Thursday, 16 January 2025

84. Vipassana Yazı Dizisi 2 - On gün Vipassana İnzivası-deneyim ve anlayışlarım

 

(Cameron ile birlikte Pushkar'da. dışarı çıktığımız ilk günün akşamı)

Vipassana yazı dizisi 2

On gün Vipassana İnzivası-deneyim ve anlayışlarım


(Takip eden yazılarda tekniğin kendisini anlatacağım)


     10 gün Vipassana inzivası: Dünyanın çoğu ülkesinde, Dhamma Vipassanna gönüllü kurumu tarafından kurulmuş, bağışlarla ve gönüllü çalışanların hizmetiyle sürdürülen merkezlerde, Buddha’nın aydınlanırken kullandığı meditasyon tekniği olan Vipassana’yı, yani olanı olduğu gibi görme meditasyonunu, öğrenmek için gelip, on gün konuşmamaya söz veren kimselerin katılıp deneyimlediği 10 gün süren ruhani inzivadır.


---


     Dışarı çıkalı üç gün oldu. Bu yazıyı size oradan yazmam mümkün değildi. Çünkü kapısından girer girmez, telefonlarımızı, defter ve kalemlerimizi, laptoplarımızı, kıyafet dışındaki tüm özel eşyalarımızı bizden teslim alıp kilitlediler. Ayrıca zihnen sessiz kalma sözü verdiğimiz için de bu yazıyı orada, zihnimde dahi olsa yazmam mümkün değildi. Ancak sessizlik sözünün bittiği onuncu gün bu yazıyı kaleme almak kalbime ve zihnime düştü. Kalbim bu muhteşem tekniği herkese anlatmak ve birilerine bir gün dahi olsa Vipassana’yı deneyimlemeleri için ilham olabilmek isteği ile coşkulu akan bir nehir gibi yükselip taştı. Yazının ilk cümleleri o taşkınla zihnime akıp belirdi ama kendimi tuttum. Hayır dedim kendime; şimdi ve burada değil. Söz bitmiş olsa bile biraz daha sessiz kalmalıyım.

     İçimden şimdi öyle geldiği için, yazmaya başlamadan önce gözlerimi kapatıp oradaki onuncu ve son geceme gideceğim. O gece nasıl hissettiğimi, o an neleri fark ettiğimi, neleri bilmeye layık olduğumu hatırlayıp, şimdi o anda ve oradan yazıyormuş gibi bu yazıyı kaleme almaya başlayacağım. Bütünün en yüksek hayrına olsun.

---

     On gündür Pushkar Dhamma Vipassana inziva merkezindeyim. Burası çölak bir bölgede ufak bir vaha gibi. Merkez herhalde yirmi dönüm kadar büyük. Yer yer sadece kumluk, yer yer kocaman yeşil ağaçlar. Çıplak ayakla yürüdüğüm yürüyüş patikalarında bir çok kristalize olmuş taş gördüm. Gündüzleri 30 derece geceleri 5-6 derece.

     Bu gece buradaki son gecem. Yarın sabah ‘normal’ hayata, daha değişmiş, derinleşmiş algılarla ve daha keskinleşmiş bir dikkatle geri döneceğimi umud ediyorum. Heyecanlıyım ama heyecanın kontrolsüz çıkışına, zihnimi bulandırmasına izin vermemeye gayret ediyorum. Bitmek bilmez bir gayret bu. Yuuka ve Maya aklıma sıklıkla geliyor. İki aydan usun süre ayrılığın ardından, sadece beş gün kaldı buluşmamıza. Ah bu heyecanı kontrol altında tutmak çok zor. Onları o kadar çok seviyorum, bazen aklıma geldiklerinde gözlerim yaşarıyor.

     On gündür verdiğim Noble Silence (kutsal-soylu sessizlik) sözünden ötürü sessizim, konuşmuyorum. Öğretmenin kulağına fısıldayarak sorduğum iki soru dışında ağzımı açmadım. Bir de odamdaki kertenkeleyle yanlışlıkla konuştuğum bir iki an oldu. İlkinde perdenin arkasından aniden çıkınca korkup, ‘Dostum korkuttun beni’ demiştim. Diğer sefer ise onu odadan dışarıya, özgürleştirmek niyetiyle çıkartmaya çalışırken, ‘Niye içeride durmaya bu kadar meraklısın?’ diye sormuştum. İnsan zihni kontrolsüzce akıp düşünce ve ses yaratmaya meyilli. Bazı insanlar yürürken veya meditasyon esnasında fark etmeden yorgunluğun, can sıkıntısının, zihinsel buhranın seslerini çıkartıyor; parmaklarını çıtlatıyor, of diyor, uf diyor, sesli esniyor, mırıldanıyor. Çoğu zaman insanlar ne yaptıklarının farkında değil; yürüdüğünün, konuştuğunun, hissettiklerinin, sebep olduklarının farkında değil. Ben de kertenkele ile konuştuktan hemen sonra fark ettim ne yaptığımı.


     Bir Ramazan klasiği: Hocam yanlışlıkla yemek yedim orucum bozulur mu? :)

     Hayır yavrum.


     On gündür yere bakarak yürüyorum karıncaları ezmemek ve kimseyle yanlışlıkla göz göze gelmemek için. Benim gibi elli kadar erkek var çevremde. Kadınlar ise göremediğimiz, merkezin diğer tarafında. İki bölge arasında yüksek bir duvar var. Toprak patikalarda yürüyüp yan yana geçerken erkek kardeşlerimin ayaklarını görüyorum. Onları hissediyorum. Bir öksürük ya da istemsiz çıkardıkları bir sesi duyuyorum. Onlar hakkında bir düşünce yaratmamaya gayret ediyorum. Zihin diğer insanlar hakkında bir çıkarımda bulunmaya meyilli. Bir giyim tarzından, bir yürüme şeklinden hatta bir kokudan kolaylıkla karakter hakkında bazı fikirler hatta yargılar üretebiliyor. Bunu da çoğunlukla fark edemiyor.

     Tüm dikkatimin kendi varlığımda toplanmasına çok çok önem verdin. Zihnimi elimden geldiğince kendi içime hapsettim. Bazen nefesim neredeyse yokmuşçasına zayıflıyor ve o derece sessizleşiyor. Kendimde olmak ve sessiz olmak için sürekli gayret halindeyim. Hayatın yalnızca 10 günü ne de olsa. Zihnim ve egom üstünde ruhsal bir kontrol gücü kazanabilmek için eşi benzeri olmayan bir şans. Bunu iyi değerlendirmeliyim.

     On gündür her gece dokuz buçukta ışık söndürüp yatıyorum. Döşeğin üstüne serdiğim ince bir pikenin üstünde uyuyorum. (Bu, yalnızca kurala layığıyla uyacak olan eski öğrenciler için geçerli). Çok sert ve düz. Çoğunlukla sırt üstü uzanırken uykuya dalıyorum. Yan yatmak acı verici. İlk günler daha acıtıcı ve zordu ama bu gece artık öyle hissediyorum ki kemiklerim, omurgam, iç organlarım belki mikro seviyelerde yer değiştirdi ve daha olması gereken yerdeler şu anda. Ruhsal ve fiziksel ince ayarlar el ele gidiyor.

     Uykuya dalmadan önce aklıma düşünceler üşüşüyordu hep. Mayam nasıl, Yuukam nasıl, ailem nasıl?

     Sonra hemen hatırlatıyordum kendime:

     Maya benim değil. Yuuka benim değil. Aile benim değil. Hatta kullandığım bu beden bile benim değil. Benim olan hiçbir şey yok. Ben hiçbir şeyin sahibi değilim, asla da olmadım. En yüce hakikat bu ama anılarım öyle demiyor. Anılarım geçmiş boyunca sahip olduğumu sandıklarımla dolu. Örneğin senelerce hayatım dediğim şey. Öyle bir şey yok. Hayat benim olamayacak kadar sonsuz ve evrensel. Sahiplenmeyi bırakmaya gayret gösteriyorum. Mutlu bir yaşam ve mutlu bir ölüm için de bu bir şart.


     Sonra şöyle şükrediyordum:

     Yaradan, bu evlat için teşekkür ederim. Bu eş için teşekkür ederim. Bu aile için teşekkür ederim.

     Bu beden için teşekkür ederim, bu nefes için, bu hayat için teşekkür ederim.


     Bir an; yalnızca bir an; bütün hayat yalnızca bir an ve her şey doğuyor, ilerliyor, geçiyor.

     Her şey geçici bir an için bir birine yoldaş ve emanet. Bir emaneti, bir yoldaşı sahiplenmek yalnızca ve er ya da geç acı doğurur.


     Bu, son on iki senedir irade gücüyle kazanmaya gayret gösterdiğim ruhsal değer. Her şeyi o sahiplikten çıkartmak kolay da aile en zoru. Aile fertlerinin, özellikle de evladın sana ait olmadığını zihinsel ve varlıksal olarak anlayabilmek, kabul edebilmek, bırakabilmek en zoru.

     Annemi şimdi daha iyi anlıyorum ama annemin yapabildiğinden daha iyisini yapabilmeliyim. Çünkü daha yüksek bir bilinci emanet etmeliyiz evlatlara, gelecek jenerasyonlara.

     Her şeyin geçici olduğu dolayısıyla da sonsuza dek hiçbir şeyin gerçek anlamda sahibi olamayacağınız anlayışına henüz varmadıysanız, ya da bu anlayışa yalnızca entellektüel olarak, zihinsel olarak vardıysanız bu söylediklerim size duygusuz, hatta soğuk gelebilir. Hatta Maya duysa ağlar; nasıl olur da ben babamın Maya’sı olmam diye. Şimdi bunu bu cümleye döktüğümde gözüm yaşardı. Nabzım bir kere daha, Mayammmmm demek için can attı. Tabii ki ona Mayammmm diyeceğim. Önemli olan kelimeler değil. Önemli olan hakikat. Önemli olan her şeyin geçiciliğinin içsel anlayışı ve bu anlayışla sevdiklerimizi ya da materyal dünyayı zihinsel kancalarla tutmadan, kendimizi ve onları sahiplik düşüncesine hapsetmeden, kendimizi ve onları özgür bırakarak yaşayabilmek. Onun bana ait olmadığını içsel olarak bildiğim sürece hitap şeklimin bir önemi yok.

     Vipassana’nın nasıl her şeyin geçiciliğini zihin ötesinde, ruhsal bir deneyim olarak içeride öğrettiğini, bu bilişin içsel kazanım halinde insan hayatını nasıl olumlu şekilde değiştirdiğini takip eden yazılarda anladığımca açıklamaya çalışacağım.

     Buddha bu anlayışın yoksunluğunun, tutunma veya kaçınmaya sebep olduğunu, tutunma ve kaçınmanın zihinsel ve fiziksel acıya yol verdiğini, bu acının sürekli katlanarak çoğaldığını ve yuvarlanıp giderek hep gelecek reenkarnasyonlara yol açtığını kendi içinde keşfetmiş. Vipassana, bu dönüp duran tekerleğin içinden çıkabilmesi için insana yol gösteren ruhsal bir araç ve Buddha’nın aracılığıyla insanlığa verilen bir hediye; başka üstad ruhlar aracılığıyla insanlığa verilmiş diğer büyük hediyelerden biri.

     Nerede kalmıştım...Gecelerimi anlatıyordum. Şükrettikten sonra daha da derin bir farkındalık geliyordu ve kutsal sessizliği zihnimin içinde bozduğumu fark ediyordum. Bu sessizliği şükretmek için bile bozmamalıydım. Her nefes şükürdü zaten. Olsun diyordum sonra; altı üstü insandım bir yanımla ve hata yapmak bana mahsustu. Tanrıya şükretmeyi bırakmak, böyle kutsal bir amaç için bile olsa çok zordu.

     Nefesimi dinleyerek zihnimi düşüncesizce bir noktada toplamaya gayret ediyor, nefesimi dinlerken uykuya dalıyordum. Aslında bu o kadar da zor değildi. Aklıma Yuuka’yla Maya ve annemle kız kardeşim gelip geçtikten sonra başka hiçbir düşünce kalmıyordu. Hiç. Onlar uğrayıp zihnimden geçtikten sonra düşünecek başka da bir şey kalmadığından kolayca nefesime odaklanabiliyordum. Hikayemi bilmeyenler tuzu kuru herhalde diye düşünebilir.

     Kızım ve eşimle, nerede yaşayacağız, nasıl yaşayacağız bilmeden yollara düştük. Bir göç halindeyiz ve tek planımız akışta olmak. Tek güvencemiz Yaradan. Zihinsel olarak yeterince dinginleşmemiş biri bu koşullarda değil bir dakika nefesine odaklanmak, belki sabaha dek uyuyamazdı. Huzurlu uyuyabilmemin sebebi gamsızlık değil, hayatı oluruna bırakabilme, ilahi plana güvenebilme, Yaradan’a sığınabilme halinden doğuyor. Bu arada bu söylediklerim Vipassana öğretisinin bir parçası değil. Vipassana ne Tanrı’dan, ne ruhtan bahsediyor. Aktardıklarım bir vipassana’cı anlatısı değil. Tamamen dünyasal yaşamımın evrensel olan ruhumla karışımından çıkan tad- bu andaki bilinç halim ve anlayışım.

     On gündür bana bir bağışçı tarafından verilmiş iki öğün yemeği yiyordum. Bana bu yemeği kimin bağışladığını bilmiyorum. Başkasının bağışladığı yiyeceği yiyerek ruhsal gelişim için çalışmak insana on gün bile olsa bir rahip, bir keşiş olmayı deneyimletiyor. Burada bu şekilde kalışım tamamen hayır sever insanların vipassana merkezine yaptığı bağışın sonucu. Kalanlar sonra bütçeleri ve kalpleri el verdiğince yapacakları bağışlarla kendilerinden sonra gelecek olanların yemek, elektrik, su gibi masraflarını karşılayacak. Bu merkezin üstüne kurulduğu toprak, tüm binaları, tüm elektronikleri, her şeyiyle bağışların sonucu. Böylece bir şeyin alınıp satılmadığı, sürdürülebilirliği yalnızca bağışlarla sağlanmış, en saf bir alan yaratılmış. Öğretmenler, Vipassana üstatları kurulunun eğittiği, görevlendirdiği, hayatını Vipassana’nın yayılmasına adamış ve ömür boyu gönüllü çalışan kimseler. Mutfakta, temizlikte, organizasyonda çalışanlar ise her 10 günde bir değişen bir gönüllü ordusu.

     Kahvaltı sabah 6’da, ikinci öğün sabah 11 buçukta. (Yeni öğrencilere akşam 5’te çayla birlikte birkaç bisküvi veriyorlar, ya da bir bardak çorba.) On gündür her sabah dörtte çan sesiyle uyandırılıp, sıkı bir zaman çizelgesini dakikası dakikasına takip ederek 9-10 saat meditasyon yapıyorum. Emin değilim dokuz mu on mu. Dakika ve saatleri hesaplamanın bir anlamı kalmadı. Sanki zaman duruyor burada. Sanki sonsuzluk boyunca buradayım. Onun için gözünü kapatıp meditasyona başladığında, bir süre sonra içinde “acaba yarım saat mi oldu, 45 dakika mı” diye soru doğduğunda, gülümseyip bırakıyorsun. Sonsuzluğun içinde beş-on ya da doksan dakikanın lafı olmaz çünkü.

     Bugün, yani onuncu gün, sabah meditasyonunun sonunda sessizlik sözümüz sona erdi. Herkes, soluna sağına, arkasına dönüp, çevresindekilerin yüzüne baktı ve içten gülümsemelerle birbirini selamladı. Sessizce meditasyon salonundan dışarı çıktığımızda, güneşin aydınlığında tek tük kelimeler duyulmaya başladı. Genç bir Amerikalı çocuk, adı Ian; elini bana uzattı. 2 metreden uzundu bu genç adam. Kafamı yüzüne doğru kaldırarak konuştum.


“Nasılsın, nasıldı, nasıl geçti?”, diye sordu.

“İyi acı çektim. Mümkün oldukça dengeli bir zihinle acıyı tepkisizce göğüslemeye çalıştım. Bu bazen mümkün olmadı. Bazen acıya yenik düştüm. Bazen tam tepkisiz kalabildim.”

“Bu ilk inzivan mı?”

“Hayır. İki kere (Hindistan) Dehradun’da katıldım, bir kere Japonya’da. Bir kere Tayland’da Budist manastırında katıldım ama o Dhamma Vipassana değildi. Onu saymazsak bu dördüncü, onunla birlikte bu beşinci. Yani bir bakıma bugün bu deneyimi ellinci gün deneyimleyişim.”

“Buna inanamıyorum. Bu çok zordu. Yani bir saat yerinde kımıldamadan oturabilmek, düşünceleri susturabilmek... Beşinci defa böyle bir şeye gelebileceğimi sanmıyorum.”

“Ah ilk seferinde ben de öyle demiştim herhalde :) . kendine biraz zaman ver. Yaşadıklarını, kendine dair anlamaya başladıklarını zaman içinde sindireceksin. Kazanımlarını fark edecek ve derinleştirmek isteyeceksin. Belki o zaman bir kere daha gelirsin.”


     İan henüz 24 yaşındaydı. Gözleri kalbinin saflığıyla parlıyordu ama zihninin hareketliliğiyle titreşiyordu.

“Ian sen şanslı bir adamsın kardeşim. Henüz 24’ündesin ve böyle kutsal bir hakikatin kapısına bu yaşında vardırıldın. Ne zaman kapıdan geçersin, ne zaman kapının ötesindeki hakikatte yerini edinirsin bilinmez ama bu kapıya varmış olman bile büyük ve önemli bir şey.”

“Ahh içimi rahatlattın. Ben de başarısız oldum diye kendimi hırpalamaya başlamıştım.”

“Hiç de bile. Sen kazandın bile. En düşük ihtimalle ki o zihinsel bir kazanım; böyle zor bir deneyimin üstesinden gelebileceğini kendine kanıtladın ve irade gücünü hissettin. On gün vipassana yapabildiysen hayatta daha neler neler yapabilirsin.”


     İan iyice rahatladı ve birden neşe fışkırdı içinden. Çünkü kendisini henüz kutlamamıştı ve sessizlikten çıkar çıkmaz duyduğu bu ilk sözler o neşeyi ve kutlamayı saklandığı yerde bulup dürtmüştü. Sesini özgürce koy vererek kahkaha attı.

“Doğru, doğru dedi... neler neler yapabilirim.”


     Ian’dan ayrılıp birkaç adım yürüdüm ki karşıma Cameron çıktı. Tahminen 30’lu yaşlarında bir Amerika’lı. Elini uzatıp benimle tanıştı.


“Nasılsın kardeşim, nasıldı? Bu senin kaçıncı vipassana inzivan?”, diye sordu.

“Beşinci ve ilk kez bu defa layığıyla yapabildiğimi, hakkını verebildimi hissediyorum. Hayatımda gösterdiğim en samimi gayretti.”

“Ah, senin için çok sevindim. Ben başaramadım. Onun için canım biraz sıkkın. Altıncı güne dek herşey güzzeldi ama sonra birden zihnim dellendi ve birtürlü durduramadım.”

“Kardeşim ruhsal uyanış on günlük bir olay değil; o ömürler boyu süren bir yolculuk ve o uzun yolculukta yalnızca küçücük, minicik bir anın içindesin. 6 gün ne kazandıysan cebinde. 4 gün ne kazanamadığını düşünüyorsan önünde. Bence bu an kutlanacak bir an. Öyle değil mi?”

     Cameron derin bir nefes verdi. İçsel olarak kendini öyle sıkıştırmıştı ki bu son dört gün sanki nefesini tutmuştu. Sonra çok derin bir nefes aldı gözlerini kapatarak.

“Bu çok doğru, bunu duymak çok rahatlattı,” dedi gülümseyerek.

“Hem", dedim.... "Bugün son meditasyon, hani özel olan, hani kazanılmış tüm şifa ve iyiliği bütün dünyayla paylaştığımız o on dakikalık kısa an... İşte onun için burada olmaya değmez mi? İster 6 gün ister 1 gün başarmış ol. O kazancı bütünle paylaştığın o kısa an, o kutsal patlama için değmez mi, dedim ve gözümden yaşlar geldi. Çünkü o anı hatırlayıvermiştim.

Şöyle devam ettim:

“Biliyorum senin de kalbin bütün varlıkların iyiliğini istiyor ve bunun için çarpıyor ve bunun için buradasın. Bütün varlıkların mutluluğu için buradasın ve buna hizmet ettin bile. O halde artık kutla kardeşim.”

     Onun da gözleri nemlendi. Biliyordu sözlerimin doğruluğunu. Çünkü öyleydi. Çünkü öyle sevgiyle titreyen bir kalbi vardı. Teknik ciddiyetle yine egzersiz edilebilir ve geliştirilebilirdi. Kalp ise çoktan tatmin olmuştu yaşananlarla. Sarıldık ve ayrıldık. Yürüdüm odama doğru.

     Sonra yaşadığım 15 dakika beni de şaşırtmaya başladı. Çünkü bir biri ardına insanlar karşıma çıkıp benimle konuşmak istediler. Bu insanlar beni merak ettiklerini söylediler. Bana sessizliğimden çok etkilendiklerini söyleyenler, oturuşumun hiç bozulmadığını söyleyenler... Şaşırdım. Çünkü herkesin dikkati kendi içinde düşüncesiyle on gün geçirmiştim. Oysa çoğu kimse birbirini merak etmeye daha ilk günden başlamışlar.

     Biri dedi ki hayatımda gördüğüm en sessiz insansın. Ona kardeşim nasıl olur, hepimiz sessizdik dedim. “Bilmiyorum, işte öyle hissettim”, dedi.

     Bir Hintli genç kardeş bana deneyimini anlatıp bu konu hakkında ne düşündüğümü sordu:

“Meditasyonum esnasında ağladım. Sonra da kendimle alay ettim. Böyle ruhani bir yere gelmiş olmaktan ötürü, böyle bir deneyimin ağlamaya sebep olabileceğine inandığın için ağlıyorsun, dedim kendime. Bu alaycı tarafım beni çok rahatsız ediyor. Sen ne dersin?”

“ Görünen o ki, hisseden ruhani olan tarafın, analitik ve düşünen tarafınından zayıf kalmış uzun süre boyunca. Bunun çabuk ve mucizevi bir çaresi yok. Ruhani yönde bu inziva gibi atacağın her adım seni giderek daha hissel, ruhsal, özsel bir var oluşa yaklaştıracak ve  ruhaniyetinle dalga geçen tarafın günden güne gücünü kaybedecek. Bundan ziyade, belki ailende ruhaniyeti dalga konusu eden, güçlü zihin ve egoya sahip bir büyüğün vardır...?”

“Evet babam!”

“Hah, işte bunu fark etmen ve senin baban olmadığını, senin kendine mahsus bir insan olduğunu fark etmeye başlaman ve bu kendine has karakterini günden güne daha özgür ifade etmeye başlaman da seni adım adım gerçek benliğine doğru yaklaştıracak.”

“Ah bu soruyu vipassana öğretmenine sordum ama bana yalnızca tekniğin kendisinden söz etti.”

“Çünkü burası sana yalnızca tekniği öğretmek için var. Kalp hastasıysan, sana bunun babanla ilişkisini anlatmaz teknik. Teknikte hikayenin hiçbir önemi yok. O hikayenin yarattığı içsel ve fiziksel hisleri dinlemek önemli. Öğretmen de bundan fazlasını söyleyemezdi sana hem de bildiği halde.”

     ...ve bu böyle sürüp gitti. Gün içinde insanlar gelip bana bazı sorular sorup, bazı cevaplar alıp gittiler. Onlardan fiziksel olarak hiçbir farkım yoktu ama bir şekilde bana çekilmişlerdi. Önce şaşırdıysam da sonra çok anlamlı geldi. Çünkü başkalarına ruhsal rehberlik etmek öz benliğimin varlığıma verdiği en has tutku. İnzivanın sonunda öz benliğime ne kadar yaklaştıysam, onun bana verdiği bu has tutku ne kadar güçlü içimde ortaya çıktıysa etrafıma gönderdiğim titreşimsel yayın da öyle ve o yönde olmalıydı. Herkes içinin titreşimini dışına yayınlar ve bu yayının çektikleriyle yüzleşir. O gün orada içimdeki ışık çok güçlü titreşiyor ve o insanları bana doğru çekiyordu.

     Yine de, on gün süren sessizliğin sonunda bu kadar söz dinlemek beni yormuştu. Günün geri kalanını merkezin daha sessiz arka bahçelerine kaçarak geçirdim. Beni orada da buldular. 3 Hintli arkadaş, geldi ve dediler ki, bu gece bizim odamıza gelir misin? Vipassana muhabbeti edeceğiz. Seni duymak isteriz.

     Dedim ki, “öğretmenimiz Goenka Ji anlatılması gereken her şeyi anlattı, hepimiz dinledik ve bu an için ve hepimiz için bu kadarı kafi. Bu gece her geceki gibi saat dokuz buçukta yatmamızı öneririm. Ben öyle yapacağım.”


     Sonra komşuma gittim ve ben de ona şöyle dedim.


     “Sessizliğin huzur vericiydi. Teşekkür ederim.”


11. gün, sabah yine 4'de uyanacaktık. Üstadın biz ayrılmadan vereceği son öğretileri alacakve son bir meditasyon yapacak, ruhsal ışığı tüm dünyayla son bir kez paylaşacaktık. Bize son bir kahvaltı verip uğurlayacaklardı.


----


Devam yazısı belki 1 hafta içinde gelecektir. 

Yarın canlarımla sonunda buluşuyorum kısmetse.


Aşk ile Hu







No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.