Honolulu’da böyle hissetmemiştim. Ne zamanki Hawaii adasına
iniş yaptık, eve döndüğümü bildim. Daha önce eve döndüğüm hissini duyduğum
yerler olmuştu. Bu hissin kendine has bir kuvveti var. Kalp ve boğaz çakrası
arasındaki alanı, (üst kalp çakrasını) altın renginde yakıyor ve çalıştırıyor. Kim
olduğuma ve ne yaptığıma dair içsel sezgim güçleniyor.
Evet ben buradaydım. İnsanlar ve uzaylı üstadlar arasında
şaman-kahuna rolündeydim. Dna’ma ve ve enerji alanımın derinliklerine bırakılmış
yüksek bilinç kodları ve kadim bilgileri taşıyan, koruyan, dağıtan olmaya söz
vermiştim. Bu bilgiler ve kodlar tutuldukları irade sınavlarını başarıyla geçen
öğrencilere sunuluyordu.
Hawaii’li şaman kahunalar ve diğer kadim uygarlıklardaki
aynı görevi gören diğer ruhlarla aynı galaktik birlik tarafından
görevlendirildik. Bu dünyanın yükseliş günü için bırakılmış olan bilgiyi ve
bilinçkodlarını bir ağacın gövdesinden, kollarına, kollarından alt dallarına,
alt dallarından daha küçük dallarına doğru yayılan bir enerji ağı olarak
düşünün. Yaradanın birliği, Melekleri, peygamberleri, uzaylı üstadlar, kahunalar,
şamanlar, rahipler, dervişler, budist keşişler, ışık işçileri ve uyanan her bir
ruh…
Bu akışı durdurabileceğini zanneden karanlığın dalları,
budakları, dünyamız üstünde nice oyunlar oynadı.
Işığın dallarıve budakları karanlığın sınavından geçirildi. Ve
bir süre için kaybolduk. Kaybolduğumuzu sandık. Şükürler olsun bize sundukları
o sınavlar için. Çünkü bu son sınav sayesinde yeniden kaybolmamak üzere özümüze
uyandık-uyanıyoruz. Evet hepimiz adına konuşuyorum. Şu anda dünya realitesinin
bir parçası olmayı seçmiş her varlık için konuşuyorum. Biz evrenin çeşitli
yerlerinden kazaara toplanmadık bu gezegene. Uzun bir hikayenin sonucudur şimdi
burada oluşumuz. Öte yandan, ruhun sonsuzluğunda bir nefes kadar yakın ve kısa…
Kaybolduğum hayatlarımda yeniden kalktım, yeniden yürüdüm,
yeniden aradım.
Bir Japon Ata deyişi; düşmek 7 defaysa kalkmak 8 defadır
der. 8 defa kalktım. 80 defa doğru söylediğim köyden kovuldum. Hakikati
söylemeye ağzımı açtığımda alay edildi. Yetmedi, asıldım, yakıldım. Sonunda acaba
ben miyim karanlık olan diye şüpheye düştüm. Kendime olan güvenimi yitirdim. Sonra
sustum çok uzun zaman. Bataklıklarda battım. Karanlığın en karanlığında
kayboldum. Tanrı’ya karşı günahkar olduğuma inandırdılar. Kendimi kırbaçladım.
Din savaşlarına girdim. Yeniden Tanrı’yı ararken katı insan mükemmeliyetçiliğine
girdim. Çizdiğim pentegram mükemmel olmalıydı. Yaktığım mum sayısı, mantrayı
tekrar edeceğim sayı, güneşin doğduğu ve battığı yere göre seremoni alanım,
altına oturacağım mükemmel ağaç, meditasyon için mükemmel sessizlik, mükemmel
yoga pozu, vs… Aklım esnekliğini giderek kaybedip kural çerçevesine girdi.
Tanrı’ya ulaşmanın bir matematiği vardı ve onu uygulamalıydım. Bilincimin
derinliklerine parıldayan Tanrısal mükemmeliğimi unuttuğum için o mükemmelliği
fiziksel alemde arar oldum. Hatta mumu yanlış köşeye koyan öğrenci keşişişin
kafasına kitap fırlatmış olabilirim. Yapmışımdır.
Tanrıya ulaşmak diye bir çabanın içine düşüp debelenip
durmuşum. Şimdi yeniden hatırladım ve bu hatırlayışımdan aldığım hak ile size
de söylüyorum ki aradığınız Tanrı sizsiniz. Bu ilizyonun dışına bir anda, bir
nefesinizle çıkma potansiyeliniz var. Mükemmel ağacı, mükemmel meditasyon
şiltesini, mumu ve taşı aramayın. Her neredeyseniz orada ve şimdi.
AHHHHHHHHHHHHHHH HAYYYYYYYYYYY YUUMMMMMMMMMMMM
AUUUUUUUUUUUUMMMMMMMM
O potansiyeli ortaya çıkaramadığınız için üzülerek yeni bir
ilüzyon daha yaratmayın. İlüzyonlarınız bile mükemmel. Her şey tam vaktinde…
Her şey tam vaktinde. Sonsuz anlar içinde, o kavuşma için hangi anı seçtiyseniz
O an yaşayacaksınız. Hiç şüphe yok. Hiç şüphe yok…Ahhhhhhh
Düşük ve yüksek frekanslı realiteler arasında gidip
geliyorum ben de. Bir an geliyor bütün insanlığın acısını duyuyorum ve acı
sonsuz gibi geliyor. Bir an sonra en yüksek içsel bilişe ve herşeyin içsel
mükemmeliğine ulaşıyor ve eriyorum.
---
Hawaii’ye biletlerimizi alıp airbnb ile kalacağımız evi
tuttuğumuzda Kilauea Yanardağı henüz patlamamıştı. Buraya varmadan önceki son
hafta boyunca, lavın rezervasyon ettiğimiz eve doğru gün be gün yaklaştığını haberlerden
izledik. Gördük ki evimiz lavın tam rotasının üzerinde. Adanın 360 derece
çevresi var; lavın genişli ise 1 derece bile değildir. Bunu ruhumuzdan gelen güçlü
bir işaret ve çağrı olarak gördük. Tamam, orada olmamız gerek dedik. Sanki
dilimin ucunda, tanıdık bir irade sınavına girecektik. O kadar tanıdık ki…
Akşam 7 civarı adaya vardık ve kiralık aracımızı teslim
aldık. Lavın kapattığı kuzey-doğu istikametini kullanamadığımız için yanardağın
üstünden, adanın ortasından geçip, güney doğuya vardık. Ana alterler güney doğu
yönünde hala açıktı. Yine de içime doğan kuvvetli his nedeniyle ana altere
girmedik. Deniz kenarına doğru sürüp adayı deniz kenarından dönen toprak yolu
bulmaya çalıştık. Yollar pek çok yerde bloke edildiği için zorlandık. Velhasıl
sonunda ormanın içinden giden toprak yolu bulduk. 2 saat kadar da öyle sürdük. Birkaç
defa kaybolduğumuzu düşünüp durakladık. Gece yarısını geçe evimize vardık.
(Evimiz, içinde çift kişilik yatağı olan bir çadırmış)
Kulübesinde uyuyan ev sahibini uyandırdık. Devletin, adanın
güney doğusundaki otellere müşteri alma yasağı getirdiğini ve bu yüzden
yalnızca o gece kalıp sabah erkenden ayrılmamız gerektiğini söyledi. (Lav da birkaç
saat evvel kullanmamayı seçtiğim ana alteri kapatmış bu arada…)
(İnternette bulduğum yeni bir fotoğraf)
Lav belki 10 mil yakınımıza kadar varmıştı. Biraz daha
yaklaşırsa içinde bulunduğumuz ormanı
içine alabilirdi. O üst kalp çakramda duyduğum öz güven sarsılmazdı. Evet
korkuyordum ama bir taraftan da orada oluşumuzun ilahi planın en yüksek
frekanslı bir sonucu olduğunu da seziyordum. Yuuka her zamanki gibi çok
sakindi. İyi geceler Gökhan Dedi ve Maya’ya sarılıp yattı. Ben bir süre
meditasyon yapıp Yanardağın yüksek ruhu-Tanrıçası Pele’yi dinledim. “ Hoş
geldin çocuk”, dedi.
Sonra deliksiz uyudum.
Yuuka gece boyunca yaşadığı derin şifalanmaları anlattı
sabah. Ben hiçbir şey hatırlamıyordum. Yorgundum ve bütün bedenim dövülmüş gibi
ağrıyordu. Çevremizi saran orman örtüsünden dolayı lavın nereye vardığını
bilemiyorduk. Ev sahibi o gece için bizden para almadı. Siz misafirimizsiniz
dedi. İşte bu çok hoşuma gitmişti. Aracımıza atlayıp, adanın daha emniyetli güney
batı yakasına geldik.
Bu geçen 3 gün boyunca
farkında olmadan mükemmel ağacı aramışım. Altına oturup meditasyon yapacağım
ya.. o sebeple… Bilinç çünkü orada ya… İlahi, kendi kendime de iyi gülüyorum…
O mükemmeliyetçi egoya dün bir güzel çeki düzen verdiler.
Yuuka ve Maya’nın birlikte gittikleri yerden dönmelerini
bekliyorum yolkenarında. Önünde durduğum kafeden genç bir adam çıkıp yanıma
geldi. Nasılsın kardeşim dedi. Gözlerinde tanıdık bir ışık var. Birbirimizin etrafında
döndük bir tur. Yüzümüzdeki gülümsemeye takıldık. Birbirimizin iki omzunu falan
tuttuk. Sanki senelerdir görmediğim bir kardeşim var önümde. Gözlerindeki
ışıltıdan ruhunu tanıyorum. Kardeş işte besbelli. Dur ben sana flüt çalayım da
hatırlayalım dedi. Çantasından bir Amerikan yerli flüdü çıkarttı. Bunu dedem
benim için yaptı dedi. Çalmaya başladı. O çalınca etrafımıza neşeli kuşlar geldi. Ruhumun ciddi eril
kanatlarının arasında yeşil, kırmızı, sarı, neşeli kuşların tüylerinden çıktı.
Kanatlarım özgürce havalandı. Dalgalandım ayaklarımın üstünde.
Çalmayı bitirdi. Şükranla ve dolu gözlerle bakıyordum. Özgür
bir kuş olduğumdan başka bir şey anımsamamıştım.
Sen ne yaparsın dedi? Dedim ben de ses ile şifa yaparım.
Sonra böğrünü
gösterdi. Midesinin altını… Tam burası acıyor 3 gündür dedi. Sen de bana bir
şey yapar mısın? Ses ile şifanı verir misin?
Veririm de dedim… Kafamın içinden de şu düşünceler uçtu bir
an. Ses çanakları yanımda değil.. Şaman davulu ve rattle’larda yok.. Yanımda
Yuuka’da yok. Daha önce yalnızca
varoluşumu şifa enstrümanı olarak defalarca kullandıysam da o an yine mükemmel
ağacı aradım. Çevreye bakındım. Hakikatten imkansız gözüken bir yerdeyiz. Solumuzda
arabalar parketmiş. Sağımızda kafeler. Güneş yakıcı.
Birden farkettim ki ben çağırmadan, davet etmeden, ellerime
yüksek enerjiler inmeye başlamış. Parmaklarım dansediyordu. Tamam dedim,
yapalım.
Kaldırımın üstünde karşılıklı bağdaş kurduk. Yer pis.
Çevremizden insanlar yürüyüp geçiyor. Ve çok manyak gözüküyoruz. Ellerimi artık
tutamıyorum havada şekiller çizmek istiyor. Kısa bir süre gözlerimi kapatıp
merkezimi dinledikten sonra akan enerjiyi sese dönüştürdüm.
Bu Dmt5 MEO kadar hızlı ve o kadar sarsıcı bir enerjiydi.
İkimizde oturduğumuz yerde enerjinin yoğunluğu nedeniyle zangır zangır titredik.
Çok kısa bir süre sonra midesinin altından koyu sarı bir zehirli gaz enerjisi
çıktı. Sonra ikimiz birden yükseldik. İçsel hazzımız da ses oldu çıktı. Toplam birkaç dakika sürmüştü belki.
Bittiğinde öylesine sarhoş bir his içindeydik ki bir birimizi destekleyerek
ayağa kaldırdık. Göğüs kafesimizi birbirimizi içimize almak istercesine sıkıca
birbirine bastırarak sarıldık. Kardeşim, kardeşim kardeşim diyerek…
(Birkaç gün lavın çok yakınında kalmış. Midesinin altından
çıkan zehirli gaz Pele’nin kendisine şifalı bir hediyesiymiş. Zehir şifadır
da..)
Her şey başladığı gibi hızlı geldi ve geçti. Birbirimizin
emailini, facebookunu, adresini falan bilmemize gerek yoktu. Birbirimizi
tutmadık. Öyle hoş bir bırakan gülümseme vardı yüzümüzde. Bırakan gülümseme… Tutmayan,
hapsetmeyen, bırakan… Sanki havada süzülen 2 yaprak birararaya gelmiş, bir süre
için bir arada süzülmüş ve sonra da ayrılmıştı.. Doğa böyle…
İçimdeki mükemmel merkezi bir kere daha kuvvetle
hatırlamıştım. Her nereye gidersem gideyim Tapınağımdayım. Yaradanın sonsuzluğuna
açılan o kutsal tapınakta, merkezimdeyim.
Bu gün, içimdeki mükemmel merkez, dışımdaki mükemmel ağacı
bulmama neden oldu.
Kadim Hawaii’liler için, şaman kahunalar için, önemli olan,
çok yüksek enerjili bir mağarayı buldurulduk.
Mağaranın karanlık ortamını bölen, tepedeki bir delikten inen Güneş huzmesinin
içinde durduğumda, geleceğin, biz insanlığın görebileceği en yüksek frekanslı Dünya
Realitesini içimde yaşadım. Huzur ve aşk aktı. Kadim ruhlar oradaydı.
Bu mağara benim kalbimin içindeki taht odasının bir yansıması.
“Hatırladın, hatırladın, hatırladın…
Çok şükür çok şükür içindeki cennete döndün.”
Bu satırları bana verdikleri ilhamlarla yazıyorum.
Okuduğunuzda bilinciniz değişik katmanlarını harekete geçirecekler. Aşk Olsun.
Aşk Olsun. Ve oldu… Huuuuuuu.
---
2 gün sonra Maui Adasına geçeceğiz. 21 mayıs toplu
meditasyonumuz için hazırım.
21 mayıs meditasyonundan haberiniz olmadıysa ve ilk kez bu
yazı vesilesiyle duyuyorsanız lütfen aşağıdaki
fb linkine tıklayarak etkinlik sayfasını ziyaret edin.
Ve aynı mağaranın içinden kısa bir ses şifa kaydı. Kısa
derken… Olması gerektiği kadar… (Lütfen kulaklık ile dinleyin.)
Bütün insanlık bu vakitte dünyada var olmayı seçerek büyük irade
sınavını verdi. İnsanlık bundan sonra ne olacağına dair seçimini yaptı-yapıyor…
Yüksek bilincin kodları ve kadim bilgiler o kaynaktan içmek
isteyen her kese şırıl şırıl akıyor.
Yolculuğumuzdan bir kaç kare fotoğraf.
No comments:
Post a Comment
Note: only a member of this blog may post a comment.