Wednesday 16 May 2018

41. Hawaii, Dünyanın kalp çakrası, İçerideki tapınak...




Honolulu’da böyle hissetmemiştim. Ne zamanki Hawaii adasına iniş yaptık, eve döndüğümü bildim. Daha önce eve döndüğüm hissini duyduğum yerler olmuştu. Bu hissin kendine has bir kuvveti var. Kalp ve boğaz çakrası arasındaki alanı, (üst kalp çakrasını) altın renginde yakıyor ve çalıştırıyor. Kim olduğuma ve ne yaptığıma dair içsel sezgim güçleniyor.

Evet ben buradaydım. İnsanlar ve uzaylı üstadlar arasında şaman-kahuna rolündeydim. Dna’ma ve ve enerji alanımın derinliklerine bırakılmış yüksek bilinç kodları ve kadim bilgileri taşıyan, koruyan, dağıtan olmaya söz vermiştim. Bu bilgiler ve kodlar tutuldukları irade sınavlarını başarıyla geçen öğrencilere sunuluyordu.

Hawaii’li şaman kahunalar ve diğer kadim uygarlıklardaki aynı görevi gören diğer ruhlarla aynı galaktik birlik tarafından görevlendirildik. Bu dünyanın yükseliş günü için bırakılmış olan bilgiyi ve bilinçkodlarını bir ağacın gövdesinden, kollarına, kollarından alt dallarına, alt dallarından daha küçük dallarına doğru yayılan bir enerji ağı olarak düşünün. Yaradanın birliği, Melekleri, peygamberleri, uzaylı üstadlar, kahunalar, şamanlar, rahipler, dervişler, budist keşişler, ışık işçileri ve uyanan her bir ruh…

Bu akışı durdurabileceğini zanneden karanlığın dalları, budakları, dünyamız üstünde nice oyunlar oynadı.

Işığın dallarıve budakları karanlığın sınavından geçirildi. Ve bir süre için kaybolduk. Kaybolduğumuzu sandık. Şükürler olsun bize sundukları o sınavlar için. Çünkü bu son sınav sayesinde yeniden kaybolmamak üzere özümüze uyandık-uyanıyoruz. Evet hepimiz adına konuşuyorum. Şu anda dünya realitesinin bir parçası olmayı seçmiş her varlık için konuşuyorum. Biz evrenin çeşitli yerlerinden kazaara toplanmadık bu gezegene. Uzun bir hikayenin sonucudur şimdi burada oluşumuz. Öte yandan, ruhun sonsuzluğunda bir nefes kadar yakın ve kısa…

Kaybolduğum hayatlarımda yeniden kalktım, yeniden yürüdüm, yeniden aradım.
Bir Japon Ata deyişi; düşmek 7 defaysa kalkmak 8 defadır der. 8 defa kalktım. 80 defa doğru söylediğim köyden kovuldum. Hakikati söylemeye ağzımı açtığımda alay edildi. Yetmedi, asıldım, yakıldım. Sonunda acaba ben miyim karanlık olan diye şüpheye düştüm. Kendime olan güvenimi yitirdim. Sonra sustum çok uzun zaman. Bataklıklarda battım. Karanlığın en karanlığında kayboldum. Tanrı’ya karşı günahkar olduğuma inandırdılar. Kendimi kırbaçladım. Din savaşlarına girdim. Yeniden Tanrı’yı ararken katı insan mükemmeliyetçiliğine girdim. Çizdiğim pentegram mükemmel olmalıydı. Yaktığım mum sayısı, mantrayı tekrar edeceğim sayı, güneşin doğduğu ve battığı yere göre seremoni alanım, altına oturacağım mükemmel ağaç, meditasyon için mükemmel sessizlik, mükemmel yoga pozu, vs… Aklım esnekliğini giderek kaybedip kural çerçevesine girdi. Tanrı’ya ulaşmanın bir matematiği vardı ve onu uygulamalıydım. Bilincimin derinliklerine parıldayan Tanrısal mükemmeliğimi unuttuğum için o mükemmelliği fiziksel alemde arar oldum. Hatta mumu yanlış köşeye koyan öğrenci keşişişin kafasına kitap fırlatmış olabilirim. Yapmışımdır.

Tanrıya ulaşmak diye bir çabanın içine düşüp debelenip durmuşum. Şimdi yeniden hatırladım ve bu hatırlayışımdan aldığım hak ile size de söylüyorum ki aradığınız Tanrı sizsiniz. Bu ilizyonun dışına bir anda, bir nefesinizle çıkma potansiyeliniz var. Mükemmel ağacı, mükemmel meditasyon şiltesini, mumu ve taşı aramayın. Her neredeyseniz orada ve şimdi.

AHHHHHHHHHHHHHHH HAYYYYYYYYYYY YUUMMMMMMMMMMMM AUUUUUUUUUUUUMMMMMMMM

O potansiyeli ortaya çıkaramadığınız için üzülerek yeni bir ilüzyon daha yaratmayın. İlüzyonlarınız bile mükemmel. Her şey tam vaktinde… Her şey tam vaktinde. Sonsuz anlar içinde, o kavuşma için hangi anı seçtiyseniz O an yaşayacaksınız. Hiç şüphe yok. Hiç şüphe yok…Ahhhhhhh

Düşük ve yüksek frekanslı realiteler arasında gidip geliyorum ben de. Bir an geliyor bütün insanlığın acısını duyuyorum ve acı sonsuz gibi geliyor. Bir an sonra en yüksek içsel bilişe ve herşeyin içsel mükemmeliğine ulaşıyor ve eriyorum.
---
Hawaii’ye biletlerimizi alıp airbnb ile kalacağımız evi tuttuğumuzda Kilauea Yanardağı henüz patlamamıştı. Buraya varmadan önceki son hafta boyunca, lavın rezervasyon ettiğimiz eve doğru gün be gün yaklaştığını haberlerden izledik. Gördük ki evimiz lavın tam rotasının üzerinde. Adanın 360 derece çevresi var; lavın genişli ise 1 derece bile değildir. Bunu ruhumuzdan gelen güçlü bir işaret ve çağrı olarak gördük. Tamam, orada olmamız gerek dedik. Sanki dilimin ucunda, tanıdık bir irade sınavına girecektik. O kadar tanıdık ki…
Akşam 7 civarı adaya vardık ve kiralık aracımızı teslim aldık. Lavın kapattığı kuzey-doğu istikametini kullanamadığımız için yanardağın üstünden, adanın ortasından geçip, güney doğuya vardık. Ana alterler güney doğu yönünde hala açıktı. Yine de içime doğan kuvvetli his nedeniyle ana altere girmedik. Deniz kenarına doğru sürüp adayı deniz kenarından dönen toprak yolu bulmaya çalıştık. Yollar pek çok yerde bloke edildiği için zorlandık. Velhasıl sonunda ormanın içinden giden toprak yolu bulduk. 2 saat kadar da öyle sürdük. Birkaç defa kaybolduğumuzu düşünüp durakladık. Gece yarısını geçe evimize vardık. (Evimiz, içinde çift kişilik yatağı olan bir çadırmış)

Kulübesinde uyuyan ev sahibini uyandırdık. Devletin, adanın güney doğusundaki otellere müşteri alma yasağı getirdiğini ve bu yüzden yalnızca o gece kalıp sabah erkenden ayrılmamız gerektiğini söyledi. (Lav da birkaç saat evvel kullanmamayı seçtiğim ana alteri kapatmış bu arada…)


        (İnternette bulduğum yeni bir fotoğraf)

Lav belki 10 mil yakınımıza kadar varmıştı. Biraz daha yaklaşırsa içinde bulunduğumuz ormanı  içine alabilirdi. O üst kalp çakramda duyduğum öz güven sarsılmazdı. Evet korkuyordum ama bir taraftan da orada oluşumuzun ilahi planın en yüksek frekanslı bir sonucu olduğunu da seziyordum. Yuuka her zamanki gibi çok sakindi. İyi geceler Gökhan Dedi ve Maya’ya sarılıp yattı. Ben bir süre meditasyon yapıp Yanardağın yüksek ruhu-Tanrıçası Pele’yi dinledim. “ Hoş geldin çocuk”, dedi.

Sonra deliksiz uyudum.
Yuuka gece boyunca yaşadığı derin şifalanmaları anlattı sabah. Ben hiçbir şey hatırlamıyordum. Yorgundum ve bütün bedenim dövülmüş gibi ağrıyordu. Çevremizi saran orman örtüsünden dolayı lavın nereye vardığını bilemiyorduk. Ev sahibi o gece için bizden para almadı. Siz misafirimizsiniz dedi. İşte bu çok hoşuma gitmişti. Aracımıza atlayıp, adanın daha emniyetli güney batı yakasına geldik.    

Bu geçen 3 gün boyunca farkında olmadan mükemmel ağacı aramışım. Altına oturup meditasyon yapacağım ya.. o sebeple… Bilinç çünkü orada ya… İlahi, kendi kendime de iyi gülüyorum…

O mükemmeliyetçi egoya dün bir güzel çeki düzen verdiler.

Yuuka ve Maya’nın birlikte gittikleri yerden dönmelerini bekliyorum yolkenarında. Önünde durduğum kafeden genç bir adam çıkıp yanıma geldi. Nasılsın kardeşim dedi. Gözlerinde tanıdık bir ışık var. Birbirimizin etrafında döndük bir tur. Yüzümüzdeki gülümsemeye takıldık. Birbirimizin iki omzunu falan tuttuk. Sanki senelerdir görmediğim bir kardeşim var önümde. Gözlerindeki ışıltıdan ruhunu tanıyorum. Kardeş işte besbelli. Dur ben sana flüt çalayım da hatırlayalım dedi. Çantasından bir Amerikan yerli flüdü çıkarttı. Bunu dedem benim için yaptı dedi. Çalmaya başladı. O çalınca etrafımıza  neşeli kuşlar geldi. Ruhumun ciddi eril kanatlarının arasında yeşil, kırmızı, sarı, neşeli kuşların tüylerinden çıktı. Kanatlarım özgürce havalandı. Dalgalandım ayaklarımın üstünde.
Çalmayı bitirdi. Şükranla ve dolu gözlerle bakıyordum. Özgür bir kuş olduğumdan başka bir şey anımsamamıştım.

Sen ne yaparsın dedi? Dedim ben de ses ile şifa yaparım.

 Sonra böğrünü gösterdi. Midesinin altını… Tam burası acıyor 3 gündür dedi. Sen de bana bir şey yapar mısın? Ses ile şifanı verir misin?

Veririm de dedim… Kafamın içinden de şu düşünceler uçtu bir an. Ses çanakları yanımda değil.. Şaman davulu ve rattle’larda yok.. Yanımda Yuuka’da yok.  Daha önce yalnızca varoluşumu şifa enstrümanı olarak defalarca kullandıysam da o an yine mükemmel ağacı aradım. Çevreye bakındım. Hakikatten imkansız gözüken bir yerdeyiz. Solumuzda arabalar parketmiş. Sağımızda kafeler. Güneş yakıcı.
Birden farkettim ki ben çağırmadan, davet etmeden, ellerime yüksek enerjiler inmeye başlamış. Parmaklarım dansediyordu. Tamam dedim, yapalım.
Kaldırımın üstünde karşılıklı bağdaş kurduk. Yer pis. Çevremizden insanlar yürüyüp geçiyor. Ve çok manyak gözüküyoruz. Ellerimi artık tutamıyorum havada şekiller çizmek istiyor. Kısa bir süre gözlerimi kapatıp merkezimi dinledikten sonra akan enerjiyi sese dönüştürdüm.

Bu Dmt5 MEO kadar hızlı ve o kadar sarsıcı bir enerjiydi. İkimizde oturduğumuz yerde enerjinin yoğunluğu nedeniyle zangır zangır titredik. Çok kısa bir süre sonra midesinin altından koyu sarı bir zehirli gaz enerjisi çıktı. Sonra ikimiz birden yükseldik. İçsel hazzımız da ses oldu çıktı.  Toplam birkaç dakika sürmüştü belki. Bittiğinde öylesine sarhoş bir his içindeydik ki bir birimizi destekleyerek ayağa kaldırdık. Göğüs kafesimizi birbirimizi içimize almak istercesine sıkıca birbirine bastırarak sarıldık. Kardeşim, kardeşim kardeşim diyerek…

(Birkaç gün lavın çok yakınında kalmış. Midesinin altından çıkan zehirli gaz Pele’nin kendisine şifalı bir hediyesiymiş. Zehir şifadır da..)

Her şey başladığı gibi hızlı geldi ve geçti. Birbirimizin emailini, facebookunu, adresini falan bilmemize gerek yoktu. Birbirimizi tutmadık. Öyle hoş bir bırakan gülümseme vardı yüzümüzde. Bırakan gülümseme… Tutmayan, hapsetmeyen, bırakan… Sanki havada süzülen 2 yaprak birararaya gelmiş, bir süre için bir arada süzülmüş ve sonra da ayrılmıştı.. Doğa böyle…
İçimdeki mükemmel merkezi bir kere daha kuvvetle hatırlamıştım. Her nereye gidersem gideyim Tapınağımdayım. Yaradanın sonsuzluğuna açılan o kutsal tapınakta, merkezimdeyim.

Bu gün, içimdeki mükemmel merkez, dışımdaki mükemmel ağacı bulmama neden oldu.

Kadim Hawaii’liler için, şaman kahunalar için, önemli olan, çok yüksek enerjili bir mağarayı buldurulduk.  Mağaranın karanlık ortamını bölen, tepedeki bir delikten inen Güneş huzmesinin içinde durduğumda, geleceğin, biz insanlığın görebileceği en yüksek frekanslı Dünya Realitesini içimde yaşadım. Huzur ve aşk aktı. Kadim ruhlar oradaydı.


Bu mağara benim kalbimin içindeki taht odasının bir yansıması.




“Hatırladın, hatırladın, hatırladın…
Çok şükür çok şükür içindeki cennete döndün.”

Bu satırları bana verdikleri ilhamlarla yazıyorum. Okuduğunuzda bilinciniz değişik katmanlarını harekete geçirecekler. Aşk Olsun. Aşk Olsun. Ve oldu… Huuuuuuu.



---
2 gün sonra Maui Adasına geçeceğiz. 21 mayıs toplu meditasyonumuz için hazırım.
21 mayıs meditasyonundan haberiniz olmadıysa ve ilk kez bu yazı vesilesiyle duyuyorsanız lütfen aşağıdaki  fb linkine tıklayarak etkinlik sayfasını ziyaret edin.

Ve aynı mağaranın içinden kısa bir ses şifa kaydı. Kısa derken… Olması gerektiği kadar… (Lütfen kulaklık ile dinleyin.)



Bütün insanlık bu vakitte dünyada var olmayı seçerek büyük irade sınavını verdi. İnsanlık bundan sonra ne olacağına dair seçimini yaptı-yapıyor…
Yüksek bilincin kodları ve kadim bilgiler o kaynaktan içmek isteyen her kese şırıl şırıl akıyor.

---
Yolculuğumuzdan bir kaç kare fotoğraf.












No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.