Wednesday 7 October 2020

62. Buddha'nın kahkahası - Orta yol

 

 

12:26 Kutsal bir an. (Yazıya başladığım an)

Bir 11:11 ya da 12:21 değil. Ama 12:26 kendi olarak kutsal.

 

7 saniyelik bu videoyu gördüm. Sonra bir daha oynattım ve baktım. Sonra tekrar, tekrar, tekrar oynattım ve içine daldım. Gözlerim ilk olarak bilimsel bir deney görmüştü. Sonraki izleyişlerimde sezgilerimin açtığı kapılardan gelen hislerle içim titredi, gözlerim ıslandı, sonra güldüm.

Sanki Buddha’nın kahkahasını duymuştum.




video'yu izlemek için aşağıdaki linke tıklayın lütfen.

 https://www.facebook.com/katsutoshi.nakamura.1426/videos/1013721105743723


 

En düz, (en sert) olan yol deneyin sonucunda görüyoruz ki en hızlı yol değil; (en güzel, en mutlu, en başarılı yol değil.)

En eğri (en gevşek, en salınmış )yol da, yine sonuçta görüyoruz ki, en hızlı yol değil.

Orta eğrilikteki (orta esneklikteki) yol hedefe en hızlı, en kolay ulaştıran yol.

 

Bu fiziksel durumu aslında gemilerde çalıştığım yıllardan biliyordum. Dünya düz değil. Dolayısıyla okyanusları en hızlı şekilde aşmak için belli enlemlerin üstünde seyrederken büyük daire seyri ismini verdiğimiz yöntemi uygulardık. Rotamız bir düz çizgi değil de bu deneydeki gibi yay şeklinde olurdu.

Deneyden gözlerin gördüğü, mantığın aldığı fiziksel çıkarım bu kadar.

Ama alınabilecek değerlerin hepsi bukadar değil… Çok daha fazlası var...

Bu gün, bu yolları dünyada yaşayan insanlara benzettim.

 

Düz olan yol; ruhuyla bağlantısı zayıflamış, ego-zihnin gücüyle, kendince en mantıklı hayatı yaşayan insan tipi olsun.

Mesela onlara göre hala başarılı ve mutlu bir hayatın yolu, diplomadan, kariyerden, banka hesabından, lüks evden, yazlıktan, arabadan geçiyor olabilir. Bilim salt doğru yoldur diyor, arabasının içinde bile burnu kapalı maske takıyor olabilir. 2+2=4’ tür diyor, yalnızca gördüğüne inanıyor olabilir. Tek yol budur ya da şudur diye dayatıyor olabilir.

Bilmiyor ki gördüğü ve bildiğini sandığı,  görmediği ve sezemediği sonsuzluğun içinde sonsuzluk oranında küçük bir zerre. Bir bip… bir zırt…

Sol ve ya sağ, gelenekçi ya da modern, ulusalcı ve ya küreselci, müslüman, hristiyan ya da hindu, siyah-beyaz-sarı, ışığın ve ya karanlığın işçisi farketmeksizin, akıl sert, beden sert, yol sert olunca…

A’dan B’ye giden en kısa yol en düz yoldur diyor. Çok direniyor, gayret ediyor, kendisini ve temasta olduğu diğer herşeyi çok kasıyor, çok yoruyor hatta sonunda kendini bitiriyor, çevresini yokediyor.

 

Bak deneyin sonucuna kardeşim… bi de sen dene… 2+2= her zaman 4 etmez

 

 

En eğri, en gevşek olan yolun insanlarına bakalım. Onlar, hayatı çok ciddiye alanları  alaya alırken iyice gevşemiş durumdalar.

İster gitar teli ol ister insan, gergin olma koparsın, gevşek olma ses gelmez… (Buddha’nın kahkahası)

Bir kurtarıcıyı beklerken gevşeyenler var…

Doğru vakti, kutsal anı, ışık patlamasını beklerken gevşeyenler var…

Miras kalmasını ya da emekliliğe çıkmayı bekleyenler… Ruh eşinin ve ya erk hayvanının gelmesini bekleyenler… Beklerken harekete geçmeyi unutan insanlar

Ayakları yere değmeden yaşayan, böyle olunca ruhunun hediyelerini anlayamayan, kendini gerçekleştiremeyenler var.

Herşeyi oluruna bırakmış, dünya üzerindeki etki gücünü farkedememiş kimseler var.

Onlar dümdüz yolu yürüyenlere nazaran hedefe daha erken, varacaklar.

Çünkü bu gevşekliğin içindeki insanlar o sertliğin içindeki insanlara nazaran kendilerini dinlemeye daha meyilliler. Ki kendini dinleyenler sonunda hakikate yaklaşacak, orta yolu bulacaktır.

(Düz yoldaki acıya katlanmaktan yorulmuş olan bir çok kişi de, birden bire herşeyi yakıp yıkıp, trenin ray değiştirmesi gibi en gevşek yola kendilerini atabilirler. Örnekleri çok.)

 

Ve her halukarda, hangi yolu yürüdüysek yürüdük, aynı yerde, BİRLİKTE, AŞK’ta buluşacağız.

 

Bir de orta yol var. O yolu yürüyenler kendini bilmeyi seçmiş olanlar. Hayatlarının merkezinde bu seçim var. Kendini bilebilmek için edinilmiş kimliklerin, öğrenilmiş bilgilerin ve inançların dışına çıkıp özgür bakabilmeye başlıyorlar.

Herşeyin  geçiciliğine uyanan bilinçleri, zamanında bırakışları ve bağışlayıcılıkları ile onlar orta yolun esnek ve özgür adımlarıyla akar gibi ilerlerken, A’dan B’ye (Dünya okulunun ilk sınıfından son sınıfına) varıyor.

---

Hiç bir inanç orta yolu bulmadığın sürece dümdüz götürüşüyle seni mutlu sona ulaştırmaz. Orta yolu bulduğundaysa geriye inanç kalmaz, inanmana gerek kalmaz. Yalnızca Var olursun Yaradan’ın ışığında, sevgisinde, seni dünyaya yansıttığı halinle kabulde, şükranda, aşkta. (Yardana inançsızlık değil bu söylenen altını çizeyim. Tam tersi Yaradan aşkının ateşinde erimek hali.)

 

---

Salgın esnasında uçlardaki sertliklerde ve ya gevşekliklerde iddeaları-insanları duyduk.

Aradaki uçuruma bir bakalım. Hastalığın var olduğunu savunarak aşırı ve fanatik önlemler alarak başkalarının en doğal haklarına tecavüz edenler var.

Bir de hastalığın varolmadığını savunarak minimum önleme itibar etmeyen, başkalarının hayatlarını riske atanlar var.

Bu salgın meselesi öyle derin, öyle karmaşık ki basitçe var ya da yok demek anlamsız.

Bir bakıma yok: Çünkü durum elemental dengesini kaybetmiş dünya ve insan bedeninin arınma çabası.

Bir bakıma var: Bu arınma ölüm riski ve fiziksel semptomlar getirdi ve modern tıpta bunun adı hastalık.

(Bu konuyu daha detaylı anlattığım blog yazım burada:

http://journeyto-miracle.blogspot.com/2020/05/59-mikrop-havuzunda-yuzen-insanlgn-bir.html



Ben covid'i 4 ay kadar evvel  yaşadığıma inanıyorum. O süreçte hem enerjisel hem fiziksel olarak dinledim kendimi. (Test olmadım) 20 gün kadar süren bir halsizlik içine girdim. Ilk 1 hafta boyunca ateşim 37.5 civarındaydı. Öksürük yok denilecek kadar azdı.  Biraz boğaz ağrısı vardı. Kimseye bulaştırmamak için kendimi izole ettim. Farklıydı. Bunun bu güne kadar yaşadığım hiç bir hastalığa-arınışa benzemediğini bedenim biliyordu.

İlk 3 gün su orucu tuttum ve hiç yemek yemedim. (Bazen yaparım, arındırırım bedenimi; 1 hafta yapmışlığım vardır.)  Çatıda her gün güneşlendim, nefes aldım, meditasyon yaptım, bol su içtim, yaşadım,(Zaten öyle yapıyordum) . Onuncu gününden itibaren soğuk duş almaya başladım(Zaten yapardım). Hafif ama güçlü vegan-taze beslendim (Zaten hep öyle yapardım.)

Hastalığın hafif geçişi fiziksel seçimlerimin sonuçları gibi gözüküyorsa da başlı başına esnekleşen ve yumuşayan bilincimin bir sonucuydu. Ben onun içinden geçtim, o da benim içimden geçti. Hastalık bende tutabileceği-demirlenebileceği bir sertlik bulamadı. 

Hiç korkmayan, hiç bir duygusu olmayan biri değilim. Tam tersine çok duygusalım. Her türlü duyguyu yaşarım ama çabucak bırakır ve duyguların aldatıcılığından çıkarım. Fanatikçe inandığım, savunduğum, dayattığım bir fikir yoktur. Dinlemeyi de kabul etmeyi de bilirim. Hepsinden önemlisi ışığımı biliyorum. Bilincin yumuşaklığı, esnekliği budur. Yine de aynı hastalığı bir defa daha yaşarsam aynı mı olur bilemem. Çünkü bir insan dünyadan ayrılış zamanını ve şeklini bilemez. Işığımı bildiğim gibi altı üstü insan olduğumu da bilirim.


Evet bazıları hastalığı yaşıyor ve içinden geçip arkasına çıkamıyor. Bazıları bütün bir hayatını sert-dümdüz bir yol üstünde yaşadı. Kimlikleri, inançları, aklı, duyguları, organları tüm sertliğiyle hastalığın enerjisiyle düşmanca çarpışıyor ve kaybediyor ya da ağır hasarlı kalıyor.  Bunun sorumlusu hastalık değil. Bu güne dek kendini yumuşatmayı becerememiş olmasıdır. Yine de umutlu olmak gerek. Bilincin uyanışı ve yumuşayışı bazen mucizevi yollarla, mucizevi hızlarda gerçekleşir. Hastalığa dümdüz bir kafayla girip 10. Gününde esneyerek hayata bakış açısı değişerek çıkacak olanlar da vardır belki…

 

Şimdi durum böyle böyleyken, yani hastalığımız da şifamız da kendi seçimlerimizin bir sonucuyken, kendi hayatlarının değişim-dönüşüm sorumluluğunu yerine getiremeyen, panik halindeki bir toplum parçası fanatikçe dayatıyor her yerde maske takmayı.

Maske takalım. Birbirimize olan sevgi ve saygımızdan, karşı karşıya geldiysek, kapalı bir alandaysak, yüzyüzeysek, takalım. Bu süreyi minimum tutmaya gayret edelim. Çünkü gerçekten de uzun süre (ki kastım birkaç dakikadan fazlası) maske takmak bunaltıyor. Bunalıyorsan bedenin sana birşey dediği için: 

“Hey, oksijensiz kaldım!!! ÖLÜYORUM!!! NEFES LÜTFEN!!!!”  Bu bunalma bedeninin ölmeye başladığının sinyali.

George Floyd: “Nefes alamıyorum” dedikten sonra öldü.  Bu ses, bu son söz, kollektif bilinçteki sıkışmanın ve baskılarla dayatılan yavaş ve işkence dolu ölümün bir yansımasıydı.

 

Yaşamayı bilmemiş ve hala bilmeyen insanlar için ben niye öleyim?

Maske takmamın zorunlu olduğu bütün anları  kısa tutuyorum. O anları da kendimin, atalarımın, kollektif olarak tüm insanlığın karması olarak kabul ediyor ve takıntı yapmıyorum. Sosyal strese sebep olmamak adına bazen maskemi burnumun altına kadar takarak anı geçiştirdiğim yerler de oluyor. Ve benimle aynı hissettiğini bildiğim dostumla ve ya annemle, babamla, kardeşimle maskesiz sarılabilirim.  Onlarla karşılaştığımızda, birbirimizin gözlerine baktığımızda, ikimizin de kalbinden aynı ses geliyorsa çekim çok büyük oluyor. O sarılmanın değeri o kadar büyük ki hastalık ve hatta ölüm bile alınabilecek bir risk. Akıl bunu sorgulayamadan vicdanın ve sevginin gücüyle oluveriyor. 

Benim kendi hayatımdaki yetkim vicdanımdan geliyor.  


Geçenlerde bir gerçek hikaye çıktı karşıma, okudum. Doktor bir kız kardeşimiz aylarca ailesini ziyarete gitmemiş onlara zarar getirmekten korktuğu için. Sonunda babası hastalığa yakalanarak yoğun bakıma getirilmiş. Ve o kardeşimiz, “keşke gitseymişim, keşke ziyaret etseymişim” dedi. İnşallah baba kızın bütünün hayrına daha güzel günleri olsun birlikte.    

Her an bir risk var bedenden çıkıp gidivermek için. Yıldırım düşer, saksı düşer, araba çarpar, elektrik çarpar, içtiği su yanlış yere gider, uykusunda sessizce gider vs… İnsan olabilmek ve bu dünyada dolu dolu yaşayabilmek riskleri kabul edebilmeyi ve dayatılan önlemleri değil, vicdanın gerektirdiği önlemleri gerektiğinde alarak yaşayabilmeyi gerektirir. Ne riskleri reddetmek ve önemsememek, ne de onları çılgın bir panik sebebi yapıp  hayatı kendine ve çevresine dar etmek iyi.

Bir emniyet kemeri ya da doğru anda-doğru yerde, doğru şekilde giyilen maske hayat kurtarabilir belki. Ama emniyet kemerini üstüne dolayıp sokakta yürümek, ya da maskeyle koşuya çıkmak başka birşey…

Orta yol gerek… Ruhumuz bize işaret ediyor orta yolu. Orta yol aklın ve kalbin birleştiği noktada, vicdan’ın tam ortasında.

Eğer sürekli maske takmak zorunda olduğum bir işte çalışıyor olsaydım. Çoluğumu çocuğumu toplar bir çadır alır doğaya çıkardım. Doğada hayatta kalma çabası daha orta yol bir seçim gelirdi bana. Nefes alamadığımız her an bu hayatı yaşamaya hakkımız olmadığını kabul etmiş oluyoruz. (Evet maskeliyken alınan nefes nefes değil. Bir süre sonra kendi karbondiyoksitinde zehirleniyor insan.) 

Tabii ki her birimiz, tekrar altını çizelim, geçmiş tüm seçimlerimizin sonucunu yaşıyoruz. Belki kimimizin hikayesi (karması)  o maskeyi takarak hizmet ediyor olmamamızı gerektirebilir. Ve belki bu fedakarca hizmetimiz geçmişte acıttığımız, maddi manevi zararlar verdiğimiz ruhlardan af dileyişimiz olabilir. Bir bağışlayıcılık doğurabilir.(Geçmiş derken birçok reankarnasyondan bahsediyorum)  

Ve bazı fedakarca çalışan varlıklar da dünyanın bu geçiş evresinde yardım eli olmak üzere enkarne olmuş meleksi varlıklar olabilir.

Yani kimi karmasının gölgesinden, kimi ışığının parlaklığından bu roldeki bir hayata gelmiştir. Her halukarda, varlıklarına ve ruhlarına şükran.

---

Şimdi, düz yolun sert adımlarını yürüyen insanlar çok korkuyorlar. Çünkü güvene geldikleri her türlü tıp-ekonomik-siyasi-dini-eğitim öğretim vb. sistemler çürüme ve dökülme halinde.

Başka bir eğitim mümkün

Başka bir ekonomi

Başka bir yönetim

Başka bir bilim anlayışı

Başka bir ruhani bakış mümkün.

Ruhani hakikatin –yani Bir oluşumuz anlayışının, artık  hayatın her alanına demirlenmesi gerek.

Sınırların olmadığı bir dünya hayatı olacaksa geleceğimizde, küreselci mafyanın hayal ettiği gibi olmamalı.

Küreselci mafya biz uyanıştaki insanların hayallerini biliyor ve onu kullanarak gelin birleşelim, bir dünya olalım, bir ekonomi olalım, bir yönetim olalım… alın bu aşı da kimlik kartınız olsun diyor. Onların birlik anlayışı Ai işletimli bir süper bilgisayara bağlanmış, diledikleri gibi yönetebilecekleri bir dünya topluluğu.  Onların birliği efendi-köle ilişkisi. Bizim hayalimizdeki –gerçekleştirmek üzere dünyaya geldiğimiz birlik ise İlahi aşk.

O kötü planları bozansa gün be gün kendini bulmaya, bilmeye yönelen insanların çoğalması.

Birlik bilincine yükselebilmem için önce Ben’i bilmem gerek. Kendini bilmeyen Aşkın birliğini bilemez.Kendini bilen sonra kabilesini bilir. Sonra ulusunu bilir, Sonra tüm dünya ailesini bilir, sonra galaktik ve evrensel ailesini bilir.  Birliğe çıkan yol Ben kapısından başlar BEN kapısından çıkar. Birliğe yükselişimizden önce son bir öz biliş, ulus biliş, dünya biliş, evren biliş sınavımız var.

Özümüzü bilirsek nasıl bir liderlik istediğimizi de bilir ve tam vaktinde toplumca ve dünyaca bu değişimi yaratır hepberaber cennet dünyanın liderleri oluruz. Güvenim tamdır ilahi planın akışına. Kalbimin penceresinden gördüğüm gelecek budur.

Böylesine büyük çapta sorunlara ne faydam olur deyip bekleyelim mi?

Saat 11:11 geçmiş.

12:12' de geçmiş

12:21’de geçmiş…

Saaat 12:26. Bir dahaki 11:11’e dek bekleyelim mi?

 

Hayır! Bu an, kutsal an. Birliğin dünyasını yaratabilmemiz için herbirimize verilmiş değerler, güçler, yetenekler var. Kimimiz aşçı, kimimiz terzi, kimimiz bilim insanı, kimimiz ruhani yol gösterici, kimimiz komedyen… Aşk ile coşalım, kendiminizi daha fazla beklemeden gerçekleştirelim. O kutsal an bu an..Yaradan ilahi sanatçı ve biz onun ilahi renkleriyiz. Bizden harika bir Cennet eseri yaratıyor.

Ve oldu bile şükürler olsun.

---

Beklemeyen ve orta yolda buluşup yürüyen kadınlarla tanıştım kısa süre önce. Liderleri yaklaşık 20 sene önce, ben başka bir benken tanıştığım Şaylan Yılmaz. 

Eşim Yuuka’nın da katıldığı 19 kadın birlikte 7 gün yaklaşık 120 km yol yürüdü Troy kültür rotasında. Bir de Işık isminde bebekleri vardı. Işığı alıp, dağ tepe aşıp, davullar çalıp, bütünün şifası için seremoniler yaptılar. Ayakları yaralandı, acımış duygularından göz yaşları aktı, yorgunluktan bittiler ama durmadılar, beklemediler, yürüdüler. Çünkü ruhlarından gelen böyle geldi ve onlar ruhlarını onurlandırdılar.



----


Biz İzmir'deyiz. Yuuka ile ortak verdiğimiz şifa seansını almak için ve ya uzaktan görü rehberlik ve şifa seansımdan faydalanmak için email ile seslenmeniz yeterli.

strongwings121212@gmail.com 


---

Salgın sürecinde yazdığım birkaç yazının kolaydan linklerini de şöyle bırakayım:

Bu fırtınadan nasıl çıkarız? : http://journeyto-miracle.blogspot.com/2020/03/57-bu-frtnadan-nasl-ckarz.html

Öfkeliyim çok şükür: http://journeyto-miracle.blogspot.com/2020/05/58-ofkeliyim-cok-sukur.html

Mikrop havuzunda yüzen insanlığın bir mikropla sınavı: http://journeyto-miracle.blogspot.com/2020/05/59-mikrop-havuzunda-yuzen-insanlgn-bir.html

Perde bir kere daha aralandı (Galaktik bağlantı): http://journeyto-miracle.blogspot.com/2020/07/61-perde-bir-kere-daha-kalkt-galaktik.html


Aşk ile

No comments:

Post a Comment

Note: only a member of this blog may post a comment.