Thursday 3 May 2018

39. Bir Bilge Kadın Hikayesi, Ahhhhhh HOOOOOO OMMMMM




Bir küçük kız varmış annesinin öğrettiği gibi dua eden. Ellerini açar ve şöyle dermiş ‘Allahım bisiklet istiyorum, lütfen bana bisiklet ver.’
Sonra bir gün bisikleti olmuş ve bu mutlu olayın ettiği duanın sonucu olduğu sonucuna varmış.

Başka bir gün duasında ‘Allahım lütfen hani şu göğsünde pembe kurdelası olan, Sindrella elbisesi var ya, ondan da ver bana’, demiş.
Olaylar olacağı gibi olmuş ve pembe kurdelalı Sindrella elbisesi de alınmış.

‘Allahım onu da, bunu da, şunu da istiyorum. Ondan da bundan da, şundan da ver bana’ diye dua etmeye devam etmiş.

İstediği bazı şeyler kendine gelmiş, bazıları gelmemiş. Yine de olumlu gözüken bir tesadüfler zincirini ettiği duaların sonucu olarak kabul etmiş.

Küçük kız büyümüş, büyüdükçe istekleri değişmiş ama dua edişi değişmemiş.

‘Allahım bana sabır ver’, ‘Allahım bana güç ver’ , ‘Allahım bana zihin açıklığı ver’, ‘Allahım bana huzur ver’...Bolluk ver, eş ver, aşk ver, çocuk ver, torun ver, ver ver ver…

Kendisine öğretildiği gibi dışındaki bir yaratıcıdan isteye durmuş. O Yaratıcı, öğrendiği şekliyle müslümanları seviyormuş, iyileri cennetiyle ödüllendiriyor, kötüleri cehennemiyle cezalandırıyormuş. Herşey ondan istenebilirmiş ve iyi çocuk olursak, O her zaman verirmiş.

Böylece kadın, zaman zaman Tanrı’nın, isteklerini yerine getirerek onu ödüllendirdiğini, zaman zaman isteklerini ondan uzaklaştırarak cezalandırdığını düşünerek hayatının evrelerini yaşamış.

Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten orta yaşa, oradan da yaşlılığa doğru ilerlerdedikçe isteklerinin giderek daha az karşılandığını, çoğunlukla cezalandırıldığını hissetmeye başlamış. İçinde Yaradana karşı bir küslük duymaya başlamış. Elimden geleni yapıyorum iyi bir insan olmak için, neden beni cezalandırıyorsun diye, kızmaya da başlamış.

Hayatı gün be gün grinin koyu tonlarından siyaha doğru geçiş yapmış. Sonunda öyle bir noktaya gelmiş ki gözleri güneşi görse de içi hep karanlık kalmış. Sonsuz bir yalnızlık, terkedilmişlik, sevgisizlik ve acı duymuş. Ölümden sonra cehenneme gitmekten korkmasa hemen intihar edecekmiş. Adeta nefes almamış. Katlanmış. Yüzüne seneler boyu taktığı bütün maskeler; iyi evlat, hukuk öğrencisi, avukat, hakim, eş, anne, büyük anne; hepsi düşmeye başlamış, hepsi anlamsızlaşmış.

Ölümü yavaş yavaş yaşıyormuş aslında. Bütün bu karanlık hisler onu içten içe yiyormuş. Sonunda bir kalp hastalığı peydah olmuş. Birsüre ona ağrı, acı yaşattıktan sonra, çok karanlık,fırtınalı bir günde kalp duruvermiş. Tam o durduğu vakit evine bir yıldırım düşmüş. Gözleri açık kalmış.

Görüşü tuhaflaşmış. Sanki odanın içindeki her şey fıldır fıldır dönüyor ve birbirine eriyormuş gibi görmüş. Evin bütün eşyaları ölesiye ağırlıklarıyla birbirlerinin içine spiraller halinde erirken kadını da içine çekmiş. Duvardaki saatin kolları gerisin geriye ışıktan hızlı dönerken, Miki ve Mini Mouse’un vampir dişleri bileklerine batarken, beyaz sarıklı bir hoca ağzından tükürükleri akarak arapça duayı tersten okurken, mutfak tezgahındaki anti depseran hapın içinde uyuşuk balıklar birbirlerini yerken, fareler ve kurtçuklar kadının kalbinde yuva yaparken, zehirli bir akrep kendisini sokarak rahiminde ölürken, iki uzun yeşil yılan kafasının üstünden boynuzlarmışçasına evrenin karanlığına doğru uzanırken; dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana; kadın, elinde uzun, süngülü bir tüfekle hürraaa diye bağırarak Anzakların üstüne koşarken; deniz kara, kara deniz iken,  kara delikler birbirleri etrafında dönmeye başlamışken, ortalarında beliren palyaço elindeki zehirli elmayı kadına uzatırken; kadın adam, adam çocuk, çocuk dede, dede baba iken, sonsuzluk boyu her şey anlamsızca birbirine karışırken, sonsuzluk boyu, sonsuzluk boyu, sonsuzluk boyu sonsuzluk boyu kusarken, kadın sonsuz duygusal ve fiziksel acılar duyumsamış. Sanki asla bitmeyecek gibiymiş. Bir başı ve sonu yokmuş gibi.. sonsuz gibi…Fırtınalarla savrulmuş, yıldırımlarla çarpılmış, güneş patlamasının içinde parçacıklarına ayrılmış.

Kadının tüm karmaşasının evi olan zihni sonunda bir balon gibi patlamış. Tam o anda bütün kara delikler birleşmiş ve ortasında bir ışık tüneli açılmış. Bütün karmaşa birbirninden ayrışarak kadının önünden çekilmiş. Kadın sessiz bir teslimiyetle karadeliğin içindeki ışığa doğru süzülmüş. Giderek hızlanmış. Giderek hızlanmış. Giderek hızlanmış. Hızlandıkça ağlamış. Ağladıkça üstünde kalan son zehirler dökülmüş ve hafifleşmiş. Hızlandıkça hızlanmış ve bir ışık patlaması ile altın enerji sonsuzluğuna çıkmış. Sonsuzluk kadar uzun bir süre haz duymuş.  Bu geldiği yerde bir bedene ihtiyacı yokmuş. Yine de sanki nostalji ararmış gibi, şimdi ölüp terkettiği son insan halinin formuna bürünmüş.

Bu nostaljinin içine, bu yeni biliş haliyle bakmak için müthiş bir arzu duymuş. Etrafında kırmızı bir enerji küresi oluşmuş. Kürenin içinde holografik bir film gibi son yaşamını izlemeye başlamış. İzlemekten de öte bizzat her an yaşadığı hisleri olduğu gibi ve milyonlarca kez fazlasıyla duyumsamış. Bu kürenin içinde sonsuzluk kadar uzun bir süre boyunca son yaşamının her anını milyonlarca kez hisselleştirilmiş olarak yaşamış. Dışardan bakabilen birine, bir an gibi gözükecek bu deneyim, onun için bir yaşam boyuymuş. Izlerken ve yaşarken sonunda hayatının en karanlık anlarına tanık olmuş. O terkedilmişlik, o yalnızlık, o acı, o kalp ağrısı, o bunaltı ve bulanma, o karmaşa, o odadaki tüm maddelerin ağır balçığa dönüşüşü, o boğan içeri çekiliş, o sonsuz karmaşa, milyonlarca kez daha acı , milyarlarca kez daha ağır, sonsuz kez daha anlamsız olarak yaşanmış. Ve küçük zihninin patladığı o an kırmızı küre de patlamış.

Altın sonsuzluğa çıkarken içinden ilk geçtiği sonsuz haz hissi, katrilyonlarca kez daha artarak bir sonsuz Ahhhhhhhhh ve OMMMMMMMMMMM olup evrenlerin her köşesine, her zerresine doğru yayılmış, işlemiş…
Bu sonsuz orgazm boyunca, evrenin tam bilinçli bütün ışık parçacıkları onunla birlikte orgazm olmuş.
Ahhhhhhhhhh HOOOOOOOOOO OMMMMMMMM

Ve O bilmişki, kadın olarak henüz dünyadaki görevi sona ermemiş. Tekrar Dünya’da olmak için ve görevine kaldığı yerden devam etmek için dayanılmaz bir istek duymuş ve dayanmamış da; akmış gerisin geri, içerisin içeri; iç dış olmuş, dış iç… Sonsuz ışık , sonsuz filtrelerden geçip küçülmüş, daralmış, ağırlaşmış; küçülür gibi, daralır gibi, ağırlaşır gibi yapmış. Onun bu geri dönüş çabası bütün bir insanlık ve bütün bir evren için hizmet ve fedakarlıkmış. Tüm hafifliğiyle ağır bedenine ve kalbinin tam ortasına oturmuş.

Yatakta yatmakta olan kadının hiç kapanmamış gözlerine buğulu bir görüntü doğmuş.

Elini kaldırarak gözüne götürmüş. Buğuyu silmek isteğiyle gözlerini ovalamış. Göz çukurlarına dolmuş yaşlar kurulanmış.
Bir büyük kalp rahatlamasıyla derin bir nefes almış.
Duvardaki saat sabah 11:11 ‘i gösteriyormuş ve öyle de durup kalmış.
Üstünde öldüğü yatağından doğrulmuş. Daha önce duymadığı bir biliş duyumsamış. Kendisinin Tanrı’nın bir parçacığı olduğunu biliyormuş artık. Ölmeden önceki ve öldükten sonraki bilişi arasında dağlar kadar fark varmış.

‘Allahım bana güzel bir hayat ver’ demiş. Derken kendini duymuş. Bu duyduğu, aklının yamaçları arasında defalarca kez eko yapmış.

“Al al al llllahım
Güzel güzel güzel birbir bir
Hayat hay hay hayat
Ver ver ver ver”

Sonra öksürerek kıkırdamış ve kıkırdayışı kahkaha olmuş. Ölümün ötesinden gelen her yolcunun güldüğü gibi gülmüş. Yarıla yarıla gülmüş. Kopmuş gülerken.
Sonra gülmesi durmuş. Yataktan kalkmış ve yavaş adımlarla pencerenin kenarına yürümüş. Pencereyi ardına kadar açıp dışarıya bakmış. Yağmurun ıslattığı topraklar yaşam kokuyormuş. Derince nefes almış ve vermiş. Almış ve vermiş. Nefesinin ve an ve an varoluşunun farkında olmuş.

Hayatında ilk defa şöyle dua etmiş: ‘ Yaradanım yürüme fırsatı verdiğin bu sonsuz yol seçenekleri için şükrediyorum. Artık ne olmadığımı biliyorum. Bütünün en yüksek hayrına olan hayat yolunu şimdi seçiyorum ve şimdi yürümeye başlıyorum. Sen kalbimden taşan ve yolumu aydınlatan ışık ve yolumun ta kendisi. Sen o yolda yanımda yürüyen rehber ve yoldaşlar, sen içinde yürüdüğüm dünya, sen güneş ve galaksi, sen bu bedenin ve içi ve dışı. Sen her şeysin. Ben Benim. Ben Benim. Ben Kutsal Ben, An bu an. Şükürler olsun’

O an itibariyle, daha önce hep ertelediği ve kendisine sunulmasını beklediği özgürlüğün, sevginin, ve birliğin yolundan yürümeye başlamış. Kalbinden taşan ışıkla yaratmış ve yaşamış. Yaratmış ve Yaşamış. Yaratmış ve Yaşamış. En yüksek kader yolunu yaşamış. Işıl ışıl ışımış.

Insanlar bu bilge kadına doğru çekilmişler. Onun sesini duymak istemişler. Ondan bir hikaye dinlemek istemişler.

Ve bir gece bilge kadın, bir kamp ateşinin başında şu minik hikayeyi anlatmış:
“Bir varmış, bir yokmuş,
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir kız çocuğu varmış aynı annesinin öğrettiği gibi dua eden…”

O zaman bu zaman, sesini duyan, hikayesini dinleyen, gözlerine bakan, ellerine dokunan her kes ‘Tanrıyı gördüm’, ‘Tanrı’yı duydum’ demiş. Aldıkları yüksek ilham ile dönüp kendi iç dünyalarına bakmış ve içlerindeki Tanrı’yı bulmuşlar…

Ve tüm varlıklar uyansın
Tüm varlıklar uyansın…

Aşk ile.

-----

Mucizeye yolculuğumuz, yani dünya çakraları arasındaki yolculuk ve deneyimlerimiz 11 Mayıs itibariyle kaldığı yerden devam ediyor. Yine deneyimlerimizi bu blog sayfasında sizlerle paylaşacağım. Dünyanın kalp çakrası ve taç çakrasından yapacağımız toplu meditasyonlar için oluşturduğum facebook etkinlik sayfasının linki:

https://www.facebook.com/events/164983400855069/

Bir önceki blog yazımda bu etkinliğin detaylarını anlattım. link: 

 http://journeyto-miracle.blogspot.jp/2018/04/38-kalp-cakras-ve-tac-cakras-maui-ve.html


Son olarak, bir kere de buradan duyurmak istiyorum. Uzaktan görü rehberlik ve şifa seanslarını haziranın ortasına kadar durdurdum. Bu seans hakkında bilgi almak istiyorsanız, strongwings121212@gmail.com adresine email atabilirsiniz..



No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.