
Bir avuç bilinci uyanmış insan yeter çünkü, dünya denilen ruhlar okulu bilinçlerin uyuduğu karanlık bir çağı arkasında bıraktı; bilinçlerin uyandığı bir çağa doğru da geçiş aşamasında. Bu büyük geçiş evrensel bir karar ve evrensel destek bizlerle. Bunu yıldızlara bakanlar biliyor. Daha da önemlisi bunu kendi kalbine bakanlar biliyor. O bir avuç insan evrensel bir orkestra tarafından yürütülüyor. Evet içinde bulunduğumuz dünya realitesine baktığımızda acı, acı, acı görüyoruz ama geçiyor, dönüşüyor. Eski ve hizmetini doldurmuş sistemler, düzenler yıkılıyor ve kolektif bilinç üzerindeki kontrolünü kaybediyor. Tekrar söyleyelim, bu bir kitap bilgisi değil. Bu yıldızlarda da kalplerimizde de böyle yazıyor.
O büyük evrensel destek aslında günümüzden yüzlerce-binlerce yıl önce gelmeye başlamış. Peygamberler, rahipler, keşişler, mistikler olarak binlerle gelmiş ve kolektif bilincimize uyanışın tohumlarını bırakmışlar. “Cennet içinizdedir, kendinizi bilin” demişler. Ahlaklı ve vicdanlı olmanın öncelikle insanın kendine yaptığı bir iyilik olduğunu anlatmışlar. Namaz, zikir, sema, mantra, nefesle ve sesle içsel yolculuk gibi insana kendini bilmesi için araçlar, yollar yordamlar iletmişler; hepsi meditasyonun bir hali. Meditasyon zihni susturmanın ve Tanrısal olana-bütüncül hayra-hakikate-ışığa içsel olarak yönelmenin yolu. Bütüncül olan hayra içsel olarak yönelmek, egosal benlikten vazgeçemektir - ölmeden ölmektir. Bu yaşam eğitimini almak, bu içsel araçları kullanmak egonun insan varlığı üzerindeki kontrol gücünü giderek zayıflatır. İşte böylece ego kaynaklı tepkisellik acısı azalır ve bütüncül hayra yaklaşmanın içsel mutluluğu yükselir.
Buddha o evrensel desteği getiren kutsal hizmetlilerden biri. Onu içsel aydınlanmaya ulaştıran teknik Vipassana meditasyon. Bu teknik insanlığa Buddha aracılığıyla iletilen bir kendini bilme aracı.
Onun tanıttığı, acıdan çıkış yolunu ve vipassana meditasyonu az çok kendi içinde deneyimlemiş biri olarak naçizane anladıklarımı yazıyorum:
İnsanın her bir zerresi (kalapa: atomdan da kat ve kat küçük) saniyede trilyonlarca kez yanıp sönen, bir an var olan, o aynı anda geçen ve yok olan bir doğaya sahip. Yani doğamızda geçicilik var. (O zerrelere kalapa; her şeyin sürekli geçici olan doğasına ise Anicca deniliyor.)
Bütün deneyimler, bütün hisler, düşünceler, duygular, olaylar, oluşlar hepsi ortaya çıkıyor; zaman algımızda bir saniye ya da saat, gün ya da seneymiş gibi bir anlayış bırakarak geçip gidiyor.
Örneğin çocuklukta yediğiniz bir dayak... O geçmedi mi? O şimdi ve burada olamaz. O olduğu an, oldu ve geçti. Devam eden ise dayak esnasında otomatik olarak ortaya çıkan tepkimizin, duygusal ve düşünsel titreşimi. Yani devam eden şey TEPKİMİZ. Peki bu tepki frekansını saklayan şey ne-neresi- o nerede? O ruhta bir boyut. Ana arşiv diyelim. Peki o enerji paketini görmemize-duymamıza-hissetmemize yarayan düzlem ne-neresi? Kalapalar; adeta bir ekran görevi yapan Zerreler-Beden-Zihin.
Her kalapa yanıp sönüyor, geliyor gidiyor, var-yok. Bir an var olan ve aynı an yok olan o zerreleri, yayınla bağlantı kurmamış bir televizyonun karıncalı ekranı gibi düşünün. Yayın bir frekans bandıdır. Televizyonunuza bir yayının frekansıyla bağlantı kurma emrini verdiğinizde-yani kanalı açtığınızda, seçtiğiniz kanalın resimleri gelip görünür oluyor. Nerede? O karıncaların üstünde. Ruhsal bir kanalı açarsanız huzurlu, sevgi dolu, bilge bir varoluş yayını ve Egosal kanalda ise hep drama.
İnsan, günlük bilinçsiz yaşamını sürerken, egosunu tetikleyen bir olayla karşılaştığında o tetikleyicinin frekansı Arşiv odasından eski bir tepki-acı kaydını yayına sokuyor. Örneğin arkadaşını küçük düşüren, onunla alay eden bir kimseyi görüyor ve çocukluğunda yaşadığı benzer bir olayda ortaya çıkan tepkisi ve acısı canlanıyor. Nerede? Öncelikle karıncalı ekranın üğüstünde -kalapalarda. Bedeninde yanıp sönen kalapalar bedenin belli bölgelerinde arşivden inen bu hisleri canlanmasına, duyulmasına yataklık ediyor ve kişi fiziksel, duygusal, zihinsel tepkiler yaratıp yaşıyor. Mesela içinde öfke ve belki korku beliriyor. Hiç farkında değil ama tam çocukluğundaki o vakada yaşadığı nefes hızlanmasını, boğaz daralması, sırtının üşümesi, parmaklarının titremesini yaşamaya başlıyor. Gördüğü sahne kendisine değil, tamamen başka birine gerçekleştirilen zorbalık olmasına rağmen kendisine yapılmış gibi içinde acı yaşıyor. Buna benzer deneyimden doğan empati de denilebilir. Egoyu tetikleyen her bir olay insana varlığında tutup biriktirdiği duygusal, zihinsel, bedensel enerjileri bildirmek için var.
Başka bir örnekte, çocukluğunda çok fazla anne baba kavgası görmüş yetişkin bir kimse, kaldığı otelde yan odadaki kavga eden çocuklu çifti duyuyor. Bir süre sonra dikkat kesilip dinliyor. Nefesi sığlaşıyor, eli kolu üşüyor, göğsünde bir batma hissi, kalbinde bir sıkışma... Kalapalar arşivden gelene yataklık ediyor. Kalapanın tek görevi bu. Sorumlu o değil. O bir araç.
Dahası, bu andaki gösterilen tepkinin frekansı ve geçmiş tepkinin frekansı kalapalar üzerinde birleşip büyüyor-çoğalıyor ve olay sönmeye başladığında tepkinin yeni ve çoğalmış enerjisi arşivde yeni kayıt oluyor. Geçmişin tepkisel enerji birikimi, bu anda uyumlandığı yeni tepkisel acı enerjimizle birleşip, çoğalıp geri çekiliyor-saklandığı boyuta.
Böylece öfke daha alevli, üzüntü daha soğuk, korku daha korkunç bir hal alıyor; insanı adeta bir deliliğe sürüklüyor; bir kırılma, bir parçalanmaya doğru. Geçmişten bu ana ve geleceğe doğru katlanarak çoğalıyor tepkiselliğin acı birikimi. Bu vakitte gördüğümüz kolektif deliliğin sebebi de bu. Dünya okulunda dönem sonu olduğu için herkes kendi tepkisellik-acı birikiminin en zorlayıcı hallerini deneyimliyor.
Hani her şey geçiciydi, her şey geçiyor da acı birikerek kalıcı mı oluyor?
Acı da geçici. Bir insanın egosal tepkimeyi bırakıp, varlığındaki geçmiş tüm tepkisel enerji birikimini arındırması ve aynı anda tepkisel olmayan, pozitif eylemsel bir yaşam tarzını yaşamaya başlaması ile bu acı da geçecek ve evrensel zamanda -bu ister bir hayat ister 500 hayat olsun, gelip geçen bir an.
Diğer yandan bu muazzam devre sonunda, mezuniyete yakın bir avuç öğrenci olduğumuzu yine hatırlayınca; egosal varoluş acısının bu hayatlarımızda sona ereceğini de umut ediyor insan. Bu uyanış üç-beş-on yaşam sonunda olmak zorunda değil. Gerekli evrensel destek bizimle ve çağlar boyunca hiç olmamış bir bilinç zıplaması şansına sahibiz ve aslında zıpladık şimdi havadayız...
Nerede kalmıştık... Biliyorum, iki ileri bir geri gidiyor yazım. Bazı şeyleri tekrar tekrar söyleyerek ilerliyorum. Herhalde öyle gerekli.
Şuradan tekrar alıp öyle devam edelim:
“...insanın egosal tepkimeyi bırakıp, varlığındaki geçmiş tüm tepkisel enerji birikimini arındırması ve aynı anda tepkisel olmayan pozitif eylem halinde bir yaşam tarzını yaşamaya başlaması...”
Buna ruhsal uyanış ya da aydınlanma denir.
Vipassana’yı anlatabilmem için Buddha’nın aydınlanma yol haritasındaki üç temel değerine de değinmem gerekli. Sila, Samadhi, Panna.
Aydınlanma yolunun 3 değeri:
Not: İlk iki öge olan Sila ve Samadhi birlikte var olmadığı sürece insan içsel aydınlığa yaklaşamaz. Birinden birinin eksik olması buna sebep olur.
1. Sila(Ahlak):
Doğru söz, doğru eylem, doğru yaşam!.
Sila’nın gerekliliği:
Doğru söz: Abartı ya da yalana kaçan her söylem aslında egomuza hizmet eden bir tepkidir; dolayısıyla bitmelidir. (Hatırlayalım: Bitirilmesi gereken şey acıların kaynağı olan TEPKİLER.)
Doğru eylem: Yanlış eylem nedir diye soralım önce. Yanlış eylemler bencillikten ve umursamazlıktan doğan eylemlerdir ve bütünsel hayrın zıttınadır. Öldürmek, çalmak, tecavüz etmek, maddi manevi zarar verici söz ve eylemler, zihni bulandıran, bedeni zehirleyen maddeler kullanmak...
Bu sayılan en temel yanlış eylemlerin hepsi ya egomuzun arzularına yenik düşmemiz, ya egomuzun reddettikleriyle savaşmamız ya da umursamazlık ile kaçmamızdan doğan tepkilerdir. Dolayısıyla bitmelidir.
Doğru eylem ise kendine yapılmasını istemeyeceğin her şeyi yapmaktan kendini alı koymak ve bütünün hayrını gözeten ve bilinçli seçimler ile yapılan eylemlerdir.
Doğru yaşam: İşi alkol satmak olan biri, işinin bağımlılık, hastalık, mutsuzluk, huzursuzluk yarattığını bile bile mutlu olabilir mi? Egosal tepkilerden ve çekimden doğmuş yanlış bir meslek-yanlış bir yaşam.
Arşivde tepkisel acı biriktirmemenin yoludur Sila bu yüzden gereklidir.
Sila’nın tek başına yetersizliği:
Ruhsal bir yaşamı seçmek ve yaşamak yönünde kalpten istek duymak ve bunun için zihinsel-bedensel bir efor göstermek çok önemli ve gerekli olmakla birlikte, kalapaların mikro kozmosuna inilip bilinçaltının oradaki yansımaları izlenmezse; geçmiş acı birikiminin arındırılması daha zor-daha zaman alıcı hatta imkansız... Buna insanın karanlığını görmek için aynaya bakması denilebilir. Kalapaların mikro kosmosuna inmenin, orada aynaya bakmanın yolu ise Samadhi’dir.
Sonuç: Aydınlanmak için tek başına iyi ahlak ve vicdan yeterli değil ve bir yardımcı araca ihtiyaç var. O araç Samadhi.
2. Samadhi (Zihnnini kontrol edebilmek)
Samadhi: Doğru konsantrasyon (Anapana ve Vipassana meditasyonu)
Diyor ki Buddha ruhsal arayışınızda en doğru, en net, en güçlü, en hızlı yolları kullanın ki bu acı dolu düzlemden o kadar hızlı özgürleşin.
Mesela mantra okunarak zihnin boşaltılması ve belli bir yüksek frekansın açılması kişiye ruhsal bir gelişimin ilhamlarını, şifalarını veriyorsa da bir vipassana meditasyonun sunduğu arınma ve dönüşüm hızını veremiyor.
Hızlı, net, güçlü bir arınma ve yükseliş için doğru konsantrasyon-doğru zihin-doğru meditasyona gelin diyor.
Bu sebeple ki 10 günlük vipassana inzivasına gittiğinizde sizi uyarıyorlar: sakın sakın sakın tekniği başka tekniklerle birleştirmeyin. Sakın sakın dini her hangi bir öğeyi içine katmayın. Bırakın teknik orijinal saflığında kalsın ve gerçek gücünü size sunabilsin, deniyor.
Aynaya bakmanın tekniği burada başlıyor:
Öncelikle kalapaların mikro kosmosuna inebilmek için dikkatin keskinleştirilmesi gerekiyor.
Dikkatin keskinleştirilmesi amacıyla önce Anapana meditasyonu öğretiliyor.
Gözleriniz kapalı, sırtınız dik, dikkatiniz burnunuza giren ve burnunuzdan çıkan nefeste. Nefes içeri girerken burnun altındaki alanı serinletiyor, dışarı çıkarken içerinin sıcaklığını taşıyor ve orayı ısıtıyor. Bu meditasyon boyunca sürekli odaklandığınız iki şey:
1-Nefesin içeri girişinin farkındalığı + üst dudakta yarattığı his.
2. Nefesin dışarı çıkışının farkındalığı + üst dudakta yarattığı his.
Dikkatinizi pergel gibi düşünün. Bir ucu burnun hemen altında ve sabitlenmiş; oradan hiç kopmayacaksınız. Diğer ucu ise bir içeri bir dışarı doğru nefesin hareketini takip ediyor.
Bunu yaparken zihniniz hemen düşünceler üretiyor. Bir bakmışsınız 3-5 dakikadır aslında meditasyonda bile değilmişsiniz. Ya geçmişe dair ya geleceğe dair bir şeyler düşünmekteymişsiniz.
Nasıl olur diyorsunuz, tekrar ciddiyetle dönüyorsunuz... Ah bi süre sonra bir bakıyorsunuz yine kayıp gitmişsiniz... Uyuyanlar, horlayanlar, rüyalar görenler, derin düşüncelere dalanlar...
Olmuyor olmuyor olmuyor başta. Bir türlü şu basit görünen şeyi yapamıyorsunuz; otuz saniye bile. Zihin bir türlü odaklanmak istemiyor. Siz de defalarca kez bunu farkedip ısrarla onu geri getiriyorsunuz. Yapmanız gereken de bu. Kendinize kızmadan, zihninize küfür etmeden, gülümseyerek, şefkat ve sevgiyle dikkatinizi geri o noktaya getiriyorsunuz. Sonunda zihniniz eğitimi almaya başlıyor. Sonunda dikkat gücü kazanıyorsunuz. Dinlemekte olduğunuz yer başta üst dudağın daha geniş bir alanıyken yavaş yavaş daha daha küçük bir noktaya iniyor dikkatiniz.
Anapana yalnızca dikkatinizi keskinleştirmek için yapılan bir meditasyon.
Dikkatinizi bileyleyip bir ameliyat neşterine dönüştürebilmeniz için. Çünkü vipassanada kendinize adeta bir ameliyat yapacaksınız; dikkatinizin neşteriyle. Dikkati bir lazer atışı gibi başınızın üstünden ayaklarınızın altına dek, derinizin yüzeyinden iç organlarınıza dek gezdiriyor ve kalapaları üstlerine yansıyan geçmişin acı frekansıyla görüp kabul ediyorsunuz. Bu dönüşümü başlatıyor.
Bu yazıda vipassana tekniğinin kendisine yalnızca bukadar değineceğim. Çünkü bu yine bir dahaki yazının konusu olarak kaldı; öyle oldu. Yine varamadık oraya... Belki bir daha ki yazı gelene dek ihtiyaç varsa biraz Anapana yapar ve dikkatinizi keskinleştirirsiniz(?)
Samadhi’nin gerekliliği ve tek başına yetersizliği:
Samadhi, yani zihninizin kontrolü tabii ki gerekli. O eğitimsiz maymun oraya buraya zıplarken, sizi bu anda var olmaktan alı koyarken, bu andaki hislerinizin farkında olmadan yaşarsınız. Bu da arşivden gelen tepkilerinizi fark edemeyeceğiniz ve bunun sonucu olarak fark etmeden ahlak ve vicdanınıza ters düşen şeyler de yapabilirsiniz demek.
Diğer yönden tek başına samadhi de aydınlanmak için yeterli değil. Ahlaksız ve vicdansız ve ama zihnini kontrol edebilen bir kimse dünya ve bütün varlıklar için çok tehlikeli biri olur. Tarihte örnekleri var.
3. Panna: İçsel bilgelik
Ruhsal-ahlaklı-vicdanlı yaşamın zihinsel ve bedensel gayretle seçilmesi (+)ARTI kalapaların mikro kosmosunda acı birikimlerinin izlenmesi (=) tepkisellikten kurtulmuş bir varlığın İçsel bilgelik & kendini biliş hali (Panna)
Burada çok çok çok önemli bir not: O kalapalardaki yansıyan acııların izlenmesi, sıradan bir izleme değil: O herşeyin geçiciliği farkındalığıyla yapılan bir izleme.
Yani kalapalarda beliren fiziksel acı ve duygusal acı, herşeyin geçiciliği farkındalığı ve kabulüyle izlendiğinde çözülüyor ve serbest kalıyor.
Bunun nasıl yapıldığı bir sonraki yazının konusu!
---
Vipassana öğretisinden ayrıldığım nokta:
Vipassana topluluğunun bugünkü öğretisiyle ters düştüğüm yere geldik. Evet aynaya bakmadan arınmak da yok, şifalanmak da yok, dönüşüm de yok, yükseliş de yok... Ama aynaya bakmanın tek yolu vipassana meditasyon tekniği değil. 2500 yıl önce bile, Buddha asla tek yol bu dememiş ama vipassana 10 günlük inzivasında biraz bu his var; sanki tek yol vipassana gibi...
Ben mucizelerle sonuçlanan şamanik şifa çalışmaları gördüm. Şifacı, hastaya farklı ruhani araçlarla öyle net bir ayna oluyor ki, kişi varlığında tuttuğu geçmiş birikimlerin acısını o an duyumsamaya, kabul etmeye, bağışlamaya ve bırakmaya başlıyor. Bunu bedensel, zihinsel, ruhsal bir şifalanma ve dönüşüm izliyor.
Doğru zamanda ve yerde, doğru niyetle alınan Ayahuasca ya da DMT5MEO insanın bilinçaltına öyle temiz bir ayna oluyor ki, insan bilinçaltının tüm acısına şahit oluyor. Şahit olmak, kabul göstermek ise geçmişin birikimini arındırmaya başlıyor.
Bugün dünyada öyle üstatlar var ki, bir tanesinin karşısına otursak ve gözüne baksak, belki içimiz dışımıza çıkana dek ağlarız; Öyle güçlü bir ayna; bize bir bakışıyla hem egomuzu hem ruhumuzun ışığını gösterir.
Dünya dönem sonlarına mahsus olan ruhani uyandırıcı ve arındırıcıların bolluğunu yaşıyor.
Vipassana’nın anlatım şeklinden ötürü bu gün 10 günlük vipassana meditasyona giden kimselerde fark etmeden büyük bir stres oluşuyor. “Aman bu tek şansım, çok iyi kullanmalıyım.”
Evet 10 günlük vipassana inzivasına gidebilmek çok özel bir deneyim dönüşüm için ama asla son bir şans değil ve tek yol da değil. Onun için on günü atlatan bazı kişiler sevinemiyor. “Başarabildim mi? Oldu mu? Başaramadım galiba...”
Onlardan biri bu satırları okuyorsa, İan ve Cameron’a söylediğim gibi: Başardınız bile. Kendinizi kutlayın. Yükseliş on günle sınırlı bir tek sınav ve şans değil. Kalbinizin çağırdığı her yönde ilacınız sizi bekliyor.
Tekniği anlatan Goenka Hocamızın (Rahmetli) bir tavsiyesi var. Bu tavsiyeyi minik bir hikayeyle anlatmış:
Annesi çocuğa bir kase sütlaç yapıp vermiş. Tatlıyı yerken çocuk içinde siyah küçük ve sert birkaç minik şey bulmuş. Bu ne demiş annesine; taş mı? Annesi onun lezzetli bir baharat olduğunu, onunla birlikte yemesinin iyi olduğunu söylemiş. Çocuksa asla yemem o taştır diye direnmiş.
Annesi bunun üzerine, iyi madem öyle o siyah taşları çıkar da öyle ye; ziyan etme; geri kalanı saf sütlaç demiş.
Goenka ji hikayeyi anlattıktan sonra şöyle tavsiyede bulunmuştu:
Bu tekniği size kazandırabilmek için burada size bir sütlaç pişirdik, sunduk. Onun içinde bir taş bulduğunuzu düşünüyorsanız tekniğin hepsini çöpe atmayın. O taşı kenara çıkarın ve Vipassananın geri kalan saf tadını alın.
Ben öyle yaptım; gitmiş ve gidecek olan herkese de aynı şeyi tavsiye ederim. Teknik çok saf, güçlü ve gerçek lakin anlatım-sunum şeklinde gördüğüm ve belki de benim henüz anlamaya yetecek kadar bilincim olmadığı için böyle yorumladığım- taş sandığım bir durum oldu(tekniğin tek yol olduğunun verilmeye çalışıldığı hissi).
Onu kenara ayırdım, vipassanayı sunulduğu kaptan çıkartıp içime aldım hem de sonsuz bir şükran hissi ve göz yaşıyla.
----------
Beşinci yazı kısmetse bir hafta içinde.
Auroville hakkında da yazmak istediğim şeyler var ve sırasını bekliyorlar.
Mathrimandir
Aşk olsun Hu.
No comments:
Post a Comment
Note: only a member of this blog may post a comment.